3 Aralık 2013, saat 12:34’te, 64041’ Güney, 62038’ Batı koordinatlarında, Cuverville Adası önünde demirlemiş teknemizden Antarktika’ya bakıyordum (Günlüğe not düşmüşüm). Teknedeki sobanın sıcaklığı, kaynayan çorba, yanı başımdaki insanların dostluğu, buzlarla kaplı dış ortamın sert coğrafyasından uzaklaştırıyordu kısmen de olsa. Güney Amerika’yı Antarktika’ya bağlayan deniz yolu Drake Pasajı’nı zorlu bir yolculuktan sonra 4 gün 7 saatte aşmıştık. İlk iki günümüz fırtına koşullarında yapılan bir seyirdi. Güney Okyanusu’nda yalnız ve küçük teknemizde, sürekli uğuldayan rüzgâr, gökyüzüne çıkan dalgalar, çarmık tellerine vuran halatların bitmeyen gürültüsü ve altı saatte bir, üç saat tutulan nöbetler, yaşamının neredeyse tamamını şehir hayatının konforunda yaşamış biri için zorlu anlardı. 17 metrelik bir teknenin içinde 10 kişiydik. Kamarası olan bir tekne değildi, denizci ranzalarında yatıyorduk. Tek tuvalet vardı. Dağcı ve denizcilerden oluşan bir ekiptik. Herkes içinde bulunduğu koşulların farkında, birbirine saygılıydı. Yine de ortam bir karantina ortamıydı.
Bugünlerde insanlar eve kapandı. Günlük yaşamlarımız altüst oldu. Bir gece ansızın, iki günlüğüne sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde, insanlar ne yapacağını şaşırdı. Yalnızca iki gün için, iki hafta, iki ay yetecek erzak depolayanlar oldu. Evde kısılıp kalmak insanlar arasındaki ilişkileri etkiledi. Karı-koca kavgaları, gerginlikler kapalı hayatın bir parçası oldu. Oysaki o kadar kapalı sayılmaz. İnternet var, bilgisayarlar, akıllı telefonlar, insana vakit geçirtecek binlerce uygulama, sanal ortam buluşmaları ve televizyon var.
Modern insanın eve kapanma halindeki çaresizliğine bakıyorum, bir de eski denizcileri, balina gemilerinde çalışanları, kâşifleri düşünüyorum. Bir balina gemisi bağlı olduğu limandan ayrıldıktan sonra, bazen iki, üç yıl geri dönmezdi. Bu sürede karaya da ayak basılmazdı çoğu zaman. Herman Melville Moby Dick’te balina gemilerinde yaşayan denizcileri uzun uzun anlatır. Bu gemilerde ciddi bir hiyerarşi de vardır. Herkes geminin her yerine istediği gibi girip çıkamaz. Tamamı erkeklerden oluşmuş bir topluluk, ter, tuvalet ve balık kokan bir ortamda, aylarca dip dibe yaşar. Yemek çeşitleri bellidir, iş dışındaki yaşam tekdüze, sıkıcı ve iç kapayıcıdır. Bir de buna günlerce süren fırtınaları, denizde verilen mücadeleyi, denize düşerek ya da hastalık nedeniyle kaybedilen arkadaşların üzüntüsünü ekleyin.
İnsanoğlu ve insankızı, kolayına yaşamadı çağlar boyunca. Bizim şimdi yaşadığımız "karantina, depresyonu" konuşmaya bile değmeyecek bir durum aslında. Yazının başında sözünü ettiğim 3 Aralık günü, Antarktika yarımadasının derinlerine Gerlach Geçidi’nden geçerek ulaşmıştık ve tam da o saatlerde, içine bir kapak viski konmuş bir kupa çayla Antarktika keşifler tarihinde, Gerlach ve arkadaşlarının macerasını okuyordum. Yaşadıkları, öncesinde ve sonrasında birçok kutup kâşifinin de deneyimlediği koşullar, insanın ne denli güçlü bir yaratık olduğunu hep düşündürür bana. Gerlach ve arkadaşlarının öyküsü, sonu mutlu biten, yeryüzündeki gelmiş geçmiş en müthiş maceralardan biri olan Schakelton’un Antarktika keşif gezisi ve trajik biten Franklin’in Kuzeybatı Geçidi keşif gezisi gibi gezilerin onlarcasından biri.
Antarktika sularında bir yelkenli tekneyle seyrederken, birçok adanın, koyun, geçidin isminin Belçika kökenli olması dikkatimi çekmişti. Denize kıyısı toplam 98 km, bugünkü nüfusu 12 milyon olan Belçika, ne olmuştu da Antarktika Kıtası’nın önemli bir bölümüne damgasını vurmuştu? Bu sorunun yanıtı, üzerinde yol aldığımız geçide adını veren adamın epik keşif gezisinde saklıydı. Aslında kendisi bu geçide Belçika Geçidi adını vermişti ama sonradan bu geçide ilk giren geminin kaptanı olarak onurlandırmak için adı değiştirilerek Gerlach Geçidi dendi.
Tam adı Adrien Victor Joseph de Gerlache de Gomery’di. 1866 yılında Belçika’nın denizden epey uzakta bir şehri olan Hasselt’te dünyaya gelmişti. Serbest Brüksel Üniversitesi’nde mühendislik okurken içindeki denizcilik ruhuna kendini teslim etti. Amerika-Avrupa arasında yolculuk yapan bir okyanus gemisine kabin görevlisi olarak yazıldı. Birkaç Atlantik geçişi sonrası üniversiteyi bırakıp, 1886’da Belçika Donanması’na yazıldı. Sonraki on yılı denizlerde geçti. Bu on yılda yaptıkları arasında bir Hollanda gemisiyle İstanbul Boğazı’ndan geçip Karadeniz’e çıkmak da vardı.
1894 yılında, Belçika Kraliyet Coğrafya Derneği’ne Antarktika keşfiyle ilgili projesini sundu. İki yıl sonra Norveç yapımı bir balina gemisi olan Patria’yı satın aldı ve yeniden donatıp adını Belgica olarak değiştirdikten sonra, 16 Ağustos 1897’de Antwerp’ten yola çıktı. Çokuluslu bir mürettebatı vardı. Sonradan Kuzeybatı Geçidi’ni aşan ve Güney Kutbu’na ulaşan ilk insan olacak büyük kâşif, Norveçli Roald Amundsen, Polonyalı meteorolojist ve jeofizikçi, Henryk Arctowski ve Antoni Dobrowolski, Romen biyolog ve zoolog Emil Racoviţă, Norveçli ve Belçikalı tayfalar. Gemi, Rio de Janeiro’ya yanaştığında ekibe Amerikalı doktor Frederick Cook da katılır (Cook sonraki yıllarda yaptığı yolculukla, Kuzey Kutbu’na ilk ulaşan insan olduğunu iddia eder. Bir başkası da bu iddiadadır. Konu yıllar sonra mahkemeye taşınır ve sonuçta Peary’nin Kuzey Kutbu’na ulaşan ilk insan olduğuna karar verilir. Bu nedenle Cook, sahtecilik yaptığı söylenerek hapse atılır). Ekip Rio de Janeiro’da, Tarih ve Coğrafya Derneği’nde bir sunum yapar ve projelerini anlatır. Çok sıkı günlük tuttuğu bilinen Amundsen o gece ile ilgili günlüğüne, "Daha önce bu kadar güzel kadını bir arada görmemiştim" notunu düşer. Hayatı buzların arasında, bir o kutupta, bir bu kutupta geçecek büyük kâşifin sıcak kanlı Brezilyalı kadınlardan etkilendiği anlaşılıyor.
Uruguay ve Şili’ye de uğrayan ekip, Güney Amerika ile Antarktika arasındaki zorlu geçişi tamamlayıp Graham Toprakları’na, yani Antarktika Yarımadası’na ulaşır. 22 Ocak 1898’de Norveçli tayfa Carl August Wiencke fırtınada denize düşer ve boğulur. Üzücü olayın meydana geldiği yerin karşısındaki adaya Wiencke Adası adı verilir. 15 Şubat’ta Güney Kutup Dairesini (66 derece güney enlemi) geçip güneye doğru seyre devam ederler. 28 Şubat tarihinde, 71 derece güney enlemine ulaşırlar ve gemi, buz kütleleri arasında sıkışıp kalır. Bundan sonra yaşananlar insanın direncinin, yaşama bağlılığının ne denli güçlü olduğunun ve imkânsız denen şeyin ancak kabul edildiği zaman olabileceğinin, yoksa iradenin imkânsızı yenebileceğinin öyküsüdür.
21 Mart’ta gemi doktoru Cook, "Uçsuz bucaksız bir buz denizinde hapsolduk" diye yazar günlüğüne. Ne tekne ne de mürettebatı Antarktika’da kutup koşullarında bir kış geçirmeye hazırlıklı değildir. Mayısla birlikte, aylarca sürecek tam karanlık hâkim olur. Bir arada yaşamak zorunda olan insanlar, beş farklı dil konuşurlar (hepsinin ana dili İngilizce olan dört ayrı ülke vatandaşıyla Antarktika’da geçirdiğim bir ayı hatırlıyorum bunları yazarken. Ana dilinin olmadığı bir ortam insana iki kat ağır geliyor). Karanlık, soğuk, dar alanda yaşamak mecburiyetine, C vitamini eksikliğine bağlı iskorbüt hastalığı belirtileri eklenir. Kumandan Gerlach ve Birinci Kaptan Lecointe hastalanırlar ve öleceklerini düşünerek vasiyetlerini yazarlar. Tayfalardan bazısı akıl hastalığı belirtileri gösterir, Belçika’ya dönüyoruz diye tekneyi terk etmeye kalkarlar. Navigatör Teğmen Danco ölür (Antarktika’daki Danco Adası onun adını taşır).
Bu ortamda iki adam devreye girer, Amundsen ve Cook. Roald Amundsen ikinci kaptan olarak geminin kumandasını üstlenir. Frederick Cook bir hekim olarak, kalan herkesi yaşatma sorumluluğunu alır. Önceki kuzey kutup deneyiminde, Eskimolardan öğrendiği bilgilerle, zorla da olsa donmuş, çiğ penguen ve fok eti yedirir herkese (başta Gerlach olmak üzere, bunları yemek istemeyenler vardır. C vitamini 1920’lerde keşfedilecektir. Çiğ penguen ve fok etinde bol miktarda C vitamini olduğunu, yani onları hayatta tutan bir şey olduğunu Eskimolar fark etmişlerdir ama). Türlü oyunlar oynatır mürettebata. Çocuk oyunları, bilmeceler, kart oyunları; masallar anlatır, yeni masallar uydurur. Amundsen ve Cook insanların bunalmasına fırsat vermez, meşgul tutar bir şekilde. Çiğ penguen eti, fok eti etkisini göstermeye başlar. Gerlach ve diğerleri iyileşir.
Buzda kapana kısılmalarının üzerinden yaklaşık bir yıl geçer ve güney yarımkürenin yazı başlar. Bir kilometre kadar ötede buzlar çözülmüş, açık deniz ortaya çıkmıştır. Buradan kurtulmak için bir şey yapmalıdırlar ya da bir yıl daha böyle geçecektir. İki metre kalınlığında buzu kazmaya koyulurlar. Bir ay içinde gemi yavaş yavaş yüzmeye başlar. Yola çıkarlar. Ayrıldıkları limana, Antwerp’e ancak 27 ay sonra geri dönerler. Kutup keşifleri tarihine, Antarktika’da ilk kışlayan insanlar olarak yazılırlar.
3 Aralık 2013’te Gerlach ve arkadaşlarının maceralarını okuduktan sonra artık teknenin içinde duramadım, yalnız kalmalıydım. Özel giysileri giyip kanoya bindim. Etrafımda penguenler, foklar yüzüyordu. Uzaklarda üzeri tamamen buzla kaplı denize baktım. Gökyüzünün denize, denizdeki buza değdiği yerde sarı-gri, soluk bir güneş parlıyordu. Öbür yanda Gerlach Geçidi’nin üzerindeki buzdağlarına tünemiş mavi gözlü Antarktika Karabatakları sessizce bekliyordu. Bu buzlu sularda nice can sonsuzluğa uçmuş, nicesi bir insanın dayanabileceği en zor koşullarda var olabilmişti. Az ötemde bir balina fıskiyesini püskürttü. Kendi içimdeki yolculuğun uçsuz bucaksızlığına kürek çekmeye başladım buzlu Antarktika sularında.
Bu yazı ilk olarak okumakiyigelir.com'da yayımlanmıştır.