Kıvanç Tatlıtuğ’u “Çarpışma” dizisinde Baş Komiser Kadir olarak izliyoruz ya, ben her izlediğimde havasına, duruşuna, bakışına, diline-lehçesine bakıp “Maşallah, ‘Kuzey’ nasıl da büyümüş, aslan gibi polis olmuş” diye düşünmekten alamıyorum kendimi!..
Kanaatim bu yönde; tartışmak, katılıp katılmamak size kalmış: “Çarpışma”da agresif, öfke kontrolünden yoksun, hoyrat ve zorba, ama alttan alta da bir dolu talihsizlik, acı ve hüzünle yüklü, tabii kalbi de temiz Komiser Kadir olarak izlediğimiz Tatlıtuğ;
2011-2013 arası iki sezon sürmüş “Kuzey/Güney” dizisinde yine agresif, öfke kontrolü olmayan, sevdiklerine hoyrat, sevmediklerine zorba ve fakat yine bir dolu talihsizlik, acı ve hüzünle yüklü ve de temiz kalpli bir delikanlı olarak canlandırdığı Kuzey karakterinin pişmiş-pekişmiş bir sürümü olarak karşımızda. Bence…
Aslında süreklilik, şu ara revaçta olan ve sinema salonlarından Netflix aboneliklerine transfer Yılmaz Erdoğan filmi “Organize İşler-Sazan Sarmalı”nda Tatlıtuğ’un canlandırdığı mafya babası Sarı Saruhan rolünde de karikatürize formda karşımızda denilebilir.
“Kuzey/Güney”, Tatlıtuğ’un filmografisinde çok önemli bir dönüm noktası. Tabii onun oyunculuk kariyerinde de bence tepe noktası... Babadan oğula akan “erkeklik zehri”yle malûl bir “Bully” olarak onu izlerken, aynı zamanda o dikenli mi dikenli erkeklik kabuğu altında inim inim inleyen, ıssız ve sızılı dehlizlere itilmiş insanlık halini de duyumsarsınız. Kıvanç bunu başarıyla aksettirir bize…
İmgenin “radikal” dönüşümü
Fakat dizinin üzerinde durulması gereken diğer bir önemli yanı da o zamana değin hiç böyle bir karakterle karşımıza çıkmamış, tam tersi kültürel temsillerle art arda seyrimize düşmüş bir oyuncunun kurgusal-imgesel algısında “radikal” bir dönüşüme yol açmış olmasıdır.
“Kuzey/Güney”e kadar, Kıvanç Tatlıtuğ filmografisine damgasını vuran, “Jolly” denilebilecek karakter çizimleridir. Sonrasındaysa o, ağırlıklı olarak “Bully” nitelendirilebilecek karakter çizimleriyle karşımıza çıkmış, kabul görmüş olup kuvvetle de muhtemel ki esas bu imgesi ile kalıcılaşacaktır.
Burada İngilizceden devşirdiğimiz şu iki tabir üzerine bir açıklama notu düşelim: “Bully” (“buli” okunur) Türkçeye zorba olarak çevirmede bir mutabakat olduğu söylenebilecek, gücünü kuvvetini başkalarına zarar vermek, onları korkutmak, kendisine tabi kılmak için kullanan birine karşılık gelen İngilizce sözcük… “Jolly” ise (“coli” okunur, ama biz jel ya da jöle ile çağrışım arzusu eşliğinde “joli” yazalım ve okuyalım!) mutlu, neşeli, nazik anlamlarını içinde barındıran, eğlenmeyi de, başkalarını coşturmayı da seven birine atfen kullanılan İngilizce sözcük.
Neşeli Behlül’den haşin Kuzey’e…
Kıvanç Tatlıtuğ’un 2005-2007 yılları arasında yayınlanıp hayli ilgi görmüş, sonrasında Arap Orta Doğu’sunda da fırtına gibi esmiş “Gümüş” dizisinden başlamak üzere, onu izleyen “Menekşe ve Halil”, ardından da “Aşkı Memnu”da (aralarında nüanslar olmakla birlikte) “jolly” mahiyette karakterlere can verdiği söylenebilir.
Özellikle “Aşkı Memnu”daki Behlül’le Tatlıtuğ, tam bir “jolly”dir.
Aslında bu “jolly”lik süreci, onun medya-şov dünyası ve film endüstrisine adım atmasına vesile olan gelişmeyle uyarlıdır. 2002’de “Best Model of Turkey”, ardından da “Best Model of the World” seçilmiş, yani kelimenin tam anlamıyla “manken gibi çocuk”tur Tatlıtuğ… Bu seçilme ve seçkinleşme doğrultusunda Paris’e gider, orada bir buçuk yıl yaşar, Batılı tatlı-sularda yüzer. Ardından Türkiye’ye döndüğünde 2000’lerin ortasında henüz “modern-seküler” (Batı) orta ve üst sınıflara hitap etmekten uzaklaşmamış dizi endüstrisinde “şeker gibi” rollerde değerlendirilir.
Çıkış yaptığı “Gümüş” dizisi böyledir. Karşımızda belki ne oranda “jolly” olduğu tartışılabilecek bir karakter vardır; ama “bully” olmadığı tartışılmaz derecede açık bir karakterdir bu…
Kıvanç bu rollerde başarılıdır. Ama “Aşk-ı Memnu” sonrası karşımıza çıkan ilk önemli dizisi “Kuzey/Güney”deki Kuzey rolüyle birlikte büyük bir risk göze alınarak bu sevimli “altın-çocuk”tan ürkütücü bir sarı-zorba çıkarma cihetine gidilir ve sonuçta büyük bir başarı yakalanır.
Başarı o kadar büyüktür ki Kıvanç Tatlıtuğ, asıl bu rolle seçkinleşecek ve eşsizleşecektir. Çünkü, hatırlayacak olursak gerek “Gümüş”te, gerekse “Aşk-ı Memnu”da o ne kadar iz bıraktıysa, ona eşlik eden kadın oyuncular, Songül Öden ve Beren Saat de aynı ölçüde (hatta “Aşk-ı Memnu” söz konusu olduğunda belki Beren çok daha fazla) iz bırakmıştır seyircide… Fakat “Kuzey/Güney” çok zengin, güçlü, parlak, takdire değer oyuncu kadrosuna karşılık sonuçta “tek kişilik oyun”dur. Ya da bir Kıvanç Tatlıtuğ dizisi...
“Zorba”yı doğuran etmenler
Sonrası “Cesur ve Güzel”de de şimdilerde “Çarpışma”da da gelecektir; Kıvanç’dan nur topu gibi bir “bully” doğurtulmuş, o gün bugündür de el bebek gül bebek büyütülmektedir.
Kıvanç Tatlıtuğ’un “kültürel temsil” kapasitesinde 2011-12 dönümünde gerçekleşen “jolly’den bully’e” bu transformasyonun yaratıcısı, mimarı, ateşleyicisi kimdir, bilmiyorum. Ama bunun hangi tarihsel bağlamda gerçekleştirildiğine baktığımda çok hayati bir geçiş sürecinde hem kültürel hem de dolayısıyla ticari bir doğru tercih olduğunu söyleyebiliyorum.
Televizyon dizi seyirci profilinde gerek reyting ölçüm sistemindeki değişme gerekse dijital ortama kaçışlar sonucu ortaya çıkan farklılaşma; buna bağlı olarak “Kurtlar Vadisi” başta olmak üzere geleneksel ataerkil kalıplara sıkı sıkıya bağlı ve sert/hoyrat/şedit erkekliği fetişleştiren dizilerin iyice öne çıkması, Kıvanç’ın yoluna “Behlül” olarak devam edemeyeceğini aşikâr kılmaktaydı zaten...
İşte bu “kültürel-endüstriyel” konjonktürde çok başarılı bir “ters-vuruş” yapılarak denilebilir ki Göksel Arsoy misali bir “altın çocuk”tan, şimdi en son sürümü “Sarı Saruhan” olan bir zorba karakter çeşitlemesine gidilmiştir.
Tarık Akan örneği: “Damat Ferit”in dönüşümü
Bu aşamada, bir hayli zor ve riskli olmakla birlikte geçmişten bir başka kült oyuncumuzun dönüşümüyle bir karşılaştırmaya gitmekten alıkoyamayacağım kendimi.
Şöyle ki Kıvanç Tatlıtuğ’a “jolly” bir tipleme olmaktan “bully” tiplemeye doğru yol tutturan seyir dinamiği, nasıl bir tarihsel bağlam ve toplumsal-kültürel iklimle irtibatlı ise 1970’lerden 80’lere açılan tarihsel kesitte bu memleketin ekonomik-politik ve kültürel-ideolojik havası da sinemada Tarık Akan’ı bir yerden başka bir yere taşımıştır.
Tatlıtuğ’a benzer mahiyette kendi döneminin bir şöhret üretme mecrası olan Ses dergisinin oyunculuk yarışmasından birinci çıkıp sinemaya adım atan Akan da önceleri bir tatlı-yakışıklı çocuk olarak “salon filmleri” diye kategorize edilen yapımlarda, özellikle romantik-komedilerde (“Sev Kardeşim”, “Ah Nerede”, “Oh Olsun”), “jolly” nitelemesini hak eder tiplemelerle yol almıştır. Hatta onun hafızlarda yer etmiş rollerinden biri olan “Hababam Sınıfı”nda canlandırdığı Damat Ferit karakteri bile böylesi “jolly” temsillerle titreşimlidir daha çok…
Ancak 1970’lerin sonuna doğru, yukarıda sözü edilen sosyo-politik iklimde onun sinema performansı da bu “jolly” erkek temsillerinden sıyrılarak Yılmaz Güney sinemasının çekim gücüyle daha sert, keskin ve radikal tiplemelere evrimleşmiştir. Elbette “bully” değil, ama sakallı-bıyıklı köylü-emekçi erkek temsillerine…
Bugün Tarık Akan’ı Türkiye sinema tarihinde ve seyirci nezdinde ölümsüzleştiren de esasen “Sürü”de, “Maden”de, “Adak”ta, “Yol”da canlandırdığı karakterlerdir.
Tarık Akan’ı böylesi bir dönüşüme uğratmış olan, Türkiye’yi de kendine özgü koşullarla içine alacak şekilde tüm dünyada yaşanan toplumsal, politik, ideolojik hareketlilikler ve bunların edebiyattan tiyatroya, müzikten sinemaya popüler kültürün hemen bütün mecraları üzerinde de belirleyici olmasıydı. İşte o dönemden, Hababam’da “jolly” bir tatla karşımızdaki “Damat Ferit”ten ziyade, Sürü’de canlandırdığı “Kürt Şivan” karakteriyle unutulmazlaşan bir Tarık Akan kaldı geriye…
İmgenin belgesel değeri
2000’ler-2010’lar Türkiye’sinin ikliminden de geriye sanırım Aşk-ı Memnu’nun “jolly” tatlı, kurnaz-çıkarcı “Behlül”ü yerine daha çok “Kuzey/Güney” ve “Çarpışma”daki iyi-kapli zorba rolleriyle hatırlanacak bir Kıvanç Tatlıtuğ kalacak gibi görünüyor.
Elbette karşılaştırmada benzerlikler kadar farklılıkları da tespit etmek gerekir. Toplumsal hafızamızda Tarık Akan ve Kıvanç Tatlıtuğ adına kalıcı olacak imgelerin düşünsel, kültürel, ama özellikle siyasal-ideolojik karşılıkları hiç kuşkusuz çok farklı.
Ve her iki aktörden kalıcı olan bu imgeler, 1970’lerden 2010’lara, nasıl bir hayatın içinden çıkıp nasıl bir hayata yol tuttuğumuza dair “arkeolojik” kıymette veriler olarak yer alacaktır bu ülkenin tarihinde…