09 Nisan 2020

Sağlıkta şiddet muhalefetin mi, iktidarın mı, yoksa ülkenin mi sorunudur?

Bu yazıyı yazarken iktidar partisinin de bir yasa teklifi hazırlığı olduğu haberlere düştü. Peki o zaman CHP’nin teklifini neden reddettiniz?

Bu ülkede Meclis'te eller havaya kalktığında tedirgin olurum. 24 Nisan 1972 tarihindeki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden bir fotoğraf karesi beynime kazınmıştır. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamları için oylama yapılmaktadır, Adalet Partisi grubunun en önünde duran Süleyman Demirel mütebessim bir ifadeyle idam edilsinler diye elini kaldırmış, yanında oturan da kafasını arkaya çevirip bakmıştır, bizden olup da elini kaldırmayan var mı diye.

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Ali Şeker'in, sağlıkta şiddet yasası teklifinin doğrudan Meclis gündemine alınması için verdiği önerge önceki akşam AKP ve MHP'li milletvekillerinin oylarıyla reddedilirken kalkan elleri görünce gözümün önüne bu kare geldi yine (Ne alakası var diyebilirsiniz ama insan beyni böyle çalışıyor işte). Yıllardan beri tabip odaları uzmanlık dernekleri gibi hekimleri temsil eden tüm sivil toplum kuruluşları feryad edip duruyordu. SAĞLIK ÇALIŞANLARINA ŞİDDET UYGULAYANLARA VERİLECEK CEZALARI ARTTIRAN bir yasa çıkarın diye. Durduk yerde aklımıza mı esmişti. Hayır, peş peşe meslektaşlarımız katledilmişti görevleri başında. Her gün sağlık çalışanları sözlü, fiziksel hatta cinsel tacize uğruyordu. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2012-2015 yılları arasında 38 bin 253 sağlık çalışanı şiddete maruz kalmıştı. Bu verilere göre günde 30 sağlık çalışanı şiddet görmüştü. Ölümle ve ameliyat gerektiren ağır yaralanmalarla sonuçlanan saldırıların sayısı artmaktaydı. Yapılan bir çalışmaya göre (Baykan Z, Öktem IS, Çetinkaya F, Naçar M "Physician exposure to violence: a study performed in Turkey" International Journal of Occupational Safety And Ergonomics vol.21, pp.291-297, 2015) hekimlerin yüzde 86'sı hayatlarında en az bir kez saldırıya uğradıklarını belirtmişlerdi. Hastanelerde beyaz kod devreye girmişti, şiddete uğradığımızda aramamız için.

İşimizi yaparken şiddet görmek gündelik olaylardan biri haline gelmişti. 11 Kasım 2005’de İstanbul Tıp Fakültesi’nde altı yıllık ihtisasının sonunda sınava giren bir asistanımızı imtihan ediyorduk. Göksel (Kalaycı) Hoca’yı vurmuşlar diye haber geldi. İlk gelen haber başından vurulduğu şeklindeydi. İmtihanı bırakıp deli gibi koştuğumuzu hatırlıyorum. Gözü yaşlı meslekdaşları ameliyathaneye taşırken büyük bir çabayla yaşama döndürmeye çalışıyorlardı. Ameliyathaneye götürülen sedyenin bir ucuna yapışmıştım. Başından vurulmamıştı ama kör kurşun hayatını almıştı hocamızın. Üstümüzde hocanın kanı, gözümüzde yaşlar kliniğimize döndük. Bir süre sonra katil yakalandı. Sultanahmet Adliyesi'ndeki duruşmaya gittik, taraftık çünkü. Hoca ağır bir kanser hastasını ameliyat etmiş, bir ay sonra ölecek hastayı bir yıl yaşatmış ama neden kurtarmadın diye öldürmüşlerdi. Adliyede yaşadıklarımı ömür boyunca unutamayacağım. Davanın görüldüğü salon büyük değildi. Biz yani İstanbul Tıp Fakültesi'nden arkadaşları, asistanları, öğrencileri salona girmeye çalışırken katilin yakınları, arkadaşları üstümüze saldırmışlardı. Adliyede polislerin arasında bize ağza alınmayacak küfürler ederek, ağızlarından tükürük saçarak saldırmış, bizleri dövmeye çalışmışlardı. Dehşete düşmüştüm. Bu ülke ne zaman, nasıl bu hale geldi diye kahrolduğumu hatırlıyorum.

Beyin Cerrahisi sağlıkta şiddet açısından en riskli branşlardan biri. 2017 yılında Türk Nöroşirürji Derneği yönetimindeyken, yönetim kurulundaki arkadaşlarımızla en öndeki gündem maddelerimizden biriydi sağlıkta şiddet. Gün geçmiyordu ki bir arkadaşımızdan şikayet gelmesin. Endişe içinde olduklarını, riskli ameliyatları üstlenmeye çekindiklerini ifade ediyorlardı. Türk Tabipler Birliği ile işbirliği içindeydik. Yasa teklifleri verilmişti. Ama kısa vadede ne yapabilirdik. Medyada hekimlere karşı bir önyargı vardı. Gazetelerde çarşaf çarşaf hekim hatalarıyla ilgili haberler yayımlanıyordu. Televizyon dizilerinde sıkça hastane sahneleri oluyor, burada yoğun bakımın camını çerçevesini indirenler, silah çekip doktora işini nasıl yapması gerektiğini anlatanlar ve silah tehdidi altında yapılan müdahaleyle iyileşen hastalar gösteriliyordu.

Dernek yönetim kurulu olarak , o tarihte hala amiral gemisi olan Hürriyet’in genel yayın yönetmeni değerli gazeteci Sedat Ergin’i makamında ziyaret etmiş, sonradan Hürriyet Demirörenler’e geçince tazminatı verilmeden atılan Türkiye’nin en deneyimli sağlık muhabirlerinden Mesude Erşan’la birlikte yaptığımız toplantıda bu duruma dikkat çekmiştik. Mesude Hanım’ı derneğimizin kongresinde sağlıkta şiddetle ilgili yapılan panele davet etmiştik. O da bir kaç kez sağlıkta şiddetle ilgili dosyalar hazırlayıp yayımlamıştı. Ardından Türkiyedeki tüm senaryo yazarları ve yapımcılarını davet ettiğimiz bir toplantı düzenlemiş, dizilerde sağlık çalışanlarına şiddet içeren sahneler yazmamalarını, çekmemelerini hatta tam tersini gösteren sahneler olmasını rica etmiştik.

O toplantıdan sonra yayınladığımız basın bildirimizde de bu duruma dikkat çekmiştik.

"Sağlık sisteminin hekimlerden kaynaklanmayan sorunları da, vatandaşlar tarafından sağlık çalışanlarına şiddet olarak dönmektedir.

Bu durumdan en çok etkilenen hekim grubu arasında Beyin ve Sinir Cerrahları da vardır. Bizler yeryüzündeki en zor işlerden birini yapıyoruz. Bu işi en iyi şekilde yapmak için 12 yılı bulan, üst ihtisaslarla bu sürenin de üzerine çıkan bir eğitim sürecinden geçmekteyiz. Meslektaşlarımızın mezuniyet sonrası eğitimlerine yönelik olarak her yıl 50 den fazla bilimsel toplantı ve kurs düzenlemekteyiz. İhtisasını bitirmiş olan üyelerimize istedikleri takdirde yurtdışında bilgi ve görgülerini arttırmaları için karşılıksız burs vermekteyiz. Meslektaşlarımız sürekli olarak, hiç bir meslek grubunda görülemeyecek yoğunlukta eğitim almaktadırlar.

En üst düzeyde yapılan bu eğitime karşın elimizde sihirli bir değnek yoktur. Her hastayı kurtarmamız, ameliyatlarda riski sıfıra indirmemiz mümkün değildir. Kullandığımız aletler, tıbbi cihazlar, sarf malzemeleri hastane yönetimleri tarafından satın alınmakta, bakımları da yine yönetimler tarafından yapılmaktadır. Mesleğimizi yerine getirirken bu cihazlar ve malzemelerden kaynaklanan sorunlar da maalesef hastalarımıza komplikasyon olarak yansımaktadır. Çalışma koşullarımız da bizim dışımızda belirlenmektedir. Günde 80-100 hastaya bakmak durumunda kalan, bir ilde, ilçede tek hekim olarak 30 gün 24 saat zorunlu görevli olarak çalışan meslektaşlarımız vardır.

Her hekim, özellikle de beyin cerrahları işlerini huzur içinde, başka bir kaygı taşımadan yapmak isterler. Ancak bugün gelinen noktada meslektaşlarımız endişe içinde görevlerini yerine getirmeye çalışır hale gelmişlerdir. Bu durum doğrudan yapılan işe yansıyabilmekte, bazı meslektaşlarımız, zor ve riskli durumları üstlenmekte isteksiz davranabilmektedir. Daha kötüsü gelecek nesli oluşturacak hekimler, beyin cerrahisi gibi, kalp cerrahisi gibi cerrahi branşların zirvesi olan, zor ve büyük özveri gerektiren branşları daha az tercih eder hale gelmişlerdir. On yıl, yirmi yıl sonra bu alanlarda ciddi sıkıntılar doğacaktır."

Önceki gün kendisi de hekim olan CHP milletvekili Ali Şeker ve arkadaşları tarafından verilen kanun teklifinin gündeme alınması AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. Sayın Şeker sağlıkta şiddeti önlemeye yönelik yasa teklifinin bir buçuk yıldır komisyonda beklediğini belirtmişti Meclis'teki konuşmasında. Bu önergenin reddedilmesinden sonra çeşitli hekim gruplarının sosyal medya hesaplarında bir infial oluştu. Haklı olarak... Daha üç gün önce en üst düzeyde bizi alkışlayanlar şimdi bunu nasıl yaparlar diye?

Ben bu yazıyı yazarken iktidar partisinin de bir yasa teklifi hazırlığı olduğu haberlere düştü. Peki o zaman CHP’nin teklifini neden reddettiniz? Gündeme alınsaydı, oturup konuşsaydınız, tartışsaydınız, siz de kendi önerilerinizi söyleseydiniz. Daha iyi bir yasa için neler yapılabilir diye istişare etseydiniz. Muhalefet partileri bu ülke için iyi bir şeyler isteyemez mi, düşman mı onlar? Gerçekten aklım almıyor, bir salgın ülkeyi, dünyayı kasıp kavuruyor. Her gün onlarca insanımız ölüyor. Sağlık çalışanları ateş hattında büyük bir özveriyle çalışıyor. Kendi de hekim olan bir milletvekili bu ortamda, üstelik de 7 Nisan Dünya Sağlık Günü gibi anlamlı bir günde sağlık çalışanlarına görevleri nedeniyle işlenen suçlarda caydırıcılığın arttırılması meselesini gündeme alalım diyor. Yok diyorsunuz, olmaz, ancak biz istersek gündeme alınır.

Belki içinizde evlatları doktor, hemşire, teknisyen, laborant olanlar vardır ya da yarın olacaktır. Merak ediyorum onların yüzlerine nasıl bakacaksınız? Daha fazla merak ettiğim bir şey var? Meclis'te herhangi bir oylamada -ne olursa olsun- el kaldırırken, bir tek gün, evlatlarımızın yüzüne nasıl bakacağız diye sordunuz mu kendinize? Yoksa otomatik olarak grup başkanvekillerine bakıp öyle mi el kaldırıyorsunuz?

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"