28 Nisan 2025
İstanbul’un her mevsimi ayrı bir sanat… Kendisi sanat olan bu şehir gerçekleşen sanat etkinlikleriyle ayrı bir ışıldıyor. Bu etkinliklerden biri de kuşkusuz Uluslararası İstanbul Opera ve Bale Festivali. Bu yıl 16.’ncısı gerçekleşecek festival bu yıl, dünya çapında isimlerin sahneye çıkacağı Gala Konseri ile açılıyor. Gioacchino Rossini’nin sevilen operası La Cenerentola’nın çocuklar için özel bir uyarlaması olan Külkedisi ilk kez seyirciyle buluşurken, Ahmet Adnan Saygun’un destansı eseri Gilgameş dünya prömiyerini gerçekleştiriyor. Ayrıca Bulgaristan’dan Sofya Opera ve Balesi’nin sahneleyeceği Elektra ve Rusya’dan Eifman Bale Topluluğu’nun yorumuyla Anna Karenina ve Rus Hamlet, festivalin dikkat çeken uluslararası prodüksiyonları arasında. 10 Mayıs - 3 Haziran tarihleri arasında AKM Türk Telekom Opera Sahnesi, AKM Tiyatro Salonu ve Kadıköy Süreyya Operası’nda gerçekleşecek festival, her yaştan seyirciyi bekliyor.
Şehrin ışıltısına katkı sunacak festival vesilesiyle İstanbul Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Caner Akgün ile konuştuk.
Dört şehirde gerçekleşecek uluslararası festivalle dopdolu bir yaz sezonuna hazırlanıyorsunuz. Bu programların hem sanatsal hem de lojistik açıdan nasıl planlandığını sormakla başlamak istiyorum.
Caner Akgün: Bakanlığımızın festivallerimiz için bize ayırdığı bütçenin yanı sıra festival süreçleri için paydaş kurum ve kuruluşlarla yoğun görüşmeler yapıp etkinlik ve festival konseptlerine göre iş birliği zeminlerini hazırlıyoruz. Festival komisyonlarımız ve her festival için seçilmiş kurullarımız mevcut. Her festival bitiminde gelecek yılı çalışan bir mekanizma bu. Genel Müdürümüz, Genel Müdür Yardımcılarımız ve Genel Koordinatörümüzle birlikte bir taslak çerçeve belirliyor, ardından sene içerisinde yapılan toplantılarla bu çerçeveler somut bir düzleme erişiyor. Festivalin başarısı kurgulandığında bellidir. Olağanüstü bir durum yaşanmadığı sürece perde açılışında başarıyı kutlamaya başlarız.
Bu yıl özellikle “Gilgameş” operasının dünya prömiyeri, “Deliriyum” gibi modern bir dans eserinin sahnelenmesi dikkat çekiyor. Bu eserler sanatla zamansız bağ kurmak açısından ve festivalin genelinde nasıl bir yere oturuyor?
Caner Akgün: Cumhuriyet döneminin ilk bestecisi Ahmed Adnan Saygun’un Gilgameş eseri tozlu raflardan alındı ve gün yüzüne çıkarılıyor. Dünya prömiyerini 17 Mayıs günü gerçekleştirecek eser için dijital bir sahneleme biçimi çalışıldı. Bu deneysel ve cesaret isteyen bir eylem tabii ancak eserin gerçekleştirilmesi de bir milli görev.
Diğer yandan bahsettiğiniz gibi Deliriyum da günümüz sıkışmış bireyini konu alan bir modern dans eseri ve mercekleri bugüne tutmamıza sebep olmakta. Festivallerin sanat aracılığıyla vermesi gereken mesaj zamansız bir anlam arayışı bence. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze zamansız anlam arayışları bu iki eser düzleminde mevcut. Binlerce yıl önceden gelen Gilgameş’in ölümsüzlük ve varlık felsefesi üzerine arayışları diğer yandan günümüz sıkışmış insanının bir portresi.
Güney Kore, Moğolistan, Almanya, Bulgaristan gibi ülkelerden topluluklar bu yıl Türkiye’ye geliyor. Bu tür sanatsal karşılaşmaların diplomatik ve toplumsal düzeyde de karşılığı oluyor mu?
Caner Akgün: Evrensel sanat dallarını sahnelediğinizde, uluslararası bağlantılar kurmanız kadar doğal bir şey yok. Bu tür bağlantılar için de en uygun zeminler, dünya festivaller birliğine kayıtlı organizasyonlar ve literatüre, arşive girme niteliğindeki projeler oluyor.
Bu yıl, Sofya Devlet Operası, Elektra prodüksiyonuyla misafirimiz olurken, St. Petersburg’tan gelen Eifman Bale Topluluğu da Anna Karenina ve Rus Hamlet eserleriyle 16. İstanbul Opera ve Bale Festivali'nde bizimle birlikte olacak. Bunun yanı sıra, dünyaca ünlü orkestra şefi Nayden Todorov da geçtiğimiz yıl Leyla Gencer ve Ottavio Ziino Opera Yarışmalarının galiplerini ve seçkin solistlerimizi yöneteceği, Leyla Gencer anısına hazırladığımız Gala Konseri’nde bizimle sahnede olacak.
Bu türlü sanatsal iletişimler, kültürleri daha yakından tanıma imkânı sağladığı gibi, ülkeler arası ilişkilere de güncel bir perspektiften yaklaşma fırsatı sunuyor. Sanat her zaman kayda değer bir iletişim biçimidir. Bu yüzden festivallerimizin desteklenmesi ve bu desteklerin artırılması büyük önem taşıyor.
İstanbul’un iki yakası arası sıkça vapur seyahati yaptığım bir dönem “İki Yaka Opera” diye bir hayalim vardı. Sabah opera ile Kadıköy – Karaköy hattı, akşam ise dönüşü… Böyle bir opera hattı olsa sabah ve akşam için nasıl bir repertuvar olurdu?
Caner Akgün: Mekâna göre tasarlanmış, mekânı kullanan kitlenin sözcüsü niteliğinde bir hikâye bir vapur kamarasında sahnelenebilir. Nano opera başlığıyla mikro yaklaşımların ele alındığı bir libretto 25 dakikalık seyahate eşlik edebilir. Güncel hayatın dinamiklerinden etkilenen konular ele alınabilir. Çalışmaya değer bir başlık.
Festival programında “Külkedisi” ve “Bale Dünyası” gibi çocuklara yönelik temsiller var. Bu temsiller elbette çocuklarımızın sahneye bakışlarını dönüştürmek için de önemli. Çocuklar üretimleri konusunda sizin şahsi yaklaşımınız nedir?
Caner Akgün: Devlet Opera ve Balesi olarak çocuklara yönelik Çocuk Opera ve Bale eserlerini üretmemiz gerekli. Geleceğin seyircisini böyle oluşturabiliriz. Özellikle orijinal dilde oynanan ve Türkçe açıklamalarla hikâyeye hâkim olmaları sağlanan çocuklar ile Tamino’nun Rüyası eserinde olduğu gibi Külkedisi eseriyle de bir modeli çalışıyoruz. İDOB Başrejisörümüz Caner Akın’ın Çocuk Operası alanında sürdürdüğü bu modeli destekliyor ve çok önemsiyorum. Aynı modeli Bale Dünyası eseriyle de denedik. Oldukça ilgi gördü. Özellikle opera alanında 6 yaşını geçmiş bale alanında ise her yaştan çocuğa dokunabildiğimizi söyleyebilirim.
Bu yıl ayrıca 19 Mayıs’a denk gelen “Bütün Umudum Gençliktedir” konserinde, Şırnak dahil olmak üzere Anadolu’nun farklı illerinden seçilen genç yetenekler sahnede olacak. Bu gençler, sadece performanslarıyla değil, geldikleri yerlerle ve getirdikleri hikâyelerle de iz bırakacak gibi. Siz ne söylemek istersiniz?
Caner Akgün: Devlet Konservatuvarlarımızın yatılı bölümleri ne yazık ki kapalı durumda. Bu da Anadolu’da kısıtlı şartlarda geçimini sağlayan ailelerin çocuklarını büyük şehirlerdeki konservatuvarlara gönderememesine sebep oluyor. Bu konunun düzeltilmesi için Genel Müdürümüz Sayın Tan Sağtürk “1. Anadolu Opera ve Bale Festivali”yle birlikte gittiğimiz şehirlerin Güzel Sanatlar Liselerinde yetenek taramaları yapıp o gençlerin farkındalıklarını artırmayı hedefleyen bir proje başlattı. Bu konser hedeflediğimiz bu amaca hizmet edecek. Konserin bir başka özelliği ise Çağdaş Eğitim Vakfı tarafından yurtdışında eğitim bursuyla okuyan üç gencin Anadolu’dan gelecek beş gencimizle buluşması olacak. Birlikte Türkiye’nin geleceğini seslendirecekler.
Bu harika. İzleyici profili konusundaki düşüncelerinizi de merak ediyorum. Bugünün seyircisi daha mı meraklı, daha mı talepkâr sizce? Özellikle gençlerin sahneyle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Onları kazanmak için sizce hangi dil, hangi yöntem daha etkili?
Caner Akgün: Klasik Sanatların izlenmesi konusunda dünyada en düşük yaş ortalamasının olduğu ülkelerden biri Türkiye. Bunun en önemli sebeplerinden biri kurumlarımızın devlet destekli olması. Ödeneklerimizin, sosyal haklarımızın devlet tarafından veriliyor olması doğal olarak da bilet fiyatlarının düşük olması. Herhangi bir üniversite öğrencisi rahatlıkla gelip oyunlarımızı izleyebiliyor. Sosyal devlet ölçütlerinin en büyük göstergesini opera ve bale kurumlarımızda bulabilirsiniz. Değişen seyircinin ilgi odağında olduğumuzu düşünüyorum. Sahneleme biçimlerimiz ve prodüksiyon kalitemizle ülkemizde en önde gelen kurumuz. Bununla da gurur duyuyorum. Kullanılacak dil her dönemde aynı Shakespeare’in dediği gibi sahne yaşamın aynasıdır. Bu düşünce çekirdeğine bağlı her hamlemiz yerine ulaşacaktır.
Bir gün Türkiye’nin Spotify listelerinde bir opera aryasının viral olduğunu düşünün… Bu hangisi olurdu?
Caner Akgün: Öncelikle altını çizmek isterim ki opera ve bale sanatları klasik sanat dalları olup, bilinirler ancak her an tüketilmezler. Aslında bir tüketim aracı değildir. İlham alınarak üretime geçirici özellikleri vardır. O sebeple örneğin Dostoyevski’nin Suç ve Cezası gibi bilinir ancak popüler bir yazarın güncel romanı kadar kapış kapış satacak bir meta gibi değillerdir. Bir opera aryasının viral olması zor bir konu değil, popüler bir tüketim aracı olan örneğin bir televizyon dizisinin en can alıcı yerine koyup onu liste başı yapabilirsiniz, eşyanın tabiatına aykırı olan klasik sanatları viralleştirme çabasıdır. Bu yönde her eylem amacına ulaşamayacaktır.
Siz müzikal kökenli bir isimsiniz. Sanatçılıkla yöneticilik arasında bazı anlar gerilimli bir çizgiler belirebilir. Bu iki kimliği nasıl dengelediğinizi merak ediyorum. Sahneye duyduğunuz kişisel bağlılık yönetimsel kararlarınıza nasıl yansıyor?
Caner Akgün: Sahne benim empati yeteneğimin gelişmesini sağladı, her uygar birey de empati kavramıyla gelişimini sürdürür. Bu bağlamda çok bir şey yapmama gerek kalmıyor. İyi bir ekibim var ve empati kurmaya çalışıyorum çevremle. Zor olarak da görmüyorum, yaşamın akışında bir oluş.
Devlet Opera ve Balesi, bir yandan köklü bir kurumsal geleneği sürdürürken bir yandan da güncel kalmak, yenilenmek zorunda. İkisi arasında denge konusunda ne söylersiniz?
Caner Akgün: Köklü kurumlar özelliği ve varlıkları gereği güncel konulara adapte olma becerileri olduğu için bu sıfatı alırlar diye düşünüyorum. Yaşadığı zamanı ve insanı doğru tahlil eden üretken ve çalışkan bir ekibimiz var. Bu sebeple her daim uyum sağlıyoruz yeni gelişmelere. Devlet Opera ve Balesi Kurumu ilk çerçevede klasik sanatların yapıldığı ve temsil edildiği bir yapı ancak günümüzün biçim bozan, soyut ve rastlantısal akımlarına da yine bunların da bir gün klasikleşeceği düşüncesiyle yer açıyor. Her akım bir dönem sonra yok olacak aslolan zamana tanıklık eden ve hiç bitmeyecek olan klasik sanatlar olacak. Bir döngüden bahsettim size aslında. Derinliği sonsuz bir sarmal döngü bu.
Sizce sahnelenen bir eser günümüzde mutlaka bir şey söylemeli mi? Estetiğin yanında etik veya belki politik bir katman taşımalı mı?
Caner Akgün: Sanat için estetik kavramların içinde kalması başlı başına bir etik diye düşünüyorum. O sebeple güzel ve çirkinin estetikteki sübjektif görüşlerden kaçışı gibi güncel politika ve toplumsal geleneklerin kesinlikle sanattan uzak tutulması ve objektif, evrensel etik kavramlar üzerinden eserlerin üretilmesi geleceğe bırakabileceğimiz en önemli mesaj diye düşünüyorum.
Bugüne kadar izlediğiniz temsiller arasında “Ben bu rejide rol almak isterdim” dediğiniz bir yapım oldu mu?
Caner Akgün: 2005 yılında Salzburg Opera Festivali’nde Willy Decker yönetimi ve Klaus Bertisch dramaturjisiyle sergilenen La Traviata rejisinde yer almak isterdim.
Biraz da kişisel sorularım olacak. İlk kez bir opera temsiline gittiğinizde kaç yaşındaydınız ve ne izlemiştiniz?
Caner Akgün: İlk kez Operaya Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü okuduğum sıralarda 19 yaşımdayken gitmiştim. Giuseppe Verdi’nin Don Carlo operasını Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde izlemiştim. Dekor, kostüm, orkestra ve sanatçıların müzikal hakimiyeti beni çok etkilemişti. Bütünlüklü bir yapı vardı karşımda ve her anıyla ruhum doymuştu. O gün hayranlıkla ilgi duydum Opera Sanatına. Sesimin adapte olabilmesiyle de büyük bir hayali yaşıyor gibiyim şu an.
Bugünün Caner Akgün’ü, o günkü çocuk Akgün’e ne söylerdi? “Opera seni nereye götürecek, bilsen inanmazdın” mı derdi, yoksa “Bak hâlâ içindeki o çocukla iş yapıyorsun” mu?
Caner Akgün: Çocuk heyecanıyla öğrenmeye, yeniliğe açık olmak; olmazsa olmazı bu varoluşun. İyi ki oldu derdi herhalde, kendini bu yaşamda ifade edebilmenin mutluluğunu yaşıyorsun derdi. Ne mutlu.
Bir opera dinleyici olmayı deneyecek biri için ilk üç besteci ve eser öneriniz ne olurdu?
Caner Akgün: G.Verdi - La Traviata, G.Bizet – Carmen ve F.Tüzün – Midas’ın Kulakları
Festival ile ilgili dinleyicilere ne iletmek istersiniz?
Caner Akgün: Geleneklere, yeniliklere, klasiklere, biçim bozan avangard işlere, modernliğe ve çocuklara açılan bir festivale hazırlıklı olun. 10 Mayıs – 03 Haziran tarihleri arasında AKM ve Kadıköy Süreyya Opera Sahnesi’ndeki etkinliklerimizi kaçırmayın.
Teşekkür ederim.
*16. Uluslararası İstanbul Opera ve Bale Festivali biletleri www.biletinial.com adresinde satışta.
Sümeyra Gümrah kimdir? Sümeyra Gümrah Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu. Öğrenim süreci boyunca Kanal D bünyesindeki radyolarda görev aldı. Yönetmen yardımcısı olarak başladığı kariyerini, kültür sanat sektöründe basın danışmanlığı yaparak devam ettirdi. 2006 - 2013 yılları arası Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda görev yaptı. Fatma Berber ile kaleme aldığı Destek Yayınları'ndan Bir Pera Masalı isimli gezi kitabı ve Pink Floyd - Kilidi Açamazsan Kır Kapıyı isimli biyografi kitabı; Ayrıntı Yayınları Düşbaş Kitapları'ndan Bir Porsiyon Sanat isimli kitapları bulunuyor. |
"En zorlayan yanı hayatta olmayan bir besteci var ve hiç yapılmamış bir prodüksiyon var. Dünyada ilk kez sahnelenecek ve o sırada gözünüzü kapatıp Ahmed Adnan Saygı'nın hem libretosunda yazdığı için acaba burada ne hissetti, neyi vurgulamak istedi, neyi göstermek istedi, neye dokunmak istedi bunları keşfetmeye çalışmak..."
Bir şehrin ruhundan doğup dünya sahnelerine yayılan, hem kaybı hem arzuyu aynı anda fısıldayan bir müzik... Buenos Aires’in uykusuz gecelerinden çıkan bu duygusal hafıza dili, şimdi beş farklı kültürden gelen beş müzisyenin ellerinde yeniden şekilleniyor
Vasko Atanasovski: “Modern müzikal mitin kahramanları, yalnızlığa çekilmek yerine topluluğa can vermeye çalışan cesur ruhlardır”
© Tüm hakları saklıdır.