Başımızdaki yöneticiler iş yapmak istiyorlar. Evet de...
Herkesin sustuğu susturulduğu yada sadece birkaç yandaşın aferin, yaşa varol, büyüksün, gibi seslerinin duyulduğu ve okunduğu bir ortamda insana, insanlığa, ülkeye, dünyaya hayırlı işler yaptığını söylemek, pek mi marifet? Böylesini babam da yapar.
Asıl hüner, herkesin kendi meşrebince konuştuğu, kendi çıkarını serbestçe savunduğu, tartıştığı, itiraz, eleştiri ve öneriler ileri sürdüğü bir ortamda, her şeye rağmen başta ve ayakta kalarak insana, insanlığa, ülkeye, dünyaya hayırlı işler yapmayı göze almak ve bunu becerebilmektedir.
Başımızdaki muhterem zevatın ve onlara inandıklarını ve güvenmek zorunda olduklarını söyleyen, bunu da toplumsal ve tarihsel nedenlere bağlayan aklı evvel dostların atladıkları bişey yok mu?.. Olmaz mı?
Birey yok toplum var, hak yok vazife var. Bu dünya yalan öbür dünya hakıki, sus küçüğün söz büyüğün, ben bilmem başımızdaki bilir, halk haklıdır dolayısıyla halk dalkavukları da haklıdır, aykırı ses yanlıştır, fark yaratmak hainliktir...vs. gibi savunuların ademoğlunu nerelere sürüklediği realitesi, işte göz göre göre atlanan bişey varsa, bu şey'dir.
Madem sosyal ve tarihi determinizmden söz edildi, yukarıda sıraladıklarımın getirdiği sonuçlar da orada yazılıdır. Özetle denir ki, her çıkışın bir inişi vardır. Öyle olmasa yukarısı çıkıp da inmeyenlerle ana baba gününe dönmüş olurdu. Öyle mi? Hayır, yukarıları epey tenhadır, oraları hak eden çok azdır. Diğerlerinin ise, izi kalmaz demişler. Aslında lâf aramızda izi kalmayacak olanların umurlarında bile değildir bu dediklerimiz, onlar sadece günümüz dolmadan cebimiz dolsun yeter, şiarına inanırlar. Gerisi lâfügüzaf, zenginin malı züğürdün çenesini yorar misali, teselli babındandır, bu da onlara yetiyor.
Bu söylemin karşıtları da var tabii ki; eden bulur, ne ekersen onu biçersin, öfkeyle kalkan zararla oturur, alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste, dahası da var, hak yerini bulur, gün ola harman ola, hatta ilahî adalet'ten bile söz edilir ve nihayet Allah müstahakını versin bile denir ve bitirilir.
Bir insanın şef olarak seçilip başa geçirilmiş olması hiç tartışmasız çok önemlidir. Üzerine onu tüm seçenlerinki kadar yetki ve sorumluluk yüklenmiştir de ondan. Bu önemi de, asıl onu seçenler yani ona yetki ve sorumluluk devredenler hisseder ve kabul eder. Felaketler ise seçilenin bu dediklerimizin ötesinde kendini kişi olarak önemsemeye başlamasıyla başlar. Ve bu da çoğunlukla tatsızlıkla sonlanır.
Oysa tersi de vardır. Naçiz bedeninden bahsedenler, olmaya devlet… diyenler gibi...
Şu fani dünyada her şey boş ve anlamsız, var olmak için bir şeyler yapmaya ve uğraşmaya değmez, demek kadar...
Şu ölümlü dünyada her şeyi önemsemek, anlamlı kılmak, iyilik güzellik, dostluk ve mutluluk adına var olmak için bir şeyler yapmaya ve uğraşmaya değer, demek de vardır.
Bu iki zıt bakışta anahtar sözcük 'dostluk' olmalı. Kendini ve diğerini sevmek anlamındadır. İster başa geç, ister başa geçir.
Ne diyorsun?..Bütün bunlar konuşulurken insanlar harcanıyor, kırılıyor birer birer, yok ediliyor, yok sayılıyor… sen ne diyorsun?..
Yine ister günlerini muhalefet adına, karamsar yakınmalarla ve yazılarla doldurmaya devam et… İstersen yandaşlık adına, iyimser Polianna gibi her şeyi yolunda lây lây lom diye görmekte ısrar et. Yok eğer, her iki yol da aklına yatmadıysa, o zaman geriye mücadele etmek, uğraşmak, tartışmak, umut etmek, direnmek ve vazgeçmemekden başka ne kalıyor ki?.. Çorbada tuzunun olması yani.
Bilinen hikayede ‘kral çıplak’ diyen bir çocuktur. Tarihte ise, her Kral’ın etrafını saran yalaka kalabalığından başka, onun bir de soytarısı vardır, olmalıdır da. Her daim onun hemen yanıbaşında duran ve yüzüne karşı konuşulamayan ne varsa, her şeyi onun yüzüne doğrudan söyleyebilen!..
Bu yazıdaki reel politik örnekleri ya da çağrışımların eksikliğini de lütfen siz tamamlar mısınız?.
----------o-----------