Var olan her şey ortaya çıktıktan sonra, bilinmek, seçilmek, hatırlanmak üzere, isimlendirilir. Ama nedense sonradan verilen adlandırmalar, sona değil de yukarıya, en başa konur, bayrak gibi.
Doğumdan sonra verilen isim ve uzun yıllar süren eğitimin sonunda elde edilen unvan, en önce yazılır, söylenir. Kişi, ona sonradan verilen ama en öne konulan bu tanımlamaların gölgesine sığınır, orada eylenir ve öyle anılır.
Meyve sineği de denilen, toplu iğne başı kadar ufacık, uçuşup duran, tam teşekküllü sirke sineği de bu evrende aynı kaderi paylaşır.
Yumurtadan çıktıktan sonra, hepi topu üç beş gün sürecek ömrü içinde, varlığını tehlikelerden sakınır, karnını doyurur, bir eş arar, bulur, çoğalır ve bu âlemle vedalaşıp gider.
Bilim dünyasındaki değeri gibi, kendisine verilen Drozofila adını da hiç bilemez. Bu doğru mudur acaba?..
Söz temsili, bir Drozofila günün birinde, kendi dünyasını ve diğer hemcinslerinin evrenini, tanıma amacıyla yorumlamaya, kanunlarını ve tarihini yazmaya kalkışsaydı neler olurdu dersiniz?
Aynen biz insanların yaptıkları gibi olurdu.
Tıpkı bizler gibi bilmediğini uydurur, anlamadığını yakıştırır, olmayanın hayalini kurar, varsayımları kabul eder, ille her şeyin farkında olduğuna diğerlerini de inandırmaya çalışırdı.
İkna olmadan göçüp gidenleri akılsız, bilgisiz ve geri kalmış olmakla suçlardı. Henüz gitmemiş köşede kalanlara gelince, yani düş kırıklığı içinde acı çekenler, şiir yazanlar, musikî icra edenler, kayalara kabartmalar oyanlar, suçlanmayı reddedenler, muhalefete düşmüş, varlığın iki çeşit yorumundan birini benimsemiş ve orada kümelenmiş olanlar ise diğerlerini, duruma göre ilerici yada gerici hayalperest olmakla suçlarlardı.
Mevcut fikir toplulukları içinde bitürlü mutlu olamayanlar, telâşla kitapçılarda, orada olmazsa kütüphanelerde uçuşup, buldukları her şeyi okumaya girişirlerdi. Bir kitap da kendileri yazsın, kitap raflarına armağan olsun isterlerdi.
Bütün yeni kitapların ve onların içindekilerin yazılıp bitirildiği andan itibaren, hızla tarih kitabı haline dönüştüğünü fark ettiklerinde de kaygılanırlardı. Kitaplarının hangi rafta pineklemesinin gerektiğine acilen karar vermeye çalışırlardı.
Bunca okuyup neler öğrendiklerini düşünürsek bunu yapmaları zor olmamalı. Ayrıca zahmete ne gerek var, zaten, kütüphane arşivcisi o kitabı diğer rafdaşlarının sıralandığı uygun yerlere eklerdi. Hiç bişey olmasa dahi sahaflar çarşısı diye fevkalâde işlevsel bir yer vardı ya!...
Bu kadar okuyup ilgilendikten ve bilgilendikten sonra Drozofila, bütün bu karmaşık yığıntının, aslında iki karşıt çaresizlik içinde, sırayla bir o yana, bir bu yana savrulması sonucu oluşmuş iki ucu açık, iki rafta toplandığını anlamış olacaktı;
İdealist olanlar rafı, Materyalist olanlar rafı!..
Bir Drosophila'nın kaleminden…