Adalet Bakanı geçen hafta “Türkiye’nin tecavüz, çocuk istismarı ve taciz suçları” haritasını açıkladı. Görünen o ki İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin tüm illerinde çocuklar taciz ve tecavüze uğruyor.
Açıklanan verilerin sadece ‘kayda girebilenler’ olduğunu unutmayalım. Malum Türkiye’de yaşıyoruz; tecavüzün, tacizin, işkencenin sınırı da, şiddeti de çok muğlak...
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, “Mecliste konu bir an evvel araştırılmalı,” diyor.
Meclis zahmet eder, gerekli görür, ciddiye alır, vakit ayırır, durumun vehametine ikna olursa araştırır elbet…
Araştırma sonuçlarında da aslında bunların ‘münferit’ vakalar olduğunu öğrenir, rahatlarız.
Dün, Adalet Bakanlığı’nın Şakran Cezaevi ile ilgili açıklamalarını okuduğumuzda rahatladığımız gibi.
“Bakanlığımıza bağlı cezaevlerinin tümü, herhangi bir sınırlama olmaksızın, ulusal ve uluslararası kurumlar ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının denetime açıktır,” deniyor.
Herhangi bir sınırlama olmaksızın!.. Gerçekten öyle mi?
“Çocuklara ‘yasa gereği’ beş gün hücre cezası verilebiliyor, kurumda kör nokta yok…” türünden açıklamalar ne kadar gerçekçi?
Yasaları, mevcut imkânları mı tartışıyoruz yoksa cezavindeki keyfi ve kötü niyetli uygulamaları mı?
Yoksa zaten ‘münferit’ oldukları için üstünde bile durmaya değmez mi?
İnsan sormadan edemiyor; bu yaşananlar hangi cezavinde münferit; Pozantı’da mı? Şakran’da mı? Antalya L Tipi Cezaevi’nde mi? Edirne F Tipi Cezaevi’nde mi?
Peki ya diğerlerinde?
Zira Şakran Cezaevi, meclisteki seçici yetkili heyet tarafından ziyaret edilip ‘örnek cezaevi’ seçilmiş. Ancak ziyaretten on beş gün öncesinde cezaevine ‘görücüye çıkma’ süreci tanındığını da ekleyelim.
Türkiye’de cezai sorumluluk yaşının 12 olduğunu ve hem gözümüzden hem de gönlümüzden ırak olan bu çocukların her türlü şiddete ve istismara açık olduklarını da unutmadan.
Peki ya her gün gözümüzün önünde yaşananlar?
Çocuklarımızla ilgili önümüzden akıp giden haberleri üst üste koyduğumuzda nasıl bir Türkiye manzarası görüyorsunuz?
“Anne ve babasının kavgasından sonra annesine, ‘Karakola gidelim’ diye ısrar eden 14 yaşındaki kız çocuğu, annesi nedenini sorunca, ‘Sana değil polislere anlatacağım’ dedi.
Çocuk polise 5 yaşından beri babasının tecavüzüne uğradığını söyledi. Baba savcılık ifadesi sonrası bırakıldı. Nedeni, çocuğa verilen bakire raporuydu. Çocuk, bir ay sonra ailesine teslim edildi. Amca ve babaannesi çocuğu yalancılıkla, iftira atmakla suçladı. Son çare dayısından yardım isteyen kız çocuğu, kamera ile babasının tecavüzünü görüntülemeyi ‘başardı’ ve görüntüleri dayısına, dayısı da polise teslim etti. Baba tutuklandı.”
Sonuç?
‘5 yaşından beri babası tarafından tecavüze uğradığını’ iddia eden bir çocuk ancak ‘görüntü ile kayıt altına alabildiğinde’ devlet kurumlarını mağduriyetine ikna edebiliyor. ‘Her şeyi göze alarak’ derdini anlatabilmesi 9 yılını almış.
Geçen aylarda basına düşen bu vakadaki ‘sapık’ ve ‘canavar’ babayı gıyabında çoğunluğu idam, bir kısmı da hadım ederek cezasını kesti sanal alemin üst düzey yorumcuları.
Dün de ‘çocuk istismarı’ haritasındaki ilk sırayı alan İstanbul ile ilgili yorumlar vardı: “Gerçek İstanbullular asla bu tür sapıklıklar yapmaz, sonradan gelenlerdir onlar…”
Yalnızca bu yorumları okumak bile ibretlik. Türkiye’de toplumun ruh sağlığıyla ilgili ciddi bir yazılı kaynak psikyatristlere ve sosyal bilimcilere.
Türkiye, dünyada çocuk istismarı -özellikle cinsel istismar- sıralamasında üçüncü ülke. Sadece geçtiğimiz yıl Türkiye genelinde 18 bin çocuğun cinsel istismara uğradığı belirtiliyor.
Son 10 yılda cinsel istismara uğrayan çocuk sayısı 250 bin.
Ancak, çocukluk çağında yaşanan istismar ve ihmalin yaygınlığına ilişkin toplumsal çalışmalarının sayısı çok az. Olayın belirlenmesinin zorluğu, gizli tutulması ve verilerin kayıt altına alınmasındaki yetersizlikler, kamuoyuna yansıyan rakamların ‘gerçeğin çok altında’ olduğunu gösteriyor.
Yani, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in “Bakanlığım kadına, çocuğa şiddet ve cinsel istismar gibi konulara son derece hassas. Çocuklar her şeyimiz, çocuklar geleceğimiz. Aile değerlerini güçlendirecek politikalar üretiyoruz. Aile bizim için çok önemli. Hâlâ çok güçlü bir aile yapımız var. Güçlü birey, güçlü aile, güçlü toplum... Bunu ‘korumak’ için yapmamız gerekenleri konuşuyoruz…” diye bizimle ‘tweet’ geçmesinin hiç bir anlamı yok.
Sayın Bakanın söylediğinin aksine temel yapı taşımız çekirdek aile şiddetle sarsılıyor.
Uzmanlara göre ‘aile’ şiddetin zaptedilemediği bir alan.
Çünkü çocuklar en çok ‘en yakınları’ tarafından istismar ediliyorlar.
Şiddetin, ayrımcılığın, ihmal ve istismarın en şiddetli yaşandığı toplumlardan biriyiz.
Yeni yapılan alışveriş merkezleri, köprüler, gökdelenler, duble yollar, camiler, kentsel dönüşümler, ruhsal dönüşümleri saklamaya yetmiyor.
Giderek insan insan olmaktan yaşam da yaşam olmaktan çıkıyor.
“Çocuklar geleceğimiz…” iyi de, babaları, abileri, diğer yakın akrabaları, arkadaşları, öğretmenleri, sığındıkları güvenlik görevlileri, içlerine savruldukları devlet kurumları, tanıdık tanımadık herkes en önce ve en kolay ‘geleceğimizi’ istismar ediyorlar.
“İstismara uğrayan çocuk sözleri ve davranışlarıyla mutlaka bir şeyler söyler,” diyor uzmanlar
Söyler de kim duyar? Kim görür?
“Altı yaşındaki kızım yastığının altına ekmek bıçağını koyup uyuyordu, bazen yatağını toplarken görüyordum ve nedenini anlayamıyordum” diyor bir anne.
Tüm anlatımların, aktarımların, tasvirlerin yetersiz kaldığı anlar var.
Yüzleşemeyeceğiniz, bilmek istemeyeceğimiz gerçekler var.
Örtbas ederek, yok sayarak, gözlerimizi kapatarak, üstünden atlayıp geçerek uzaklaşacağımız şeyler var.
Ne pahasına olursa olsun korumamız gereken, sorgulanamaz olan kutsal aile birliğimiz var.
Açığa çıkar korkusuyla hiçbir yere kıpırdayamadan üstünde ölüm uykusuna yattığımız tarihimiz, bugünümüz, gelecek tahayyülümüz kısacası makûs kaderimiz var.
Çocuk istismarı kuşkular, inkâr, inanmama, iğrenme, utanma ve kararsızlıkla çevrelenmiş.
Başka bir anne 11 yaşında babası tarafından istismara uğrayan kızı için “Her şey bunun yüzünden oluyor,” diyor “kocamın kendisini kaybetmesine neden oluyor.” Çünkü adam öyle açıklamış “Ben bunu görünce kendimi kaybediyorum, ne yaptığımı bilmiyorum.”
Böyle bir durumla karşılaşmak anne açısından öyle büyük bir travma ki -birinin kocası diğerinin çocuğu olduğunu ve diğer tüm toplumsal baskı mekanizmalarını düşünürsek- insanın muhakeme yeteneği bütünüyle bozulabiliyor.
“Ben kızımı çok dövdüm ama ıslah edemedim,” diye de ekliyor aynı anne.
Bir hayat kaç dram barındırabilir? İki, üç, beş? Çok?
Cinsel istismarın çok küçük yaşlarda başlayıp yıllarca devam edebildiğini, ailenin ve toplumun bu durumu görmezden gelip üstünü örtmeye çalıştığını, bunu yaparken de istismara uğrayan çocuğu suçladığını, çaresiz bıraktığını ve istismarın devam etmesine göz yumduğunu bilmeyenimiz var mı?
Biliyoruz ama toplumumuzun ar ve namus hassasiyetlerini rencide etmemek için konuşamıyoruz. Ailemizin, mahallemizin, köyümüzün, kasabamızın, şehrimizin adını kirletmeye cüret edemiyoruz.
Şanlıurfa’da ölümünde ‘istismar’ şüphesi görülen minik Dilan’ı haberi sosyal medyada bomba etkisi yaratmıştı. Namusundan sual olunmayan tüm memleket şehirleri gibi Şanlıurfa halkı da ayağa kalkmak üzereydi ki adli tıp ‘boncuk yutarak öldü’ raporu verip milletçe yüreğimize su serpti.
Geriye çocuğunun ölümüne bile üzülemeyecek kadar travma edilmiş; başı öne eğik, ellerini kucağında kavuşturmuş çaresiz ve suskun bir anne silueti kaldı.
Benim gibi devletin yönettiği her kuruma ‘şüpheyle’ yaklaşmayı öğrenmişseniz böyle durumlarda siz de kendi kendinize soracaksınız “çocuğun istismar edildiği konusunda hiç kuşku duymadan durumu adli makamlara ileten ve bu tanısında ısrarcı olan doktoru da rahatlatmış mıdır acaba verilen adli tıp raporu?” diye…
Şüpheciyim çünkü uzmanlar cinsel istismara uğradığı halde ‘ruh sağlığı bozulmamıştır’ raporu verince, çocukları ailelerine geri veriyoruz, mahkemelerde çocuklarımızın suistimale ‘rıza’ gösterdiğine kanaat getirip faillerin cezalarında indirime gidiyoruz.
Böylelikle günahlarımızdan arınıyor, temizleniyor, pirü pak oluyoruz.
Toplumsal belleğimizin, daha altı yaşında en yakınlarının suistimalinden korunmak için yastığının altına bıçak koyup uyuyan bir çocuğun belleğini miras alacağını unutuyoruz.
İhmal ve istismar riskini arttıran nedenleri ortadan kaldırmak kimin sorumluluğu?
İstismarın açığa çıkarılmasında, istismar şüphesinin giderilmesinde, soruşturma ve yargı sürecinde ve bu süreçlerin sonrasında mağdura destek olması gereken kimler?
İstismarcılar, istismar ettikleri kişileri -kendi çocukları dahi olsa- canlı varlıklar, bireyler olarak görmüyor, nesneleştiriyor, insan olmaktan çıkarıyor, kendileri de insan olmaktan çıkıyor, hiçbir suçluluk duygusu duymuyor, yaptıklarını normalleştiriyorlarsa; ne oluyor bu insanlara diye sormak, araştırmak kimin görevi?
Çocuğa karşı cinsel istismar ve şiddet sorununu, kocasının çocuklarını istismar ettiğini fark ettiğinde çareyi, geceleri kızıyla birlikte uyumakta bulan anne çözebilir mi?
Kocaman, karanlık ve kasvetli mahkeme salonlarında ifadesi alınırken, yabancılar arasında anne ve babasının ezikliğine tanıklık eden, oyuncak bebeğini göğsüne bastırırken, “Hepsi benim suçum, benim suçum, keşke biraz daha uslu olabilseydim,” diye iç geçiren dört yaşındaki kız çocuğu çözebilir mi?
2005 yılında çıkan Çocuk Koruma Kanunu, çocukların soruşturmada bir avukat ve psikolog gözetiminde ‘bir kez’ dinlenmesini zorunlu kılıyor. "Ancak kanuna rağmen mağdur çocuk karakolda, savcılıkta, mahkemede tekrar tekrar dinleniyor,” diyor bir sosyal görevli.
“Hakim ve savcıların sabrı yok, psikolog ve sosyal hizmet uzmanları mahkemeye son dakikada ve yasaya uygun görünsün diye çağrılıyorlar. Çoğu hakim ve savcı işlerine karışılsın istemiyor, en son gittiğim çocuk mahkemesinde hakim beni uyardı: “Duruşmaya girin ama sesinizi çıkartmayın!”
“Girdim. 5 yaşındaki bir erkek çocuğunun ifadesi alınıyor. Kameraman var, avukat var, çocuğun ailesi var, iki uzman var, hakim sordu:
“Senin başına bir olay gelmiş, anlat...”
Çocuk bir kaç saniye parmaklarıyla oynadı, sonra boş gözlerle uzun uzun çevresine bakındı ve yanıt verdi:
“Elif bugün okula gelmedi...”