09 Mayıs 2021
Dünya Kahkaha Günü için yazdıklarımın pandemi kapanmasına denk gelmesi şaka gibi oldu. Trajedi zamanla komediye dönüşür derler. Gerçekten de salgın bir taraftan ağır hasar vermeye devam ederken, bir taraftan da kahkaha atabilmek için beklenmedik fırsatlar çıkıyor. Örneğin, Yasemin Özçer'in kapanmadan hemen önce İstanbul'dan Ankara'ya giderken yaşadıkları.
"28 Nisan Sabahı saat 05:00'de zorunlu ve izinli olarak, bir resmî dairedeki işimiz için Ankara'ya gitmek üzere yola çıktık. Otoyol gişelerinde mahşeri kalabalıkla ve sonrasında yine mahşeri bir konvoyla karşılaştık. Birkaç ciddi kaza atlatıp stres dolu anlar yaşadıktan sonra, ancak 7 saatte Ankara'ya varabildik. Yaşanan olayların fotoğrafları ve haberleri basına yansıdı. 'Tam kapanma'nın, nasıl 'tam açılma'ya dönüştüğünü canlı olarak gördük ve acı acı gülümsedik! Zaten son günlerde kendimi yerli yersiz bir hayli uzun kahkahalar atarken buluveriyorum, sanırım makalede bahsedilen nedenlerle."
Ali Bilge, 1959'dan 2004'e kadar yetişkinlerin günlük ortalama gülme zamanının 18 dakikadan 6 dakikaya düştüğünü yazan makalesini paylaştı. Bilimsel araştırmalara göre aynı dönemde depresyon ise üç katına çıkmış. Gülme zamanı azalırken depresyonun artışı çok ilginç bir bulgu.
Geçen yıl Birleşik Kırallık Ulusal İstatistik Ofisi (ONS) tarafından açıklanan verilere göre pandemi döneminde depresyon iki katına çıkmış bulunuyor. Bence salgın ve depresyonla mücadelede moralimizi yüksek tutmamız gerekiyor.
Bu yazıda öncelikle gülme ile ilgili okurların merak ettiği bazı konulara değineceğim. Mizah geleneğimiz ile ilgili sorulara birkaç örnekle cevap vereceğim. Son günlerde yaşanan ilginç olaylara dokunmadan geçmek olmaz.
Daha önce bahsettiğim şekilde gülme sırasında özellikle sağ ön beyinde bazı bölgeler uyarılıyor. O bölgelerde sorun olan hastalar esprileri anlamıyor ve yeni problemleri çözemiyor. Bu araştırmalara dayanarak mizah ile zeka arasında bir ilişki olduğunu düşünebiliriz. Esprilerinizi anlamayanlar varsa, onların aklından şüphe etmekte haklı olabilirsiniz! Yine de, esprilerinizi zeka testi olarak kullanmanızı önermem.
Nadir durumlarda gülme, felce ve daha da kötüsü ölüme neden olabiliyor. Bine yakın insanın yaşadığı Tanzanya gülme krizinden bahsedince, Türkiye'de gülme krizi olmuyor mu, diye soranlar oldu. Benim öğrenciliğim sırasında eğer bir sınıfta gülenler olursa, sorun sıra dayağı ile hemen çözülürdü. Bizde kriz mriz olamazdı.
Çocuklar ve kadınlar yetişkin erkeklere kıyasla daha fazla gülüyor. Genel olarak gülme gençlikten itibaren hızla azalıyor. Bazı toplumlarda kahkaha atmak bir zaaf hatta terbiyesizlik olarak da görülüyor. Türkiye'de neden insanlar yeterince gülmüyor diye soranlar oldu. Halkımızın gülme miktarını bilmiyorum ama uluslararası mutluluk araştırmalarında Türkiye ne yazık ki alt sıralarda bulunuyor.
Bazı okurların düşündüğünün tersine gülme sadece insana ait bir özellik değil. Araştırmalar şempanze, goril ve maymunların koşuşturup oyun oynarken kahkahaya benzer sesler çıkardıklarını gösteriyor. Ayrıca gıdıklandıklarında gülme benzeri tepkiler de veriyorlar. Farelerin de oyun oynarken kahkaha olarak yorumlanabilen özel sesler çıkardıkları duyuluyor. Hatta gıdıklanmaktan çok hoşlandıkları görülüyor. Böylece bazı bilim insanlarının daha ciddi işler yapmak yerine fare gıdıkladıklarını öğrenmiş oluyoruz.
Bence ilginç bir bulgu da insanın kendini gıdıklayamaması. Kendi bedenine dokunuş sırasında beklenti oluşmasının gülmeyi engellediği düşünülüyor. Başkası tarafından gıdıklandığında nereye ne şekilde dokunulacağı öngörülemediği için gerginlik ve gülme oluşuyor. Yani gıdıklanmanın gülmeyi tetiklemesi için başka birinin elinin dokunması gerekiyor. Bu gıdıklama işini ben oldum olası çözemedim. Kimisi uzaktan el hareketini görünce gıdıklanırken kimi de hiçbir zaman gıdıklanmaz. Bilimsel araştırmacılardan bu kargaşaya son vermek için biraz da insanları gıdıklamalarını bekliyorum.
İnsanlar içinde bulundukları duruma göre çok sayıda nedenle gülmeye başlayabiliyor. Birlikte olduğunuz insanların kahkaha atmaya başlaması sizin de gülmenize neden olabiliyor. Kahkahanın da esneme gibi bulaşıcı bir hastalık (!) olduğu bile söylenebilir.
Fıkralarda çok farklı kişilerin veya olağanüstü şartların bir araya gelmesi bizi güldürüyor. Beklenmedik şekilde sona eren bir hikaye kahkahalara neden olabiliyor. Fıkraları anlatanlar önce merak uyandırarak izleyenleri alışılmadık bir sona hazırlıyorlar. Bu sırada hareket ve konuşmaların abartılarak canlandırılması ve aksan taklitleri yapılması esprinin gücünü artırıyor.
Önemli bir başarıya ulaşınca veya eski bir dostla karşılaşınca da insanlar gülerek sevincini belli ediyor. Taşıdığı eşyalarla birlikte yere düşen ve etrafında ne varsa deviren birisi hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek ayağa kalkınca kahkahalar patlıyor. Filmlerde ve gösterilerde komedyenler bu tip gerginlikler yaratarak seyircileri espriye hazırlıyorlar. Ben kahkahaları bir çeşit destekleme veya ödüllendirme işareti olarak da görüyorum. Onları keşif veya icat yapanların sevincine de benzetebiliriz. Arşimed'in banyodan "Buldum." (Evreka) diye bağırarak sokağa çıkması gibi bir şey.
Başkalarının kıyafet veya davranışlardaki uyumsuzluklar bize komik geliyor. Önemli bir konuşmacının dil sürçmesi de gülmeyi tetikleyebiliyor. Bu durumlarda, kusurlu olandan üstün olduğunu düşünerek sevinildiği (Schadenfreude) söyleniyor. Düşen biri zarar gördüğü takdirde gülmek düşmanca bulunuyor. Ayrıca inanç, ırk, cinsiyet ve engelliler gibi hassas konularda mizah yapılması doğru bulunmuyor.
Komedi filmi seyredenlerin beyinlerinde espri yapılmadan önce bile uyarılmalar gözleniyor. Gülme sırasında beyinde salgılanan mutluluk hormonları (dopamin, serotonin, oksitosin) depresyona karşı bizi koruyor. Kahkaha atınca ağrılar azalıyor ve vücuda daha fazla oksijen giriyor. Gülme sırasında kaslarla birlikte iç organlar da hareket ediyor. Kalp atışı hızlanıyor. Kalori kaybediliyor. Spor yapmayanlara müjde vermek istiyorum; tembel tembel oturup komedi filmleri seyretmek bile kilo verdiriyor. Küme düşünce kahkaha atan Denizlispor futbolcularına da Nesrin Sipahi'den bir şarkı hediye ediyorum.
Dün kahkahalar yükseliyorken evinizden,
Bendim geçen ey sevgili sandalla Denizden.
Birlikte gülen insanlar arasında havanın yumuşadığını ve güven ortamının oluştuğunu görüyoruz. Kahkaha, içinde bulunduğumuz gergin atmosferde ruh sağlığımızı korumak için bir çıkış yolu oluşturuyor. Bir derse veya sunuma iyi bir espri veya karikatür ile başlanırsa dinleyicilerle daha iyi bir diyalog kuruluyor. Ben rahmetli Prof. Dr. Nusret Kürkçüoğlu'nun termodinamiğin kanunlarını anlatırken yaptığı fasulye esprisini hiç unutamadım.
Komik insanlar çevrelerindeki insanlar tarafından daha güvenilir ve başarılı bulunuyor. Bu nedenle herkes iyi espriler yapabilmek istiyor. Örneğin, Tesla ve SpaceX şirketlerinin kurucusu Elon Musk bugünlerde ABD'de yayınlanan bir mizah programı olan SNL (Saturday Night Live) için misafir sunucu olacakmış. Takipçilerinden ona espri göndermelerini istemiş. Zevk için uzaya araba fırlatan birinin bu talebi bana komik geldi. Benim ona bir öğüdüm olacak, sakın sahnede ellerini arkasına bağlamasın.
Mizahın yaratıcılığı tetiklediği düşünülüyor. Ben hep gülmenin sağ beyinde uyarılmalara neden olması ile yaratıcı süreçlerde sağ beynin devreye girmesinin tesadüf olmadığını düşündüm. Meslek yaşamımda da gördüğüm örneklere dayanarak mizah ile yaratıcılık arasında bir ilişki olduğuna inandım. Buna ilaveten, gülmenin rahatlamaya neden olması da daha fazla yaratıcı fikrin ortaya çıkmasına ve hataların hoşgörü ile karşılanmasına neden olabilir.
Başarılı teknoloji şirketlerinde ve araştırma merkezlerinde neşeli ve samimi ortamların olduğunu biliyorum. Bazı ofis alanlarının eğlence merkezi gibi rengarenk tasarlandıklarını gözlerimle gördüm. Yoğun çalışma temposuna rağmen oralarda gülümseyen araştırmacılara, duvarlarda karikatürlere ve uçuşan esprilere rastlayabilirsiniz. Birlikte çalıştığım bir araştırmacı sokakta rastladığı bir kadının arabasının kapısını açması için yardım etmeye çalışırken arabanın sahibi tarafından yakalanmıştı. Meğerse kadın kendi arabasını biraz ileride park etmiş ve yanlış arabanın kapısını zorluyormuş. Laboratuvara gelince övünerek anlatmıştı ve hep birlikte gülmüştük.
Japonya'da yapılan çalışmalarda gülmenin kanser hastalarına faydalı olduğu ortaya çıktı. Daha önce bahsettiğim Dr. Patch Adams'ın yaklaşımının en son araştırmalar ile desteklendiğini görüyoruz. Gülmenin zihinsel ve bedensel sağlımız için faydalı olduğu yeni çalışmalarla da teyit ediliyor.
Geçen haftaki yazıda gülmenin bağışıklık sistemine destek olduğundan bahsedince henüz aşı olamayanlar biraz fazla ümitlenmişler. Hemen belirtmekte yarar var, kahkaha aşının yerine kullanılamaz. Siz siz olun ilk fırsatta aşınızı olun.
Yaşlananlar mı daha az gülüyor yoksa az gülenler mi yaşlanıyor? İkisinin de doğru olduğunu düşünüyorum. Uzmanlar genç kalmak için gülmeye vakit ayırmamızı öneriyorlar. Özellikle de komedi programlarını izlemek ve Kahkaha Yogası gibi etkinliklere katılmak tavsiyeler arasında.
Son dönemde televizyonda olumsuz haberlerin ve kanlı canlı filmlerin çok yer tuttuğunu görüyoruz. Bu programların izleyicilerin yaşam kalitelerini düşürdüğü anlaşılıyor. Araştırmacılar televizyonlardaki tartışmaların da izleyicilerin psikolojisini bozduğunu belirlediler. Ben saatlerce gergin bir şekilde tartışanları, son dönemde Antalya'da yakalanan balon balıklarına benzetiyorum. Birbirleri ile tartışırken çenelerinin çok kuvvetli ve içlerinin zehirle dolu olduğunu görebiliyoruz. İzlediğimiz programlar ve çevremizdeki insanlar bizim yaşam kalitemizi belirliyor. Etrafa stres ve mutsuzluk yayan kişiler, çevrelerinde gülen, eğlenen ve mutlu olanları da engelliyorlar. Onlardan uzak durmakta yarar var.
Atalarımız nelere gülüyordu diye soranlar oldu. Bildiğim kadarı ile, İslam öncesi Türk şiirleri çoğunlukla Budist veya pagan metinlerinden oluşuyor. Reşid Rahmeti Arat'ın Eski Türk Şiiri isimli kitabında sadece "Bir beyin yemeğini yemeyi düşünürsen, dişinde mâni çıkar." şeklinde tercüme edilen dizeyi esprili bulmuştum. Yani zenginin yemeğinden fakire fayda yok.
Osmanlı dönemine ait mizahı da o zamanın ruhuna göre değerlendirmek gerekiyor. Daha önce duyulan espriler de tekrarlandıkça komik gelmediği için geleneksel mizahın cazibesi zamanla azalıyor. Güncel mizahla kıyaslamak yerine onlara kültürel miras gözüyle bakılması gerektiğini düşünüyorum.
Yıllar önce Amerika'da bir kütüphanede büyük bir Osmanlı dergi koleksiyonuna rastlamıştım. Orada Kelebek adlı bir mizah dergisini dikkatle incelemiştim. Ancak karikatürlerini ve fıkralarını pek komik bulmamıştım. Çocukluğumuzun Akbaba'sı ve gençlik çağımızın GırGır gibi dergileri de şimdi aynı tadı vermiyorlar. Mizahın dönemsel bir yanı olduğu muhakkak. Buna rağmen bazı şiirlerin ve Nasreddin Hoca fıkralarının hâlâ bizi gülümsetiyor olması çok ilginç.
Çocukluğumda izlediğim bir meddah da beni çok etkilemişti. Bir yaz akşamı kalabalık bir köy meydanındaki bu usta sanatçıyı Ata Demirer'e benzetebilirdiniz. Elbette dış görünüş olarak değil! O meddah hikayesini ballandırarak anlatırken yeri gelince nükteli şiirler okuyor, taklitler yapıyor ve saz çalıp söylüyordu. Seyirciler sataşırsa onlara laf da yetiştiriyordu. Kısaca çok sayıda becerisini sergileyerek tam bir gösteri yapıyordu. Elli seneden fazla olmasına rağmen o köy meydanını hâlâ gözümün önünde canlandırabiliyorum. Muhtemelen o türün son örneklerinden biriydi.
Osmanlı'dan günümüze ulaşan mizahi eserlerin büyük bir kısmı şiir ve fıkra şeklindedir. Nilüfer Tanç'ın "Klasik Türk Edebiyatında Mizah" isimli kitabında bazı örneklerini bulabilirsiniz. O dönemdeki eserlerde müstehcen konuların ve küfürlerin de sıklıkla kullanıldığı görülüyor.
Geleneksel eserler arasında, benim beğendiğim pek çok şiir ve tekerleme var. Fuzuli'nin Kanuni Sultan Süleyman döneminde rüşvetin yaygınlığını eleştirmek için söylediği "Selam verdim rüşvet değildir deyü almadılar." sözleri hepimizin aklında.
Yunus Emre'nin bir şiirindeki, hırsızın yediği üzüm ile bostan sahibinin onu ceviz (koz) yemekle suçlamasını anlatan dizeleri ilginç bir örnek olarak vermek istiyorum.
"Çıktım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp dir ne yersin kozumu"
Şair Nabi'nin isminde bile mizah var. Na yok, bi de iki demek olduğu için Nabi ismi 'iki kere yok' anlamına geliyor. Aşağıdaki beyitte kendi ismi ile ilgili bir espri yaptığını görüyoruz. Sevdiği ile kendisinin uyumsuz ikili olduklarını edebi bir dille ifade ediyor.
"Bende yok sabr u sükün sende vefadan zerre
İki yokdan ne çıkar fikr idelüm bir kerre"
Dr. Tanç'ın kitabında mizah edebiyatımız açısından çok önemli bir eser olan Molla Lutfi'nin Harnâme'si (har eşek demek) ile ilgili önemli bilgiler de var. Konusu, eşek lakaplı bilgisiz bir müderrisin tayin edilmek için yaptığı garip işler. Eserde eşek ile ilgili çok sayıda espri kullanılarak, dönemin önemli bir sorunu haline gelen cahil müderrislerin makam hırsı eleştiriliyor. Bu sorun, giderek büyüdüğü için daha sonraki dönemlerde Koçi Bey ve Katip Çelebi gibi pek çok kişi tarafından da gündeme getirilecektir.
Harnâme'nin yazarı Molla Lutfi, Sinan Paşa'dan mantık, felsefe ve kelam, Ali Kuşçu'dan da matematik dersleri alarak yetişmiş biri. Kendisi Fatih Sultan Mehmet tarafından takdir ediliyor ve müderris olarak görevlendiriliyor. Ne yazık ki, II. Bayezid zamanında dinsizlikle suçlanarak idam ediliyor. Molla Lutfi'nin yaşadıkları hakkında Doç. Dr. Halis Demir'in yazdıklarını, İlahiyatçı Prof. Dr. Mehmet Azimli'nin "Müslümanlarda Engizisyon" isimli kitabında bulabilirsiniz.
Mizah ve sanat hoşgörünün olduğu yerlerde gelişiyor. Osmanlı döneminde yetişmiş şairlerden Neyzen Tevfik'in sözleri ile geleneksel mizah konusunu kapatarak günümüze dönelim.
"Sanma ciddiyet ile sarf ederim sanatımı,
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir."
Kapanma olacağı duyurulunca, büyük şehirlerden ülkenin dört bir yanına paldır küldür saçılan milyonlarca insanın yollarda yarattığı izdihamda maske ve mesafe önlemleri terk edildi. Bu sırada nüfus patlaması yaşayan Bodrum'un yeni Wuhan olmasından korkuluyor. Öte yandan küçük şehirlerde bayram ziyaretlerine gideceklerin yaratabileceği tehlike de azımsanamaz.
Pandemi sırasında memleketin çeşitli yerlerinde gizlice bir araya gelen vatandaşlarımız korona önlemlerine uymadan kumar oynarken veya eğlenirken yakalanıyor. Yasak olmasına rağmen evinden uzaklarda dolaşanlar da çeşitli komik bahaneler uyduruyorlar.
Prof. Dr. Ahmet Özbek, ülkemiz müthiş bir kahkaha hazinesidir kıymetini bilelim, diye yazmıştı. Hemen ardından son günlerde duyduğum en ilginç haber ortaya çıktı. Ateizm Derneği bir ilahiyat hocasına, "Ateizmin yaygınlaşmasında ve araştırılmasında gösterdiğiniz üstün gayret için dernek olarak size büyük bir teşekkür borçluyuz. Böyle devam etmenizi diliyoruz." diye yazmış. Ne olacak bu memleketin hali!
Pandemi ağır hasar vererek ilerliyor. Sürekli kayıp haberleri alıyoruz. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Buna karşılık pes etmek yok. Enseyi karatmak yok. Pandemi döneminde elimizden geldiği kadar neşeli olmamız bağışıklık sistemimizi desteklemek ve depresyondan uzak durmak için gerekiyor.
Nasreddin Hoca gibi evrensel değerler çıkaran renkli bir ülkede yaşıyoruz. Her gün kahkaha atmak için yeni bir fırsat çıkıyor. Onları değerlendirerek gülme dağarcığımıza atalım. Mümkün olduğu kadar bizi neşelendiren etkinliklere ve birlikte güldüğümüz insanlara zaman ayıralım. Bir taraftan da gereksiz yere içimizi karartan insanlardan, filmlerden ve televizyon tartışmalarından uzak duralım. Bugünden tezi yok, gelen baharla birlikte daha fazla kahkaha atacağımız bir yaşam tarzı başlatalım.
Neşeli ve sağlıklı bir bayram dilerim. Kahkahalarınız bol olsun.
Enflasyonla mücadelede, bilinçli tüketim ve tasarruf yapmak konusunda hepimize düşen görevler olduğunu düşünüyorum. Gençlerimizi, canlarımızı, doğayı, gıda maddelerini ve özellikle de zamanı israf etmekten kaçınmalıyız
"Bab-ı Ali'de görev alan bürokratların büyük bir kısmının ciddi anlamda mal varlıkları olduğu, ölümlerinin ardından ortaya çıkan belgelerde (terekelerde) görülmüştür. Hatta benzer çalışmalara konu olan paşaların rüşvete bulaşmamış olması, normal ya da gerekli bir durum değil bir gurur kaynağı, yüksek ahlak olarak ifade edilmektedir"
"Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, küresel patent yarışına katılabilmek için görsel düşünme becerisine sahip gençler yetiştirmeliyiz"
© Tüm hakları saklıdır.