Anlatsalar ben de inanmazdım ama ayniyle vaki oldu. Cuma günü öğlen yemeğini dükkanda yedikten sonra, bizim çırak Ali'ye izin vermiştim. "Oğlum kahvemi getir de öyle gidersin" dedikten sonra yediğim incik kebabının verdiği rehavetle gözlerim kapanmış.
Efendim biz hakiki İstanbulluyuz. Büyük dedemiz, Sultan Hamid'in Esvapçıbaşısı İsmet Bey'in damadının eniştesiymiş. İsmet Bey'in büyük sultanın süt kardeşi olduğu söylenirmiş. Sultan Hamid Han pek severmiş kendilerini. Büyük dedemizin yeğeni Saray'a damat olunca eniştesini unutmamış tabii. Kapalıçarşı'da Sandal Bedesteni'nde büyükçe iki dükkanı kendisine bağışlamış. Büyük dedemiz de ipek halıya meraklı olduğundan taa Afganistan'dan, İran'dan ve Anadolu'nun her yerinden halı getirir satarmış.
Yıllardır biz de aile işimizle uğraşırız. Dünyanın her yerine en güzel ipek halıları satmışızdır. Nice saraylarda, dünyanın en zengin insanlarının malikanelerinde bizim halılarımız vardır. Çok şükür halimiz vaktimiz yerinde. Boğazın Anadolu yakasında mütevazi bir yalımız var, orada ikamet ederiz.
Evvelsi gün yalının kapısının önüne son model beyaz bir cip park etmiş. İçinden sinekkaydı traş olmuş, jilet gibi takım elbiseli iki genç indi, kapıda zuhur etti. Beni sormuşlar. Buyur ettik. "Efendim" dediler, "Biz Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri ve Bilcümle Hayadidin Vakfı'ndan geliyoruz. Sizin yalı ve Kapalıçarşı'da, Sandal Bedesteni'ndeki dükkanlar bize devrolundu." Ciddiye almadım tabii. "Evladım bir yanlışınız var herhalde" dedim. "Biz çarşının eskisiyiz, yalı da 150 yıldan fazla ailenin mülkiyetindedir."
"Yok efendim" dediler, "Son kararnamede, Kapalıçarşı külliyen Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri ve Bilcümle Hayadidin Vakfı'na geçti. Sizin yalı da vakıf malıymış, teslim almaya geldik." Böyle efendiden de çocuklar. Birisi nezle gibi burnunu çekip duruyor, ellerinde resmi gazetenin son nüshası, aynen söyledikleri gibi.
"Bakın çocuklar yanlış anlamayın da ben yıllardır oyumu Reis'e veriyorum. Başdanışman beyfendiyle de hasbıhalimiz vardır. Saray için bizim ipek halılara bakmıştı. Hatta dört beş tane de numune gönderdik. Epey zaman geçti üstünden, beğenirlerse bakalım nasip kısmet. Şimdi nerden çıktı Sultan Beyazıt bilmem ne vakfı, yapmayın etmeyin." İnsan korkuyor tabii. Kötü zamanlarda yaşıyoruz. Malın mülkün de garantisi yok. Her an birileri üstüne çökebilir.
"Bir kolayını buluruz siz merak etmeyin. Sonuçta vakıf malı. Bir üstümüze geçirelim. Uygun fiyata yine size kiralarız. Napıcaz zaten bu kadar malı mülkü. Biz hayır hasenat için varız, değil mi efendim. Rahmetli Sultan Beyazıd Han ne babası, ne oğlu gibi cengaver, fütühatçı bilinir amma Âl-i Osman'ın iman hususunda en kuvvetli hünkarıydı."
Yavaş yavaş sinirlenmeye başladım. Ulan Cem Sultan az daha cevval olaydın da sen geçeydin ya başa, bak memleketin talihi nasıl dönmüştü. Avrupa Birliği'nin kurucu devleti biz olurduk vallaha.
"Siz şimdi kahvenizi içtiniz, ben sizi yolcu edeyim, sonra bir iki telefon eder, işi çözeriz inşallah" deyip yolladım delikanlıları. Dur bakalım başbuğa mı ulaşsam, partiden mi yürüsem? Önce Ali'ye telefon edeyim de kıymetlisinden iki tane ipek halı hazırlasın bakalım" derken uyanmışım, karşımda Ali "Rasim Bey kahvenizi şöyle bırakıyorum" diyor.
Not: Sözlüğe bakmaya üşenenler için hayadidin, haydutun çoğuludur.