Zerzevatta ani bir fiyat patlaması, hizmetkâr hükümetimizi fena ürküttü.
Aynı hızla, derhal gardını aldı ve patlama sorumlularının karşısına zorlu bir rakip olarak dikildi. Şimdi sebze satıyor.
Nasıl satıyor? Ucuz ucuz! Nasıl ucuz, bilmiyorum bakacağız.
Kimlerinrakibi oldu hizmetkârımız? Üreticinin, nakliyecinin, satıcının hatta alıcının. Yani küçük esnafın ve onların müşterisinin kötü bir rakibi.
Manavlar, kaldırımlara taşan, bolluk misali rengarenk ürünlerle kent sanatının iştah açan nefis örneklerini oluşturan estetik şölen yerleriydi.
Vatandaşlar, kasaba ve kentlerin mahallelerine, sokaklarına, alanlarına dağılmış binlerce manav ve bakkaldan hatta büyük marketlerde dahil, dilediği gibi özgürce alış veriş yaparken…
Şimdi devletimiz, birkaç kentin birkaç yerinde kocaman bir çadırın içinde bir köşede satılan sınırlı miktarda sebzeyi, kuyruk olmuş vatandaşa daha ucuz fiyatla ve sınırlı miktarda satıyor, öyle söyleniyor.
Kim satıyor? Devlet. Çadır tezgahında satışı kim yapıyor? Memurlar.
Bu memurların maaşını kim veriyor, yine devlet. Nereden?
İki liradan sattığı patatesin kârından mı, yoksa benim vergimden mi ödeniyor?
Çadıra kadar getirilen ürünün nakliye masrafı, üç liradan satılan domatesten mi çıkıyor, yoksa… Çadır kurulan yerin kirası ödeniyor mu? Kullanılan elektrik bedava mı?..
Nasıl oluyor da ucuz oluyor? Böyle mi?..
Daha önce sebzeyi kim, nerede ve nasıl ucuza satıyordu? Manavda esnaf, pazarda ise üretici. Ayrıca, marketi de var, sokaklarda dolaşan hotparlörlü sebze meyve kamyonetleri de.
Çok daha önce nasıldı? Hani şu mahalli idareler seçimlerinde, haklı olarak tukaka edilen tek partili devletçi dönemde?
Tanzim satışları ve Devlet Gıda Kurumları eliyle ve de çarşıda satılan besinlere “narh” adıyla resmen fiyat koyarak, uymayanları yakalayıp teşhir ederek v.s. v.s.
Şimdi nasıl olabilir? Mesalâ hizmetkâr hükümetin meclisten yasa çıkarma, Sayın Cumhurbaşkanının Yasa Hükmünde Kararname çıkarma hakları ve yetkileri var. Bu gücü yaygın olarak uygulamaya geçirirler, olur biter.
Olur mu hiç? N’oldu, derler, “Hür teşebbüs” ve rekabetin fiyatları dengelediği iddiası? v.s. N’oldu, derler, tek parti dönemi yakınmaları, adama sorarlar.
Alış veriş kuyrukları sorunu boşuna tartışılıyor.
Özetle; Manavda, pazar, market ve çığırtkanda rekabet sonucu zerzevat satışları her yerde ucuzlarsa, kuyruk neden olsun? Ama o zaman Tanzim’ler batar!..
Yönetimler liberal ise, bu fiyat serbestçe oluşur. Yönetim devletçi ise, bunu zorla kendileri yapar.
Serbest girişimci devlet örgütü, manavlık yapmaya kalkarsa, rekabeti önlemek için “demir yumruk” kullanma ihtiyacı duyacaktır.
Nitekim, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak açıkladı;
“Doları Demir Yumrukla, aşağı indirdik” dedi.
***
Bunca ticaret, iktisadî siyaset ve ideolojik kokulu lâfazanlık, bol keseden edilmedi. Benim de onüç yaşımda portakal ticareti yapmışlığım ve bu konuda tecrübem var.
Ortaokulda yatılı okurken, okul taksitlerini sıkıntıyla ödeyen aile, cep harçlığı konusunu biraz es geçiyor olmalıydı. Biz üç kafadar yakın arkadaş, okulda diğer öğrencilere portakal satmaya ve bu sorunu böylece çözmeye karar verdik.
Bir cumartesi günü, o zamanki Haliç kıyısında bulunan büyük sebze ve meyve Hal’ine neşe içinde gittik. Pazarlıkla bir kasa portakal aldık. Haliç kıyısında taşımacılık yapan bir sandala, üçümüz birden, portakal sandığı ile birlikte atladık. Sandalcı kürekleri çekerek bizi Kadıköy vapurlarının kalktığı yere götürdü. Parasını verip zorla iskeleye çıktık. Portakal sandığını sırayla taşıyarak okula vardık. Okul cumartesi tenhalığındaydı. Portakalları bir sıranın üstüne koyduk yorgunluktan oracığa çöktük.
İçimizden biri, acaba bu portakallar tatlı mıdır, sakın ekşi çıkmasın, dedi.
Yanıtı benden geldi, kolayı var soyar bakarız, dedim.
Dediğimi yaptık, portakal güzeldi, lezzetliydi. Hoşumuza gitti.
Birer tane daha soyup yedik. Zaten yorgun ve açtık, iyi geldi, umutlandık.
Dışarıdan tek tük okula dönen öğrencilerin de dikkatini çekti, bu portakallı küçük topluluk. Böyle görüntüler genellikle çocuklara memleketten yiyecek bişeyler geldiğinde oluşurdu. Ve kıskançlık olmazsa bu nevale bölüşülür, bitirilirdi.
Öyle sanılmış olmalı ki. Bir ikisine ikram ettik, bitirdik. Satmak hiç mi aklımıza gelmedi. Evet gelmedi, o iş başkaydı arkadaşlık, dostluk başka...