Ekonomide geçtiğimiz haftanın kuşkusuz en çapıcı gelişmesi dolar kurunda yaşanan hızlı artıştı. Dolar kuru rekor tazeleyerek 3,13’den döndü. Yazının yazıldığı Pazar günü 3,11’in biraz altında seyrediyordu. Bu bizi aldatmasın. Cumartesi günü Viyana’da başlayan OPEC toplantısından anlaşmazlık haberleri gelince dolar Avro karşısında değer kaybetti. Yoksa Türk Lirasının değer kaybı devam ediyor. Esas ölçüt olan döviz sepeti (0,5 Dolar + 0,5 Avro) 3,26 lirayı geçerek yeni bir rekor kırmış durumda.
Kurdaki bu hareketlenmenin ürkütücü yanı ise, Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun (PPK) faiz indirimlerine ara vermesiyle döviz kurunun inişe geçmesinin ardından vuku bulması. Kısa bir hatırlatma yapalım. Sepet kur 15 Temmuzun arifesinde 3,05 düzeyinde istikrarlı bir seyir izleyen sepet kur darbe teşebbüsünün yarattığı şokla o hafta sonu 3,24’e kadar yükselmiş ancak hemen ardından 3,15 civarında nispeten istikrara kavuşmuştu. 10-16 Ekim haftasında döviz kuru yeniden hareketlendi ve 3,24’e yükseldi. 20 Ekim tarihli PPK toplantısı bu bakımdan kritikti: Altı aydır para politikasını “sadeleştirme” adı altında faiz koridorunun üst bandında yapılan indirimlere devam mı edilecekti yoksa indirimlere ara verilip “Merak etmeyin biz bağımsızız, faiz konusunda gerekeni yaparız” mesajı mı verilecekti.
Merkez Bankası ikinci yolu tercih etti ve kur inişe geçti. Ancak öyle anlaşılıyor ki bu etki uzun soluklu olamadı. Türk Lirasının reel kur itibariyle aşırı değerli olmadığı bir dönemde döviz kurunun artış yönünde ısrar etmesi hayra alamet değil. Büyük yatırımcı kuruluşların ekonomistleri bu ısrarı döviz tutan yerlilerin kur sıçrama yaptığında bunu TL’ye geçmek için fırsat olarak görme eğilimlerinin zayıfladığı kanaatindeler. Yabancılar ise kur düştüğünde bunu çıkış yapmak için fırsat olarak görüyorlar. Kur cephesinde havanın neden değiştiğini kestirebilmek için daha daha derinlere inmek gerekiyor.
Bu hava değişikliğinin temelde birbirini dürten iki nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi, Merkez Bankası yeni yönetimi henüz bağımsızlık rüştünü ispat etmiş değil. Saray ve Hükümet kanadı her ne kadar Merkez Bankası’nın faizleri düşürme sürecine ara verme kararını tepkiyle karşılamadıysa da (önceden konuşulmuş olmalı) faiz indirimlerinin devamı konusunda beklentilerini açıkça ifade etmeye devam ediyorlar. Yerli ve yabancı ekonomi aktörleri de Türk Lirası’nın değer kaybının enflasyonda yukarı yönlü bir süreci tetiklediğinde Merkez Bankası’nın faiz arttırmaya cesaret edip etmeyeceğini görmek istiyorlar. Özellikle Aralık ayında beklendiği gibi FED faiz artırımına gittiği takdirde Merkez Bankası’nın nasıl bir faiz politikası izleyeceği konusunda belirsizlik hâkim. Merkez Bankası’nın esas sınava henüz girmediği, girdiği takdirde sınavı verebileceğine dair şüpheler var.
Döviz kurunda ortaya çıkan sert ve ani yükselişin ikinci nedeni cari açıkta rüzgârın yakında ters yönden esmeye başlayacak olması. Bu konuya daha önce de değindim ama bir kez daha vurgulamakta yarar var. 2016 yılında petrol fiyatları artışa geçti. 2015 son baharında 30 dolara kadar gerileyen varil fiyatı son haftalarda 50 doları geçti. Viyana’da OPEC üyeleri üretim miktarlarının kısıtlanması konusunda bir anlaşmaya varırlarsa varil fiyatı 60 dolara doğru tırmanacak. Buna karşın anlaşma olmazsa varil fiyatında ikinci bir çöküş de beklenmiyor. Kısacası, cari açığın düşük petrol fiyatı sayesinde azalmaya devam etmesi artık söz konusu değil.
Petrol fiyatındaki gelişme yetmezmiş gibi bir de turizmde büyük kayıplar ortaya çıktı. Olan oldu önümüze bakalım da diyemiyoruz. Sektör temsilcileri 2017’nin de kaybedilmekte olduğu görüşündeler. Batı’da Türkiye’nin riskli ve tartışmalı bir ülke haline geldiğine dair algının devam ettiğini söylüyorlar.
Demokrasinin geleceğinden endişe edildiği bir dönemde cari açığın yeniden yükselmeye başlaması büyük baş ağrısı yaratacak bir gelişme olur. Uluslararası finans piyasasında bol ve ucuz kredi dönemi sona yaklaşıyor. Bundan böyle yüksek cari açıkları kapatacak sermaye akımlarına güvenemezsiniz. Düşük büyüme, yükselen cari açık ortamında döviz kurunu tutabilmek için mali disiplin de yetmez. Mutlaka para politikasından ve verimlilik arttırıcı reformlardan destek gerekir. Ekonomi yönetiminin ise dayanılmaz cazibeye sahip olduğunu iddia ettiği yeni yatırım teşviklerinin dışında elinde başka bir kozu yok.