18 Mayıs 2025

'Gilgameş’ operasının rejisörü Caner Akın: Besteci hayatta değil ve hiç prodüksiyon yapılmamış, el yazması notalardan yola çıkarak hazırladık

"En zorlayan yanı hayatta olmayan bir besteci var ve hiç yapılmamış bir prodüksiyon var. Dünyada ilk kez sahnelenecek ve o sırada gözünüzü kapatıp Ahmed Adnan Saygı'nın hem libretosunda yazdığı için acaba burada ne hissetti, neyi vurgulamak istedi, neyi göstermek istedi, neye dokunmak istedi bunları keşfetmeye çalışmak..."

“İnsan, ölümlü olduğu için mi bilge olur yoksa bilge olduğu için mi ölümlüdür?”

“Gılgamış Destanı”nın bu satırları, insanlığın binlerce yıl öncesinden bugüne taşıdığı en kadim sorulara ışık tutuyor. Mezopotamya'nın bereketli topraklarında doğan bu destan, insanın ölümsüzlük arayışını, dostluk ve bilgelik yolculuğunu anlatırken, evrensel temalarıyla çağları aşan bir etki yaratıyor.

Ahmed Adnan Saygun, bu eşsiz destanı operaya dönüştürerek, Doğu'nun ezgisel anlatımıyla Batı'nın çok sesliliğini harmanlayan bir başyapıt ortaya koydu. Saygun'un hem bestesini hem de librettosunu kaleme aldığı “Gılgameş” operası, 1964-1983 yılları arasında tamamlanmış olmasına rağmen, dünya prömiyeri 17 Mayıs akşamı İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından rejisör Caner Akın yönetiminde Atatürk Kültür Merkezi sahnelendi.

16. Uluslararası İstanbul Opera ve Bale Festivali kapsamında sanatseverlerle buluşan Gilgameş, teknolojik sahneleme teknikleriyle dikkat çekiyor. Orkestra şefliğini Gürer Aykal ve İbrahim Yazıcı'nın dönüşümlü olarak üstlendiği operada, dekor tasarımı Efter Tunç, kostüm tasarımı Gizem Betil, ışık tasarımı Cem Yılmazer ve video tasarımı Aisha Hajiyeva tarafından gerçekleştirilmiş.

Sizi, Gilgameş’ın 42 yılın ardından sahneye taşınma sürecini ve arkasındaki yaratıcı vizyonu daha yakından anlamak için rejisör Caner Akın ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiye davet ediyoruz.

Caner Akın

- Merhaba Caner Bey, Gılgamış insanlığın yazıya geçmiş ilk destanı olarak, hem mitolojik hem de felsefi bir metin. Bu eseri sahneye taşıma fikri nasıl doğdu? Sizi bu devasa anlatının içine çeken şey neydi?

Gılgamış tabii ki her şeyden önce tabletlere yazılmış dünyanın ilk yazılı edebi metni. Dünya tarihi için çok çok önemli bir metin ve bizim için de elbette birçok yönden önemi var. Hem bizim topraklarımızdan çıkmış olması hem ülkemizin yetiştirdiği en büyük besleyicilerden bir tanesi olan “Türk Beşleri”nden Ahmed Adnan Saygun'unn “şaheserim” dediği bir eser olması. Saygun 1983'te eseri tamamlıyor. Fakat eser 42 yıldır sahnelenmiyor. Çünkü Gilgameş Operası kendi içerisinde çok büyük zorluklar içeriyor. İstanbul Devleti Opera Balesi olarak biz buna cesaret ettik. Genel müdürümüz Tan Sağtürk önderliğinde yapılmasına karar verdik.

- Operanın rejisinde “teknolojiyle sahne sanatlarının buluştuğu devrimsel bir deneyim” ifadesi dikkat çekiyor. Rejiyi tasarlarken klasik opera formunu hangi noktalarda esnettiniz ya da dönüştürdünüz?

Eser binlerce yıl önceden gelmiş bir konu. Ahmed Adnan Saygun da çok yenilikçi bir besteci. Dünya çapında da böyle bilinir. Ve Yunus Emre Oratoryosu'nu yazan o melodik yapıyı kuran insan bu eseri de çok fütüristik bir yaklaşımla yazmış. Yani belki 2500'lü, 3000'li yıllardan gelme gibi eser. Bu bağlamda tabii ki dünyanın geçmişi ve geleceği ile ilgili bir köprü kurmak gerekiyordu. Konu itibariyle zaten bunu anlatabilmek için dijital sanatlardan da faydalanarak klasik opera reji anlayışını harmanlamak gerekiyordu. Bu bağlamda üç boyutlu bir sistemle seyircileri bambaşka bir dünyaya götürmeyi hedefledim ve konuyla da çok uyumlu bir şekilde sahne üzerine güzel bir kompozisyon oldu.

- Gilgameş, ölüm korkusu, bilgi arayışı, dostluk ve ilahi aşk gibi temalarıyla insanlık tarihinin temel sorularına değiniyor. Sizce bu kadim hikâyenin bugünün seyircisine söyleyeceği en güçlü söz nedir?

Bugünün seyircisinden ziyade aslında bugünün insanına demek daha doğru olabilir diye düşünüyorum. Çünkü insan, tarih öncesi çağlarda da insan, gelecekte de insan. Biz ölümlü varlıklarız. Kendi egolarımıza, hırslarımıza, çekişmelerimize, sıfatlarımıza, daha birçok bu geçici olan şeylere bazen çok fazla önem verebiliyor ve bağlı kalabiliyoruz. Fakat bunların hepsinin aslında geçici olduğunu, en önemli olan olgunun sevgi olduğunu, huzur, barış olduğunu fark etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü Gılgamış da bu kadar zalim, zorba bir hükümdarken, öyle bir noktaya geliyor ki o kendi içsel döngüsünde, yolculuğunda, mücadelesinde ölümlü olmanın getirdiği esas noktaya varıyor.

- Destanı sahnelerken Batı’nın operatik kodlarıyla Doğu’nun ezgisel anlatımı arasında nasıl bir denge kurdunuz?

Burada tabii bir doğu batı sentezi var. Bunu yadsıyamayız. Hocanın çok önemli notları da var. Bu bağlamda onun o evrensel görüşü, evrensel kucaklayıcılığına sadık kalarak sahne üstü tekniğiyle prodüksiyonun görsellerinin stilize edilmesiyle vurguladığımızı düşünüyorum. Çünkü artık 2025 yılındayız. İnsanlar cep telefondan her türlü bilgiye, her türlü görsellere ulaşabiliyorlar. Onlara bu bağlamda yaklaşmak gerektiğini düşündüm. Bu kapsayıcılıkla, bu genişlikle, bu evrensel bakış açısıyla.

- “Bilgisizlikten bilgiye geçişin tasavvufi boyutu” vurgusu dikkat çekici. Bu geçişi sahne üzerine nasıl yansıttınız?

Bu tasavvufi geçişi tabii ki stilize ederek hem görselleri, hem dekoru, hem kostümü, -yine aynı şeyin altını çiziyorum- evrensel bir yaklaşım söz konusu. Seyirciye ulaşmak için bu çok derin anlamlar içeren felsefi durumda sahne üzerindeki bazen ufak bir aksiyon ya da ufak bir görselin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sadece dünya değil bir evrende yaşıyoruz. Evren sonsuz, çok büyük. Bunun ardında bir şeyler olmalı. Ve biz ölümlüysek, insansak bu ardındaki şeyin bizim insan olan olgumuzla, duygumuzla, ruhumuzla, varlığımızla bütünleştiğini düşünüyorum. Çünkü insan öldüğü zaman bedeni bir çöp oluyor, biyolojik bir makinesi sonuç itibariyle. Ama o ruhun arkasındaki, o perdenin arkasındaki şeyi keşfettiği zaman insanoğlu çok daha farklı bir noktaya gidecek diye düşünüyorum.

- Rejide ışık ve video tasarımının güçlü biçimde yer aldığını görüyoruz. Aisha Hajiyeva ve Cem Yılmazer ile çalışırken hangi duyguları veya metaforları ışıkla öne çıkardınız?

Tabii burada Ayşe Hacıyeva, Cem Yılmazer mucizeler yarattılar. İkisi de yaratıcılık olarak felsefi yaklaşımlara çok açık insanlar.  Görsellerde, ışık ve videoda çok bütünleyici olduğunu düşünüyorum. Bu bütünleyiciliğe önem verdik. Sayın Efter Tunç'un dekor tasarımı bu bağlamda yola çıktı. Ve çok yol gösterici oldu onlara da. Ayrıca Gizem Betin'in kostümleri de bunu çok güzel destekledi.

- Bu kadar katmanlı bir destanı sahneye taşımanın sizi en çok zorlayan yanı ne oldu?

En zorlayan yanı hayatta olmayan bir besteci var ve hiç yapılmamış bir prodüksiyon var. Dünyada ilk kez sahnelenecek ve o sırada gözünüzü kapatıp Ahmed Adnan Saygı'nın hem libretosunda yazdığı için acaba burada ne hissetti, neyi vurgulamak istedi, neyi göstermek istedi, neye dokunmak istedi bunları keşfetmeye çalışmak... Tabii ki bu çok zor ama bir o kadar da insanın kendisini çok geliştirici. Eseri, el yazması notalardan yola çıkarak yaklaşık 9 aydır çalışıyoruz. Siz de takdir edersiniz ki hiç kolay bir şey değil ama bunu İstanbul Devleti Opera ve Balesi'nin bütün sanatçı ve teknik ekibinin vermiş olduğu güvenle, onların inancıyla yapabildiğimizi düşünüyorum.

- Gilgameş’in yolculuğu sırasında karşılaştığı karakterler bilinçaltının metaforik yüzleri gibi. Bu karakterlerin sahnelenişinde psikolojik derinliği nasıl kurdunuz? Enkidu’nun vahşilikten dostluğa geçişİ, İştar’ın arzuları gibi…

Tabletlerde de bu çok öne çıkan bir konu. Sümerlerde de. Tanrılar var. Bu tanrılar, bizim algıladığımız gibi tanrılar değil; Üst düzey güçleri olan, belki başka planetlerden dünyaya gelen, burada yöneten… Ölümlülerle ölümsüzlerin ayrımı en önemli çıkış noktamız oldu. Ölümlü olan halk. Enkidu, yaratılmış bir ölümlü. Yaratılıyor ve ormanda hayvanlarla yaşıyor ilk başta. İnsanın hiçbir duygusu yok. Çok ilkel ama o da kendi içerisinde bir dönüşümü yapıyor, bir yolculuk yaşıyor. Ve daha insanileşiyor, daha ehlileşiyor İştar kızı sayesinde. Bu bağlamda tabii ki tanrıların da kendi psikolojik durumları söz konusu. Bazı tanrılar çok yıkıcı olabilirken bazıları daha ölümleri de korumaya çalışan -Şamaş gibi mesela- tanrılar da söz konusu. Bunların kendi içsel çatışmaları ve kendi aralarındaki çatışmalarını da vurgulamaya çalıştık.

- Saygun’un eserlerinde “medeniyetler arasında köprü” olma meselesi var. Gilgameş bu vazifeyi görüyor mu?

Gilgameş zaten konu olarak bu yüzden çok ayrıcalıklı dünya tarihinde. Medeniyetler arası köprü, evrensel kucaklayıcılık, derinlikli felsefi yaklaşım; din, dil, ırk hiçbir şekilde önemi olmadan aslında bütünsel olarak insanın kendini araması, kendini bulmaya çalışması, kendi içerisindeki aşka yönelmesi.

- Gilgameş’ın bilgi arayışı, ölümsüzlük tutkusu; bu dijital çağdaki “kendini aşma” arzumuz ile benzeşiyor. Gilgameş izleyici olarak bireysel arayışlarıma yol gösterecek mi?

Eseri izleyen herkesin içsel olarak bireysel bir arayışa gireceğini düşünüyorum. Zaten çıkış noktam da buydu. İnsanız sonuçta… Binlerce yıl önce de olsa, binlerce yıl sonra da olsa, teknoloji ne kadar ilerlese, ne kadar geride kalsa biz yaşayan bir varlığız ve ölümlü bir varlığız. Bunu keşfetmek, bunu sorgulamak zaten en önemli mesajı.

- Bu eserdeki “deneysel sahneleme”niz için ne söylemek istersiniz?

Gelişen dijital bir çağda teknolojiden geri kalmak çok tercih ettiğim bir şey değil. Özellikle opera sahnesine tabii ki sizin bağlayıcı çok fazla etken oluyor. Müzik, ritim, zamanlama… Bunu teknolojiyle harmanlamak bence önemli bir nokta diye düşünüyorum. Türkiye'de ilk kez bu kadar kapsamlı opera sahnesinde teknolojik bir yaklaşım söz konusu. Bu da aynen 42 yıl sonra Gilgameş'ın dünya promiyeri yapacak olması opera tarihinde devrim niteliğinde ise; yaptığımız prodüksiyon da gelecekteki yapılacak prodüksiyonlarda yol gösterici olacak diye düşünüyorum. Çünkü dünyada en önemli opera sahnelerinde bunlar çok fazla yapılmaya başlandı. Bizim onlardan geri kalır hiçbir yanımız yok. Potansiyelimiz çok çok yüksek. Genel müdürümüz Tan Sağtürk de bu konuda çok destekliyor. Bu noktada hepimizin doğru bir yolda ilerlediğini düşünüyorum.


*Gilgameş 20 Mayıs’ta ikinci kez sanatseverlerin karşısına çıkacak. İzlemek isteyenler için bilet linki: Biletinial.com

Sümeyra Gümrah kimdir?

Sümeyra Gümrah Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu.

Öğrenim süreci boyunca Kanal D bünyesindeki radyolarda görev aldı. Yönetmen yardımcısı olarak başladığı kariyerini, kültür sanat sektöründe basın danışmanlığı yaparak devam ettirdi.

2006 - 2013 yılları arası Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda görev yaptı.

Fatma Berber ile kaleme aldığı Destek Yayınları'ndan Bir Pera Masalı isimli gezi kitabı ve Pink Floyd - Kilidi Açamazsan Kır Kapıyı isimli biyografi kitabı; Ayrıntı Yayınları Düşbaş Kitapları'ndan Bir Porsiyon Sanat isimli kitapları bulunuyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Evrensel bir kültürel satire: Sarı Yüz!

Karakterlerinin hiçbirine imtiyaz tanımayan romanda, her iki ana karakter de kusurlarıyla, zaaflarıyla karşımızda. Adeta edebiyat dünyasında sıkça karşılaşılan etik ikilemlerin karmaşıklığı gibi…

Antik kent nasıl gezilmez?

“Taşla selfie çekmekten daha fazlası” rehberi…

Piazzolla’nın tek öğrencisi Marcelo Nisinman, topluluğuyla ilk kez İstanbul’da: Tango, çalınan ve dans edilen hüzünlü bir duygudur

Bir şehrin ruhundan doğup dünya sahnelerine yayılan, hem kaybı hem arzuyu aynı anda fısıldayan bir müzik... Buenos Aires’in uykusuz gecelerinden çıkan bu duygusal hafıza dili, şimdi beş farklı kültürden gelen beş müzisyenin ellerinde yeniden şekilleniyor

"
"