Biz insanız. Zaaflarımız var, güçlü yanlarımız var. Korkularımız, tedirginliklerimiz var. Cesaretimiz, irademiz var. Bir çok hayvan gibi kendimize belli bir korunma alanı çizip orada geçirmiyoruz ömrümüzü. Durağan bir yaratık değiliz, değişiyoruz, keşfediyoruz. Bilmediğimiz, anlamadığımız şeyleri anlamaya çalışıyor, akıl yürütüyor, deney yapıyoruz. Doğal çevreden, iletişimde bulunduğumuz insanlardan, gelişen teknolojiden etkileniyoruz. 21. yüzyılda yaşıyoruz. Bilim insanlık tarihinin en üst aşamasına gelmiş. Bilimsel bilginin ikiye katlanma hızı olağanüstü artmış. Fizik, kimya, biyolojide ilgili bilimleri ileriye taşıyan yeni yöntemler gelişmiş. Disiplinler arası işbirliği her gün artıyor.
Buna rağmen yanıtını veremediğimiz çok şey var. Evrenin sonsuzluğunu ve başlangıcını kavrayamıyoruz, ölümü çözemedik. Rastlantıyı, şansı anlayamıyoruz. Bir hayata doğuyoruz, yaşıyoruz, ama hep karanlık bir yanı oluyor. Bir dakika önce, on dakika sonra evden çıkmakla pek çok şey değişebiliyor hayatımızda. Biz yaşamaya devam ederken, yakın-uzak insanlar ölüyor, aramızdan ayrılıyor, nereye gittiklerini bilmiyoruz. Tarih boyunca dinler ve felsefe ile bu sorulara çözüm aramış insanlar. Metafizik, astrolojik, ezoterik öğretiler gelişmiş, ama yanıt bulunamamış. Çok tanrılı dinler, tek tanrılı dinler insanlık tarihinde bilinemeyene yanıt olmaya çalışmış. Olabilmiş mi? Sanmıyorum.
Bu kadar karmaşık bir dünyadan göçtükten sonra, her şeyin mükemmel olduğu, insanın tüm hazlarına cevap verecek bir cennet veya sonsuza kadar ızdırap çekilecek bir cehennem, inananları da ikna etmiş gibi durmuyor. En inançlı, en köktendinci insanlar, dinin tüm gereklerini yerine getirenler bile, ölümden korkuyor. Defalarca şahit oldum mesleğim gereği. Ya da pek çok, kötü, zalim, katil, dinin günah diye tanımladığı ne varsa onu gündelik yaşamı haline getirmiş insan, dindar olabiliyor ve cehennem korkusu olmadan kötülük yapmaya da devam ediyor. Tek tanrılı dine inanan milyarlarca insan için durum dün de böyleydi, bugün de. Kimi musevi sinagoga, hristiyan kiliseye, müslüman camiye gidip tanrıya karşı vazifelerini yerine getirdikten sonra, yalan da söylüyor, rüşvet de alıyor, yolsuzluk da yapıyor, küçük çocukları da istismar ediyor. Örneğin, İslamiyet'te en büyük günah birinin canını almakken, ülkemizde neredeyse her gün bir adam bir, kadını öldürüyor. Muhtemelen bir çoğu, cinayet saatine kadar orucunu da tutan, namazını da kılan bireyler.
Kutsal kitapları okuduğunuzda, her çağa uyacak kesin, net, kolayca anlaşılacak metinler olmadığını görürsünüz. Bu nedenle kutsal kitaplar ortaya çıktıkları andan itibaren çeşitli tefsirlerle var olmuş. Bu durum metinlerin neredeyse satır satır yorumlanmasına yol açmış ve aynı kitaptan farklı tefsirlerle onlarca mezhep doğmuş. Aynı mezhepten olanlar arasında bile aynı kitabı farklı yorumlayanlar oluyor. Bugün ülkemizde satılan Kuran'ın meallerinden kimileri, ayetleri tefsirleriyle birlikte veriyorlar, yani o ayetten ne anlamanız gerektiği de, meali hazırlayanların yorumuyla size sunuluyor. Ülkemizde yaşayanların kahir ekseriyetinin Müslüman olmasına karşın, büyük çoğunluk inandıkları dinin kitabını okumamış. Bu durumda birileri insanlara dinlerini anlatmaya soyunuyor ve bunu kazancı iyi olan bir işe dönüştürüyor.
Çağlar boyunca sonranın bilinmezliği, insanları kendi çıkarları için etkilemekte mahir, kurnaz, "zeki", hırslı insanlar tarafından kullanılagelmiş. İnsanlar kendilerini ölüm karşısında dehşete, endişeye, kaygıya düşüren ruh halinden, bu insanlara tutunarak, dinin vadettiği sonraki hayatın düşüyle kurtulmaya çalışmış. Eski zamanlardan beri din bezirganları, cennetten arsa satmış, cennet garantili dualar, muskalar, yanmaz kefen bezleri vb. pazarlayarak, ceplerini doldurmuş. Cinci hocalar, dolandırıcı vaizler, mucize satanlar hep insanların bilinmeyen karşısındaki zaafını kullanmış. Kimi din adamları toplum içindeki ayrıcalıklı konumlarını kullanarak akıl almayacak şeyler yapabilmişler. Dünyanın her yerinde kendisinin daha doğru yorumu anlattığını söyleyen tarikat liderleri, şeyhler türemiş, türüyor, etraflarına geniş kitleleri topluyor ve yine dünyanın her yerinde kimi siyasetçiler bu adamları (hepsi adam, tek bir kadın bile bulamazsınız içlerinde) koruyup kolluyor. Cahil ve yoksulluğunu sorgulamayan kitlelerin öyle kalması için bu adamlardan medet umuyor.
Türkiye örneği bu açıdan ibret verici. Dini cemaatler, tarikatlar güçlendikçe güçleniyor. Devleti her düzeyde ele geçirmeye çalışıyor. Devleti ele geçirmek için fütursuzca darbeye teşebbüs ediyor. Biri sahneden çekilirken onlarcası oradan buradan ortaya çıkıp, ahtapot kollarıyla devletin her noktasına nüfuz etmeye çalışıyor. Kendi içlerinden birinin beyan ettiği gibi silahlanıyorlar da. 20 yıldır ülkeyi yönetenler bu cemaatlere, tarikatlara en üst düzeyde imkan tanımakta, bu grupların mensuplarını devletin kilit kademelerine yerleştirmekte beis görmüyorlar. 21. yüzyılda tarikat dediğin, dini kendine göre yorumlayarak mürid devşiren, başta şeyh, üç beş cemaat elitinin zenginleştiği, holdingleştiği bir düzeneğin adı olmuş. İşsizliğin tavan yaptığı, üçte birinin açlık, yoksulluk sınırında yaşadığı bir toplumda, bireyler cemaatin bir parçası olmakla kimlik buluyor, çekilen zikirlerle rahatlıyor, cemaatin "network"ü iş, aş bulmasında yardımcı oluyor. Sonuçta onbinlerce insan hikmeti kendinden menkul bir adamın müridi olup, onu zenginleştiriyor. Sistemin pürüzsüz sürmesi için tarikatlar siyasete de bulaşıyor ve iş o raddeye varıyor ki, şeyh dedi diye suçsuz insanları hapse atmak için kumpas kuruyor, darbeye teşebbüs edip insanları öldürüyor, gidip savaş uçaklarıyla millet meclisini bombalıyor. Bir başka tarikatta, şeyh müridlerinden birinin küçük kızını istismar ettiğinde ortaya çıkan gerçekler işin ürpertici boyutunu gözler önüne seriyor.
Tüm bu tarikatların, cemaatlerin ve onlarla birlikte hareket eden, dini siyasete alet eden siyasilerin, eninde, sonunda başarısız olacaklarını düşünüyorum. Çünkü öğretilerinin temelinde insan sevgisi yok, iyi insana rehberlik edecek söylemleri yok. Hayatı, kendi dünyalarına yakın olanların yandaşlığında algılıyorlar. Diğer insanlar için içlerinde öfke, nefret, kin birikiyor ve bunlar çeşitli biçimlerde dışa vuruluyor. Tarikat dünyası, bizden olmayan ötekidir anlayışıyla var oluyor. Tasavvufun iyi ahlakı, hoşgörüyü, diğerkamlığı öğütleyen söylemi, Mevlana'nın insanı manevi dünyasında yükseltip maddi dünyada tevazuya yönelten öğretileri, sevginin, şefkatin ön planda olduğu kapsayıcılık bugün İslam dünyasına hakim olan anlayışın çok uzağında. Sağ popülist, vahşi kapitalizme entegre, kâr sarhoşluğuyla gözü dönmüş, hoşgörünün yerini kindarlığın aldığı, şiddeti açıkça kınayamayan, hatta zaman zaman şiddeti bir enstrüman olarak kullanan bir zihniyet İslam dünyasında ağırlık kazanmış. Judeo-Hristiyan dünyanın ürettiği ekonomik ilişkiler, asla vazgeçmedikleri emperyalist yaklaşım ve iki yüzlü medeniyet anlayışının, gezegenimiz ve üzerinde yaşayan insanlara yaptıkları da ayrı bir konu. Dünya gezegeninde milyarlarca insanın inandığı dinler, manevi alandan maddi alana kaymış durumda. Milyarlarca insanı ezen, yoksullaştıran, açlığa mahkûm eden, gezegenimize ve üzerinde yaşayan diğer canlılara zarar veren, giderek daha da pis kokan neoliberal düzenin yanında saf tutar hâle gelmiş din bezirganları.
Ve böyle bir dünyada dini karşıtlıklar çerçevesinde birbirlerine veryansın eden siyasetçileri izliyoruz zaman zaman. Birilerinin o siyasetçilere hatırlatması gerekiyor: "Aynaya baktığınızda ancak kendinizi görürsünüz."