Arılar tek başına yaşayamaz, insanlar da öyle. Robinson olmak için bile bir Cuma’ya ihtiyaç vardır.
Başkaları ile bir arada olmak kaderimizdir. Unutmayınız ki siz de onların başkalarından birisisiniz.
Bu kader birkaç biçimde meydana gelebilir. Ya sizin dediğiniz olacaktır, ya başkasının dediğine uyacaksınız.
İyi de, her zaman olduğu gibi, ya o söz dinlemezse, siz onu pataklayacaksınız, ya da siz onu dinlemezseniz, bu kez o sizi pataklayacak.
Aklınıza bundan başkaca bir çözüm gelmiyor mu? Ne diyeyim size?..
İşte dünyamızın, dolayısıyla ülkemizin de bu günkü hali, pür melâli budur!..
Dünyadan söz ediyorum. Bu kelimeleri yazdığım andaki dünyadan. Bu kelimelerin yazıldığı masadan bakınca, pencereden ve tivi ekranında sergilendiğini gördüğüm dünyadan.
Bakıyorum da artık hükümetler oy aldıkları ve almadıkları insanları temsil etmiyor ve onlara yetmiyor. Rakamlar ise yaşanan zamanı açıklamaya yetmiyor.
Sokaklar, meydanlar, pankartlar, bez bantlar ve hançerelerini yırtarcasına bağıranlar bir yanda…
Karşı yanda, gaz, cop, basınçlı su, bariyerler, ister plastik ister kurşun mermiler hiç eksik değil. Bu, ne bu?..
Olabilir mi, sokaklarda bağrışanlar hep yanlış ve haksız, gaz ve kurşun sıkanlar hep doğru ve haklı, bu olabilir mi?..
Demokrasiye yani halk yönetimine hâlâ inanan varsa diyorum, yerinden yönetimden neden bu kadar çekinilsin ki? Korkmayın! Siz yine sarayda oturursunuz. Daha ne…
***
Bir yönetici herşeyi, her yönüyle bilemez. Bilmesi de gerekmez. Bilse zaten yöneticiliğe soyunmaz, işine gücüne bakardı.
Yönetici neyi bilir, bilmelidir? Kendine doğru dürüst danışmanlar seçmeyi, , çeşitli şeyleri iyi bilenler arasından elbet ve işe yarayanları görevlendirmeyi.
Söylemeye gerek yok, bir de havayı iyi koklamayı, yerel yönetime güvenmeyi ve de özgür basına iyi tahammül etmeyi. Ediyor mu? Hayır edemiyor.
İşte bu duyarlığı yitirdiği zaman, yönünü de yönettiklerini de kaybedebilir. Tarih kitapları böyle örnekleri sıralamak için sayfalar dolusu dil döker durur.
Danışman ne derse desin, bazı esaslar hiç değişmez. Karşıtını yok edersen yok olursun. Beyaz tebeşirle yazdığın kara tahtaya kapkara diye kızar da beyaza boyarsan, kara tahta ile birlikte yazdığın yazı da kaybolur.
En aydınlık yazılarını, evet beyaz kâğıda, ama simsiyah harflerle dizmiyor musun? Fark edilebilen her şey şu evrende, farklılıklardır sadece.
Danışmana gerek yok, bunu bilirsin. Hayalinde dene bak, farkı kaldır, kâinat yok olur!
Şunu da yine düşünde dene; oturduğun odada ne varsa, ama hepsinin kireç kuyusuna düşmüş gibi, bembeyaz kesildiğini düşün. Tek bir nokta bile renkli kalmasın. Şimdi kendini yokla, ne kadar dayanabilirsin buna?
İşkence yollarından biri, kişiyi mutlak sessizlik odasında uzun zaman geçirmeye zorlamaktır. Yada tek notada, tek volümde, biteviye bir ses, o da aynı kapıya çıkar.
Şunu yapmayın!.. Danışmanınızdan farklı kelâm ediyor diye, kimseyi susturmayın. Sonra o danışmana mahkûm olursunuz. Kukla gibi, diyen biri çıkar, onu da susturmak gerekir. Bu böyle nereye kadar gider?
Bırakın yediğiniz yemeğin tuzu da olsun, biberi de olsun, biberi bazen fazlaca da olsun. Aşçıbaşını pataklamaya, canından bezdirmeye değer mi? Allahın günü sade suya tirit, yavan çorba içmek daha iyi mi ki?
Bırakın herkes dilediğini söylesin. Beğenmezseniz, indinizde beğendiklerinizin değeri artar.
Neyden çekiniyorsunuz artık? Dört yılınız güvencede görünüyor.
Tadını çıkarın, tuzunu çıkarın, ama bir işin suyunu da çıkarmayın artık, lütfen!
Bırakın pek hoşlanmadıklarınız da hayatın tadını kendilerince biraz çıkarsın. İlle ağızlarına biber sürmeniz mi gerekiyor. Onların da dilleri, dinleyenleri olsun, n’olacak ki?
Tarihten bir ses geldi gibi kulağıma, "Dünyada her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır."
Ayrıca şunu da açıkça söylemeliyim ki, ben bu ülkede kendisine durmadan hakaret edilen bir Cumhurbaşkanı görmek filân da hiç istemiyorum.
-------------o--------------