14 Ocak 2020

Bathynautların (Derinlik Yolcuları'nın) tarihi

15 Ocak 1960'ta J. Piccard ve proje subayı Don Walsh, Mariana Çukuru’ndaki, Nero Deep’e ulaşır, 7010 metreye inmişlerdir. Sekiz gün sonra aynı ekip Trieste’yle 10916 metreye iner, Mariana Çukuru’nun dibi, Challenger Deep ile dünyanın en derin noktasına insanlık merhaba demiştir

Çok duyuyoruz, falanca genç Y kuşağından; tatminsiz, sorgulayıcı, akranlarının yapıp ettikleri, söyledikleri onun için aşırı önemli. Ya da, artık Z kuşağı geldi; onlar yaratıcı, geleneksellikten uzak, tüketici, sonuç odaklı, teknoloji yaşamlarının temeli olmuş, teknoloji aracılığıyla kolay etkileşimdeler ama, yine de yalnızlığı benimseyenleri çok. Ben de bu kuşak tanımlamasında Baby Boomer oluyorum. Kuralcı, çalışkan, tutkulu, otoriteye saygılı falan. Sosyologların, antropologların alanına girmek haddim değil elbet, ben naçizane bir beyin cerrahıyım. Yalnızca kendime baktığımda, ben kendimi Apollo kuşağının (tanım bana ait, muhtemelen böyle bir kuşak yok ama ben öyle hissediyorum) bir parçası olarak görüyorum. Yani insan aya ayak bastığı sırada, bunu anlayacak kadar kafası çalışan, ama hâlâ çocuk olan bir nesilden...

Ay'a gerçekten gidildi mi?

Neil Armstrong’un aya ayak basışını radyodan dinlemiştim. Uzay araştırmalarını yakından izleyen 8 yaşında bir çocuktum ve geleceğimle ilgili karar vermiştim. Ya astronot olacaktım ya da beyin cerrahı. 60 yılların sonu, 70 lerin başında bizim memleket, pek astronot çıkartacak bir ortam vadetmediği için, daha ilkokulu bitirmeden yönümü uzaydan, beyine çevirivermiştim. Sonraları arkadaşlar arasındaki eğlenceli geyiklerden biri olan, aya gerçekten gidildi mi tartışmalarında da, aya gidilmediğini savunanların arasında oldum. İddiam şuydu, 1969'da bilgisayarın oldukça ilkel olduğu bir çağda aya gidilseydi, şimdi Alibeyköy’den aya dolmuş kalkardı. Tabii şakalaşır gülerdik, ama ben bu geyiğin peşine takılıp Arizona'daki 170 metre derinliğinde, 1.2 km çapındaki meteor kraterini ziyaret etmiştim. Bu krater 'sahte ay yürümeleriyle' ilgili filmlerin çekildiği yer olarak anılır, aya gidilmedi tezini savunanlar arasında. Ne yalan söyleyeyim bayağı da andırıyordu uzaktan gördüğümüz sevgili ayımızın coğrafyasını.

Bütün bunları Dr. Jon Copley’in, "Bir Okyanus Kaşifine Sor" isimli kitabını okurken düşündüm (Ask an Ocean Explorer/Hodder&Stoughton Yayınevi, 1.Basım 2019). Dr. Copley Bathynaut’lardan söz ediyor. Türkçe'de de kullandığımız astronot, yıldızlara seyahat eden anlamında (Yunanca astro: yıldız, nautes: denizci ya da yolcu). Astronot tanımı yeryüzünden 100 km yukarısını geçenler için kullanılıyor. "Bathynaut" (bathy: derinlik) ise derinlik yolcusu anlamında. Bir tanıma göre deniz yüzeyinden 200 metre, başka bir tanıma göre ise 1000 metre aşağıya inenleri ifade ediyor.

İnsanın okyanus derinliklerine yolculuğu, yani Bathynautların tarihi ilginç. İlk 'bathynaut'lar bir gemiye bağlı kabloyla deniz yüzeyinden aşağıya indirilen 'bathysphere' (derinküre) isimli deniz aracıyla okyanusta yaklaşık 1 kilometre kadar aşağı inen William Beebe ve Otis Barton.

William Beebe ve Otis Barton

W. Beebe, daha o dönemde şöhret sahibi bir doğabilimci. Çok satan kitaplara imza atmış, Bronx hayvanat bahçesinde, Galapagos Adaları’nda, Haiti de sualtı dünyasıyla ilgili araştırmaları olan, su altı başlığıyla mercanları araştıran bir biliminsanı. 1926 da New York Times'ta, kendi tasarladığı denizaltı aracı ile ilgili yayımlanan yazısını, bir mühendis olan O. Barton okuyor. Onun da tasarladığı böyle bir araç vardır. Bebee’nin silindirik tasarımına karşı o, derinlerdeki basınca daha dayanıklı olacağını düşündüğü küresel formu seçmiştir. İki hayalperest bilim insanı bir araya gelirler. İlk yapılan bathysphere 4.5 tondur, bir kabloyla gemiden sarkıtılmak için aşırı ağırdır; tekrar yapılır ve 2.5 tona indirilir. Dış çapı 1.5 metre, kalınlığı 4 cm olan bir çelik konstrüksiyondur. Küçük bir kapaktan sürünerek içeri girilir. Aracın gözlem için, 7 cm kalınlığında, 20 cm uzunluğunda kaynaşık kuartzdan (amorf silikadan yapılmış cam) yapılmış iki penceresi vardır. İnsansız birkaç denemeden sonra, 6 Haziran 1930 da 244 metreye inerek dünya rekoru kırarlar, beş gün sonraki denemede 435 metreye ulaşırlar. İki yıl sonra ikili Bermuda’da yeni bir denemeye girişir. 22 Eylül 1932 de, Amerikada NBC, İngilterede BBC tarafından radyodan canlı yayınlanan dalışda 671 metreye inerler. Sonraki iki yıl içinde biraz daha geliştirilen bathysphere ile son dalışlarını, 15 Ağustos 1934 de yaparlar ve 923 metre ile sonraki 15 yıl boyunca kırılamayacak bir rekora da imza atarlar. Beebe maceralarını "Half mile down/Yarım mil aşağıda" isimli kitabında anlatır. Araya İkinci Dünya Savaşı girer. İkiliden mühendis olan Barton bu arada yeni bir araç tasarlar. Benthoscope’la 1949’un 19 Ağustos'unda, California açıklarında 1372 metreye dalar. O da yıllar süren tutkusunu 1953 de çıkan kitabında anlatır. The World beneath the sea/Denizin altındaki Dünya".

İnsanlığın derinlere olan yolculuğunun bundan sonraki hikâyesini her ikisi de parlak birer bilim insanı ve maceracı olan İsviçreli bir baba oğul yazar. Artık deniz yüzeyindeki bir gemiden sarkıtılan çelik halatlarla yapılan yolculuğun yerini kendi hareket edebilen deniz araçlarının almasının zamanı gelmiştir. İsviçreli Auguste Piccard, Belçika’da fizik profesörüdür. 1930 larda kendi tasarladığı bir balonla 16936 metre yükseğe çıkarak kozmik ışınları araştırır. 1933 de Chicago’ da, Auguste Piccard’ın balonu, Beebe/Barton’un bathyspeheriyle aynı sergide yan yana yer alır. A. Piccard’ın heyecanı, tutkusu, macerasever yanı, fizik profesörü zekasıyla birleşir. Tasarladığı balonu tersine yorumlar. Piccard’ın Balonu, havadan daha hafif bir gaz kullanılarak yükselmiştir. Bathyscaph adını verdiği deniz aracının tepesinde de sudan daha hafif bir sıvı olan petrolle dolu büyük bir tank olacaktır, balonun sepeti gibi, alt kısımda gözlem yapılacak su altı kabini ve istendiğinde bırakılacak demir safralar. Bir gemiden su yüzeyine bırakılan bathyscaph, safraları nedeniyle gülle gibi aşağıya inecek, sualtı yüzeyine yaklaşınca bir miktar safra bırakıp yüzeyin hemen üzerinde dengelenecek, gözlem yaptıktan sonra kalan safraları da bırakacak ve sudan hafif olan büyük petrol tankı sayesinde yüzeye çıkacaktır.

Auguste Piccard ve Jacques Piccard

1948 yılında, Belçika ve Fransız hükümetlerinin desteği ve Fransız sualtı araştırmacısı Jacques Cousteau’nun da katılımıyla, Cape Verde açıklarında ilk denemeler yapılır (O tarihte yirmili yaşlarında olan oğul Piccard da ekibe dahildir). İnsansız araç 1400 metreye inip çıkar, ancak bazı sorunlar yaşanır ve devam edemezler. 1950'de Belçika ve Fransız hükümetleri yeni bir Bathyscaph inşaası için kaynak sağlarlar, ancak Auguste Piccard’ı dışlayacak bir program söz konusudur. Bu arada oğul Jacques Piccard İsviçre’de para kaynağı bulmuş ve İtalya’nın Trieste şehrinde yeni bir araç inşasına başlamıştır. Yeni aracın adı Trieste olacaktır. 1953 de baba-oğul Piccardlar, Napoli açıklarında 3167 metreye iner (Auguste Piccard 69 yaşında dünyada en yükseğe çıkan ve en derine inen insan olur). Fransız donanması Auguste’un tasarladığı ve onun elinden aldıkları araçla 15 Şubat 1954'te Dakar açıklarında bir deneme yapar. Araçta Georges Houot ve Pierre Willm vardır, 4050 metreye inerler.

Yarış kızışmıştır. Hükümetler, bilim insanlarını tükürük yarıştırmak için kullanırlar bazen. Bilim insanlarının ise tahayyüllerini gerçekleştirmek için paraya, kaynağa ihtiyacı vardır. İnsanlık için hayal ettikleri, benim babam senin babanı döver zihniyetindeki ülke yöneticilerinin keyfine göre şekillenir, ama onlar yine de pes etmez. Jacques Picard, deniz jeologu, Dr Robert Dietz aracılığıyla Washinton'da bir konferans verir. Sonrasında Amerikalı bilim insanları, Jacques’ın pilotluğunda Trieste ile dalışlar gerçekleştirir ve Amerika 200 bin dolara 1958 yılında Trieste’yi satın alır, Jacques’ın aracın pilotu olması şartıyla.


Trieste

Amerikan bahriyesi hedefi yüksek tutar. Proje Nekto hayata geçirilir, hedef okyanusların en derin noktası, Mariana Çukuru'ndaki, Challenger Deep’e (Meydan Okuyan Derinlik) ulaşmaktır. 1959 yılında Trieste, Almanya'da Krupp Fabrikası'nda yenilenir. 15 Kasım 1959'da Guam’da, J. Piccard ve Nekton Projesi’nin baş bilim insanı Andy Rechnitzer, 5532 metreye dalarlar. Sıra Mariana Çukuru'nu yoklamaya ve fethetmeye gelmiştir. 15 Ocak 1960'ta J. Piccard ve proje subayı Don Walsh, Mariana Çukuru’ndaki, Nero Deep’e ulaşır, 7010 metreye inmişlerdir. Sekiz gün sonra aynı ekip Trieste’yle 10916 metreye iner, Mariana Çukuru’nun dibi, Challenger Deep ile dünyanın en derin noktasına insanlık merhaba demiştir.

DSV Limiting Factor
Mariana Çukuru’nun derinliği

Piccard ve Walsh’tan sonra, Mariana Çukuru’na iki insan daha ulaşır. 26 Mart 2012 de film yönetmeni ve okyanus araştırmacısı James Cameron tek kişilik denizaltısı Deepsea Challenger ile 29 Nisan ve 1 Mayıs 2019 da (iki kez) Amerikalı işadamı ve maceracı Victor Vescovo, titanyum denizaltısı DSV Limiting Factor ile Vescovo Mariana Çukuru'nda kendinden önce inenlerin rekorunu 11 metre geliştirerek 10927 metreye ulaşmış ve bu derinlikte plastik torba ve şekerleme poşeti saptayarak gezegenimize çektirdiğimiz eziyeti de başka bir boyutta görüntülemiştir. Başka birçok macera ve başarının yanında Everest’e de tırmanmış olan Vescovo, dünya yüzeyinden ayrılmadan ulaştığı 8848 yukarı, 10927 aşağı, toplam 19775 metre ile dünya total vertikal mesafe rekorunu da elinde bulundurmaktadır.

Deep Sea Challenger

Yazımızı Bathynautların yalnızca erkek klübü üyeleri olmadığını belirterek bitirelim. Gloria Hollister, William Beebe’yle, daha 1934'te 368 metreye inmiş, Dr. Ruth Turner, Alvin isimli denizaltıyla 1829 metreye ulaşmış, Dr. Sylvia Earle, 1979'da , 381 metreye tüplü dalış yapmış, ardından Deep Rover isimli sualtı aracıyla 1000 metreye solo dalış gerçekleştirmiştir. 1990'da Dr. Cindy Dover, Alvin denizaltısının ilk kadın pilotu olmuş ve kumandasında 50 ye yakın dalış yapılmış, bir Bathynaut olan Trinidadlı derin deniz biyoloğu Dr. Diva Amon önemli çalışmalara imza atmıştır. Günümüzde Japonya ve Çin başta olmak üzere kadın Bathynautlar pek çok su altı araştırmasında başı çekmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"