Bugünlerde hayat bizi katman katman imtihan ediyor. Hiç bilmediğimiz, olsa olsa patlamış mısır yiyerek izlediğimiz birtakım felaket filmlerinde gördüğümüz ve sonra sinemadan çıkıp unuttuğumuz bir senaryoyu canlı yayında yaşıyoruz. İnsanlık, toplumlar ve birey olarak yaşam dilimimizde daha önce karşılaşmadığımız (bazı pandemiler yaşandıysa da böylesi ilk kez oluyor) bir sorunla karşı karşıyayız ve bu konuda dünya üzerinde yapılmış bir plan olmadığı da acı bir şekilde ortaya çıktı.
Sosyal medyadaki çeşitli tartışma gruplarını izliyorum ve elbette hastalarım da bana soruyorlar. Her gün bir uzman, bir makale, yeni bir tedavi protokolü, yeni bir ilaç gündeme geliyor. Birileri bu ilaç işi çözüyormuş diye ortaya çıkıyor ve sonra o ilacı bulmak için uğraşıyor insanlar. Filanca ilaç koruyucu, önleyiciymiş diye bir haber çıkıyor, yine ortalık birbirine giriyor. O ilacı farklı dozlarıyla kullananlar, yan etkileri ortaya çıkanlar, aman kullanma diyenler, mutlaka kullan diyenler gırla gidiyor. İşin ilginç yanı bu tartışmaların tamamen hekimlerin olduğu platformlarda da aynı şekilde sürmesi. Daha da kötüsü bu ilacı yıllardır kendi hastalıklarıyla ilgili kullananların, depolayanlar nedeniyle, ilacı bulamaması, ulaşamaması. Üç gün önce çok az satılan ve ucuz bir ilaçken, şimdi almak isteyenlerden bu ortamda kendi hastalığı ile ilgili kurul raporu istenmesi.
Bu hastalık, ya bana da bulaşırsa, ya ölürsem paniği yarattı ve panik dalga dalga da yayılıyor. Bu ruh haline yakalanmış insanlar, ortalıkta bir aklı selimin olmaması nedeniyle daha fazla endişe içinde. Aklı selimin olmaması derken, dünya ölçeğinde konuşuyorum. Farklı ülkeler farklı tepkiler veriyorlar ve sonra verdikleri kararın 180 derece zıttını uygulayabiliyorlar, İngiltere örneğinde olduğu gibi. İtalya gibi gelişmiş ülkelerde salgının kontrol edilememesi de dehşeti artırıyor. Bu ortamda bireylerin sakin davranmalarını beklemek zor. Üstelik tüm bu hastalık dehşetine, bir de yarattığı ekonomik çöküntü eklenirken.
Belki deneyimli bir hekimin öğütleri işe yarar. Ben tıbbiyeyi bitireli 35 yıl oluyor, 30 yıla yakındır da beyin cerrahisi uzmanı olarak görev yapıyorum. Dünyanın pek çok ülkesinde tıp uygulamalarını görme, içinde olma fırsatım oldu. Bunca yıldır insan organizmasını ve verdiği tepkileri anlamaya çalışıyorum. Birçok hastam kendilerindeki hastalıkla ilgili ikinci, üçüncü fikir almak için dolaşırlar. Ben hastayı görüp fikrimi söylediğimde hayretle, "bir başka uzman arkadaşınız tam tersini söyledi" diye anlatmaya başlarlar bazen. Ya da bizim konseylerimizde hastamıza yapılacak tedaviyi tartışırken farklı öneriler çıkar ve tartışarak doğrusunu bulmaya çalışırız.
Pek çok hastalıkla ilgili Uzlaşma Konferansları yapılır, Tedavi Algoritmaları, Tedavi Rehberleri yayınlanır. Bunları tarih içerisinde izlerseniz, bir dönem yapılan ve o dönem güncel olan bir tedavinin aradan geçen zaman içinde terkedildiği ve hatta zararlı olduğunun ortaya çıktığı hastalıklarla karşılaşırsınız. Hekimler bunu bilir, onun için Kanıta Dayalı Tıp diye bir kavram ortaya çıkmıştır ve gerçekten tüm dünyada uygulanacak bir tedavinin benimsenmesi için yıllar boyu süren zorlu bir laboratuvar ve klinik çalışma süreci gerekir. Yıllar önce beyin cerrahisinde beyin kanamalarından sonra gelişen damar büzüşmesinin tedavisiyle ilgili deneyimimizi paylaştığım bir kongrede, son derece basit ve ucuz olan bu yöntemin neden herkes tarafından uygulanmadığını sorduğumda, Amerikalı bir bilim insanı olan ve Amerika'nın en üst sağlık kuruluşu olan NIH de çalışan arkadaşım "ama Talat sen bunları kontrollü bir çalışmada kanıtlamadığın sürece bu bilgi bir işe yaramaz" demişti. Yani bu yöntemi bir kısım hastaya uygulayacaksın ve bir kısmına uygulamayacaksın, uyguladıklarındaki başarı istatistiki olarak uygulamadıklarından çok yüksek olacak ki, bir değeri olsun. Oysa ben inandığım ve yararını gördüğüm bir tekniği tek bir hastam da bile uygulamamazlık edemezdim, ama arkadaşım da bir başka açıdan haklıydı.
Yazdıklarım belki çok teknik, ama anlatmaya çalıştığım şey şu. Tıpta bir tedavinin işe yarayıp yaramadığını anlamak için çok kontrollü, çok planlı koşullarda yapılan çalışmalardan bile bazen sonuç alınamamakta. Hastalık düzeyinde baktığımızda aynı ilaç bir hastada işe yararken bir başkasında işe yaramamakta. Hatta bazen bu çalışmalarda plasebo dediğimiz, yani içinde ilaç olmayan hapı alanlarda olumlu sonuçlar görülebilmekte. Ya da ilaç yalnızca küçük bir alt grupta yarar göstermekte. Tüm bunlar insan organizmasının karmaşıklığı, yaşadığımız çevrelerin, beslenme, yaşama biçimlerimizin farklılığı, hastalık aynı bile olsa bulunduğu bedenin başka başka özellikleri olduğundan meydana geliyor. Nitekim bu Koronavirüs de örneğin çocuklarda neredeyse hiç hastalığa neden olmuyor, erişkinlerde de çok çok hafif atlatanlar olduğu gibi, ciddi ölüm oranlarına da ulaşılabiliyor bazı yaş ve eşlik eden hastalığı olan gruplarda.
Bugün içinde bulunduğumuz ortamda bilim insanları hastalık yapan virüsle mücadele etmek için her şeyi yapıyor. İlaçlar, tedavi kombinasyonları deneniyor, aşı çalışmaları yapılıyor. Normalde çok ince eleyip sık dokuyan, bir yayını kabul etmeleri çok zor olan dergiler bile birkaç ay içinde yapılmış çalışmaları belki bir yarar sağlar, okuyanlar da yeni fikirler oluşur diye daha hızlı ve kolay yayınlıyorlar. Örneğin bu yayınlarda çok konuşulan bir ilaçla ilgili olarak işe yaradığını ve yaramadığını gösteren iki ayrı çalışma okudum daha dün. Ancak tıpla hiç ilgisi olmayan insanlar ya da uzmanlıkları başka alanda olan hekimler de bu yayınları okuyup (ki bu yayınların metodolojisini anlamak bile düz hekimlikten fazlasını, ciddi uzmanlığı gerektirir, mesela benim anlamadığım yerler oluyor) bilgiç bilgiç tartışıp hatta önerilerde bulunabiliyorlar ve kaotik bir ortam yaratılıyor.
Benim kanaatim bu atmosferde yapacağımız en doğru şey, sükunetimizi korumak. Yararını kesin olarak bildiğimiz koruyucu önlemleri uygulamak. İzolasyona, hijyene dikkat gibi. Hastalandığımızda da panik yapmadan tedavi kuruluşlarına başvurmak. Neredeyse her gün güncellense de, hastalığa iyi gelme ihtimali olan ilaçlar bu sağlık kuruluşlarında hastalara veriliyor. Bu süreçte bağışıklık sistemimizi güçlendirdiğini bildiğimiz C Vitamini almak, bedenimizin restorasyonunda önemli rolü olan uykumuzu iyi uyumak (hatta mümkünse gün içinde de bir saat uyumak), hafif egzersiz, kitap okumak gibi aklımızı ve bedenimizi sağlam tutacak küçük önlemleri uygulayabiliriz. Mesela ben her gün iki sudoku çözüyorum. "Koronavirüse karşı yararı olur mu bilmiyorum, henüz tedavi algoritmalarında yok", ama benim dimağımın sakin ve huzurlu olmasına yarıyor. Eğer merak ediyorsanız da söyleyeyim, ben herhangi bir ilaç kullanmıyorum koruyucu olarak, C vitamini haricinde.
Belki sizi gülümsetir, belki de düşündürür Google doktorluğuyla ilgili bir öykü. Geçenlerde yüksek eğitim görmüş, entellektüel bir hanımefendi geldi ofisime. Tıp dışı bir alanda doktora yapmış birisiydi. Kendisinde saptanmış olan hastalıkla ilgili yapılan incelemeleri verdi. Ben radyolojik tetkikleri inceleyip kendisine durumunu anlatmaya başlamıştım ki sözümü kesti. Doktor bey dedi, hiç de sizin dediğiniz gibi değil. Bunu derken de, bu nasıl profesör olmuş gibi bakıyordu. Ve kendi hastalığıyla ilgili bilgi vermeye başladı. Yaklaşık on dakika kadar anlattı, itiraf etmeliyim dersine iyi çalışmıştı, sistematik olarak okunacak pek çok şeyi okumuş, basit hasta bilgilendirme sitelerinden başlayıp uzmanlık gerektiren makalelere kadar devirmişti literatürü, ama ben bir dakika sonra durumu anlamıştım. Konuşması bittiğinde de çok iyi hazırlanmışsınız ama yanlış hastalığa çalışmışsınız sizde olan hastalık o değil, izin verirseniz ben anlatayım dedim. Gerçekten de bambaşka bir hastalığa dair günler geceler boyunca okumuş, karabasanlar görmüş, farklı tedavi yöntemlerini araştırmış, tedavilerin başarı yüzdelerini ezberlemiş, neredeyse hayatından bezmişti. Doğrusunu öğrenince başladı ağlamaya, sevinçten midir, günlerin gerginliğinden midir bilemedim. Böyle bir travmanın bedeninize ve ruhunuza vereceği zararı tahmin bile edemezsiniz. Tabii herkesin hakkıdır, bu araştırmaları yapmak, okumak, ama inanın bana çok işinize yaramayacaktır.
Ece Ayhan’dan bir dörtlükle bitireyim yazımı. Bugünlere nasıl da cuk oturuyor:
"Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür."