Sürüp giden yada sürüp gelen demek daha yakışacak. Dehşet verici insan maceralarının kendine mahsus bir değişim ahengi, devreleri ve şaşırtıcı yanları vardır.Ne derler, tarih tekerrürden ibarettir. Gerçi Tarih Baba böyle demiyor!..
Geçmişte yaşananların, ibret almak için, merakı doyurmak için, intikam almak ve zafere varmak için bilinmesinin zorunlu olduğu kabul edilir. Geçmişle, geçip gitmişle ilgilenmek heyecan vericidir ve zevklidir. Çünkü yapılan, bir keşif işidir, gizi kadar yalanı da pek çoktur tarihin, uydurması da. İşine geldiği gibi eğer büker, ekler çıkarır, içini kahramanlarla doldurabilirsin. Dedikodu her zaman tatlıdır.
Tarih sahnesinde herkes kendini "haklı" olarak görür, yada şöyle söyleyelim herkes aynı anda hem muzaffer hem de "haksızlığa uğramış" olarak da görünmek ister. Buna mağdur olmak yada mağduriyet denir. Çünkü çok işe yarar.
Tarih geçmişi tanımladığı ve sergilediği kadar geleceği de biçimlendirme gayretindedir. Muhtemel geleceği deforme etmek çok makbul uğraşlardan biridir. Olayı masum göstermek için de, yapılanlara plân, program adı verilir.
Kaotik olarak algılanan geçmiş, aslında kendine özgü ritmi ile farklı dönemlere bölünebilir. Sebep netice ilişkisini izlemek için tarihin parçalanması gerekecektir...
Bu iş kendi doğallığı içinde organik yolla kendiliğinden çözülecek iken, bir kolaylık güdüsü ile tarih, yüzer yıllık, durumla ilgisi olmayan periyotlara bölünerek anlatılıyor. Asır, yüzyıl, siècle, century vs. gibi konuyla hiç ilgisi, bağlantısı bulunmayan yüzerli ayrımlara bölünmüşlerdir. Olaylar bu şablonlara uymayacağı için bu yöntem, olan bitene net bir aydınlık getirmez.
Sonuç, falan yüzyılın ikinci yarısı ortaları ile filân yüzyılın ilk yarısı içinde gibi gülünç tanımlamalar bir yana, giderek tarihî olaylara ad bile olmuşlardır. Onaltıncı yüzyıl bilmemnesi denir, sanki olaylar bu yüzlük sınırın içine yerleşmeye çalışacak biçimde yaşanmışcasına. Zaten yüz yıllar içerikleriyle birlikte önceden hazırlanmış, insanlara sunulmuş, onlar da zamanı geldikçe orada yazan kaderlerini yaşarlar, paylaşırlar. Böyle böyle tarih oluşur!..Hiç olur mu?..
Tarihi öğrenmenin ve anlamanın en kolay yolu, yaşananları yüzer yıllık bölümlerle ezberlemekten geçer, diye düşünenler yukarıdaki yorumdan hiç haz etmeyeceklerdir.
Örnek; "Yarın hafta başından itibaren Dijital Çağ'ın ilk yüzyılının üçüncü çeyreğine girmiş olacağız." "Çağdaş sanat, çağdaş zamanımızın en ileri devrinin ortasındadır." Böyle deyimler tarih meraklılarını da meraksızlarını da rahatsız etmiyor mu acaba?.
Zaman dilimleri gerçek ve sanal olarak iki türlüdür.
Çağ , devir eski zamanlarda yaşanan köklü değişikliklerin yarattığı etkilerin uzun süre yaşanmış olduğu zaman parçası. Uzunluğu yeni bir köklü değişime kadar gider. Çağ, yaratılmış sanal bir zaman birimi olduğu kadar, gerçek nedenlere dayalı olmasıyla da somut sayılır. Zaten çağlar, devirler adlarını da bu gerçekliklerinden alır, biraz karışık mı oldu ..
Asır veya Yüzyıl sanal bir zaman ölçüsüdür. Ellerdeki on parmağın on ile çarpılması sonucu elde edilen sayıdan ibarettir. Başlangıcı Hazreti İsa'dan itibaren yüzerli birimler olarak kullanılır.
Milenium ise, yakın zamanda icad edilen, asrın da on ile çarpılması sonucu ortaya çıkan sanal zaman parçasıdır.
Yıl, sene gerçektir, dünyanın güneş çevresinde bir tur atmasıyla bilinir, belirlenir.
Ay, yılın on ikide biri olarak kabul ve icad edilen sanal zaman birimidir. Hiçbir somut nedene dayanmamaktadır. Üstelik ayların boyutları da birbirine benzemez. Ancak daha önce kullanılan ve bu zaman bölümüne kendi adını vermiş olan mehtap farklıdır!
Ay, mehtap'ın konumlarına bağlıdır, romantik ve gerçektir. Ayın dünya çevresinde bir tur dönmesi ile sınırlıdır. Bir yılın içine oniki tanesi sığar ama tam olarak da oturtulamaz..
Hafta yedi günden oluşur, sanal bir ölçüdür. Hiç bir şeyin karşılığı değildir, sadece dinî temalarda geçer. Bir ayın içine dört tane sığar ama bir iki gün de artar.
Gün gerçek bir zaman dilimidir, dünyanın kendi etrafında bir tur dönmesi ile ölçülür.
Saat… daha küçük zaman dilimlerine hiç girmesek diyorum…
Mesalâ, Ayasofya'nın 24 Temmuz günü ibadete açılmasına, sosyal mesafeden haberi olmayan 350 bin kişinin katılmasından iki hafta sonrasını takvim yaprağına işaretledim. Covid-19'da pandeminin akıbetini o gün için tahmin etmek zor değildi.
Nihayet o gün geldi, tahminimiz aynen haber programlarında seslendirildi, pozitif test sonuçları birden bire yeniden artmıştı. Ama iki hafta geriye gidip, asosyal mesafeli 350 bin kişinin buluşma günü hiç kimsenin ne aklına ne dilinin ucuna geldi.