Artık, herkes tatil planlarını hazırlamış. Geri sayımı başlatmış veya programına çoktan başlamış olabilir. Zaman ve olanaklar kısıtlı olmasına rağmen; her daim görmemiz gereken yerler listesi, gözde varış noktaları var bizleri bekleyen. Üstüne üstlük bir de aile, dost, çevre, tur operatörü, medya baskısı var mahalle baskısı boyutunda.
Yolculuklara yeni keşiflere çıkmak; yaşamın miyoplaştırıcı etkisinden arınmanın, ezberleri bozmanın, zaman denen deli gömleğinin bağlarını gevşetiyor olmanın, özgürleşerek rutinden sıyrılmanın adıdır. Kendimi bildim bileli turist değil hep gezgin olmayı tercih etmişimdir. Turist; görmek için geldiği şeyleri gören, gezgin ise; gözlemleyen ve gördüklerini içine çekerek sentezleyendir.
Banka Müfettişi olduğum zamanlarda yaptığım yolculuklarda iyice ortaya çıkmış olan bir duygudur ''gezgin ruhlu olmak''. Merak, öğrenme tutkusu, gittiğiniz yerin insanları, doğası, tarihi, kültürü, mutfağı kuracağınız bağ ve bu bağın size katabilecekleri ile geliştirebileceğiniz düşünsel ve kültürel alt yapı, farkların bilincine ve keyfine varan daha evrensel bir bakış açısını sayabiliriz gezginin geniş tanımı olarak.
Gezgin bazen ''kendine bile rastlayabilir'' bu yolculuklar esnasında.
İnsanın evrimsel yolculuğu nasıl başlamış, nasıl devam etmiş oradan da bireye yani ben'e nasıl gelmiş ondan bahsedelim bugün isterseniz.
Aslında ilk insanımsılar olarak bizlerin yolculuğu iki buçuk milyon yıl önce başlamış, üç yüz bin yıl önce ateş bulunmuş, bir takım tehlikeler ve afetler de olsa atalarımız avcı ve toplayıcı olarak bir şekilde aç kalmadan yaşamını sürdüre gelmiş. Yetmiş bin yıl önce aralarında sosyal iletişim kurarak hayvanlardan ayrışmışlar. Fiziksel, sosyal ve manevi gereksinimlerini karşılamak için kabileler halinde yaşamayı başlatmışlar. On bin yıl önce ortaya çıkan tarım devrimi ile değer yaratılıp stoklamalar başlayınca, depolar, açlıklar, hırsızlar ve haliyle korumak için muhafızlar ortaya çıkmış. Beş bin yıl önce bu kez ilk para, ilk yazı, ilk dinler ve ilk krallıklar görünür olmuş. Uygarlık geliştikçe kabilelerin ve organik liderlerin rollerini kiliseler ve krallıkla yönetilen devletler üstlenmiş. Zamanla onların rollerini de beş yüz yıl önce ortaya çıkan kapitalizm ve onun uzanımı kurumlar yüklenmişler. Maddi güvence ve aidiyet hissi çalışılan firma tarafından sağlanmaya başlanmış. Ancak onlarda diğerleri gibi zamana yenik düşmüşler. 1900'lerde kurulan Wall Street'den bugüne uzanan pek firma kalmaması, S&P endeksine kayıtlı Fortune 500 firmalarının günümüzde pek nefes alamamaları gerçekten altı çizilecek çarpıcı örneklerdir.
Bugüne geldiğimizde tarih artık her türlü kurumun veya toplumun eninde sonunda yıkıldığını bu olduğunda ise bireyin korumasız ve yalnız kaldığını işaret etmektedir. Kesinliğin buharlaşması, geleneğin yıkılması ile kişisel gelişim denen olgu ortaya çıkmıştır.
21. yüzyılda birey birden çok role sahip artık. Birden çok persona taşımak zorunda. Dışarıdaki kaos bireyin bütünlüklü kişiliğini parçalamaya başlamış, bireyin sunduğu, sandığı, sakladığı ve sahici de olduğu arasındaki boşluk gittikçe büyümüştür. Tek bir pencereden bakmak ve görünür olmak bireyi artık zorlamaktadır. Herkes legosundaki varoluşsal eksik parçayı arayan yap-boz kartonuna dönüşmüş, kimi aklını, kimi kalbini, kimi ruhunu arar hale gelmiştir.
İnsanlar, olduğu ve olmak istediği arasındaki varoluşsal boşluğu doldurmak için dolgu malzemesi olarak nesneli veya nesnesiz bağımlılıklar geliştirmektedir. Kurban psikolojisi içerisinde bazıları kendi yarattığı cellatlardan devamlı kaçarken bazıları da sürekli kurtarıcılar arayan bir psikolojide hayatlarını sürdüre gelmektedir. Eksiklik duygusu artık hep vardır! Kurbanlar ve kaybedenler kulübü her gün biraz daha büyümektedir...
Oysa ki dışarıdaki kaostan ve eksiklik duygusundan kurtulmanın en iyi yolu içerideki huzuru yakalıyor olmaktır. Bunu yapmanın yolu da düşüncelerinizi kontrol edebiliyor olmaktan geçmektedir. Düşüncelerinizi kontrol ettiğinizde bedeninizi de kontrol edebilirsiniz. Kim olduğunuz ve ne istediğiniz arasında güçlü bir denge kurabilirsiniz.
Delfi tapınağının kapısında yazan Sokrates'in ''kendini tanı'' sözü belki de varoluş nedenimizin yani misyonumuzun en önemli cevabıdır. Fark etmenin yolu da kim olduğunuzu ve ne istediğinizi anlamak ve hayata geçirmektir. Bu arayış yolculuklarında umarız kendinize de rastlarsınız. Kendinize rastlayamıyorsanız da kendisine rastlayanlardan destek alarak kendinize ulaşmanız mümkün olduğunu da unutmamak gerekir.
Sonuçta;
Ben olmadan biz olunmuyor. Biz olmadan da bütüne varılmıyor. Bütünden de bire ulaşılamıyor.
Mevlana'nın dediği gibi;
Her ne istiyorsan kendinde ara
Senin içinde bir can var, o canı ara
Eğer yürüyen dervişi arıyorsan
Onu senden dışarıda değil
Kendi nefsinde ara
Evet dostlar gerçek yolculuk kendinize yapılan yolculuktur.
Kendinize rastlamanız dileğiyle.
İyi yolculuklar!