Dün Ankara’daki amacı oraya gelen aydınlık yüzlü insanların gülüşlerini ve umutlarını yok etmek olan bir katliam yapıldı ve 100’den fazla kardeşimizi kaybettik. İçinde insan sevgisi olan herkes dünden beri acıdan sersemlemiş durumda. Hiç kuşkusuz Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da aynı tür insanların, muhaliflerin öldürülmesi tesadüf değil. Şunu bunu suçluyoruz, suçlarken belki haklıyız ama sonuç olarak yaralı ve kadersiz bir ülkeyiz. Ülkemiz aşırı politikleşme ve kutuplaşmadan muzdarip. En önemli sorun devlet yetkililerinin de kutuplardan birisi gibi konuşması. İktidarın HDP düşmanlığı, giderek Kürt ve sol düşmanlığına dönüşmüş durumda. Ankara katliamı gibi şiddet olaylarının gerisinde bu zemin var. Böyle cümleler yazmaya devam edebiliriz ama ben bu kez sözü, seçim öncesi Diyarbakır Mitingindeki patlayan bombanın yakınından olan, Diyarbakır’da yaşayan, daha önceki yazılarda söz ettiğim Tip 1 diyabetli bir gence, Bahar Çalışkan’a bırakmak istiyorum. Onun acıdan ve zorluklar içinde yaşamaktan kekemeleşmiş cümlelerindeki çığlığı umarım duyabiliriz.
Bir barış mitinginde barış için toplanan insanların öldürülmesi barışı imkansız kılar mı? O insanlar ölmeyi hak etiler mi? Ölümü hak eden insan olur mu hiç?. Bir kerede barışı anlatmak isterdim ve bu sözcükler savaşın kötülüğünden söz etmek değil de barış dolu yaşamın güzelliğini anlatsın isterdim. Peki bu ölümlere rağmen hala barışı isteme umudu olabilir mi insanın yüreğinde? Evet olmalı ve hala barış diye bağırmalıyız, çünkü buna mecburuz. Dünyada tek bir insan kalsa bile barış diye bağırmalı. Daha önce Diyarbakır’da, dün de Ankara’da (bugün nerede olacak? bugün nerede ölüm olacak? bugün nerede kaç kişi ölecek?) bir insan evinden içindeki umutla, mutlulukla, sevinçle, heyecanla çıkıp, halaylarla gidilen bir yolculuktan tabutla dönmenin kaderini yaşamak ister ki?.
Peki bu ölümler neden bir barış mitinginde oluyor ki? Artık neden bomba oraya konuldu? Kim koydu? Bunu bilsek de ne yapabileceğiz? Bizde susacağız belki, susmasak susturulacağız veya kimse duymayacak bizi. Eğer barış istedik diye öldürülüyorsak o zaman bütün insanlar ölmeli, o zaman bende ölmeliyim çünkü ben de barışı istiyorum. Ben de o gün Ankara’da barış mitinginde olmak istiyordum yine olsa yine gitmek isterim o mitinge. Ama işte görüyorsunuz susturamıyorlar, öldürdükçe çoğalıyoruz, öldürüldükçe daha çok bağırıyoruz, daha çok bağırıyoruz...
Her yerden farklı dine inanca kültüre sahip insan toplanıp el ele tutuşup barış derken insanlar öldü; bize acıyorum, hem de çok acıyorum. Daha Diyarbakır ve Suruç’taki acıyı sindiremeden yeni bir acı geldi. Acaba bunu da sindiremeden başka bir yerde de buna benzer bir acı yaşar mıyız?. Kaybeden kim peki? Ya da kazanan? Bir insanın yaşamını elinden alarak kazanan kim? Kim seviniyor tanımadığı belki de hiç görmediği, konuşmadığı birini öldürerek mutlu olan kim? Peki kaybeden, acı çeken kim? Ben söyleyeyim mi kimin öldüğünü? Kürt öldü, Türk öldü, Arap öldü, Alevi öldü, Çerkez öldü; bir de insanlık öldü.