O çok sevdiği Arşipel’in gıyısında, son kez bir gezintiye daha çıkar ebedi yolculuğa uğurlanacağı Gönül Tepe’sine varmadan...*
İnsanın hayalini bile korkutan, çıktığı yüksekliklerde, göklerin koynunda küçücük mavi bir nokta; maviler çölünde, sessizlik içinde yapayalnız bir kuştu o.
Yazdıklarının tümüyle ‘bir insanlık şiiri’ olduğu bir söylenceden öte; başka dünyalardan gelen uzun bir çağırış gibi hala günümüzde mavi göğü delercesine duyulan; ‘Denizlerin Kartalı’ydı gerçekten de Halikarnas Balıkçısı... **
Tıpkı en büyük hikayelerinden biri ‘Gündüzü Kaybeden Kuş, Miho gibi; sanki (denizin ortasında) kanatlanmış bir köpük parçasıydı.
Dört yıl önce, doğum günü olan 17 Nisan’ı ‘Dünya Merhaba Günü’ ilan ederken; Bodrum’da sıra dışı bir dizi etkinlikle, üzerine bir de anıt mezarının olduğu Gönül Tepe’de yer alan ve Bodrum’a getirdiği bitkilerden oluşan ‘Halikarnas Balıkçısı Bitkiliği’ açılışı gerçekleştirmiştik.
Belki de artık sadece doğum günlerinde anmalıyız onu. Adı hala öyle güçlü, öyle taze ve öyle canlı ki;
Hiç şüphe yok, Balıkçı yaşıyor!
17 Nisan, Dünya Merhaba Günü, aradan geçen yıllara rağmen bir lansman tadında gerçekleşen etkinlikle geçtiğimiz Perşembe günü Bodrumlularla tekrar buluştuğunda, Bodrum İnspera Livaneli Sahnesi’nde, salonun onur konuğu Zülfü Livaneli’ydi.
Balıkçı’ya hayranlık duymak son derece normal ve onu güzel sözlerle anmak da öyle ancak onu anlamak çak daha önemliydi.
Sevgili Livaneli’nin yaptığı konuşmada, aslında kendisi de çağımızın en önemli düşün insanlarından biri olarak takdirden çok anlaşılmanın altını çizdiği sözlerini duyunca; bunun ne kadar haklı bir dilek ya da temenni gibi bir şey olduğunu düşündüm.
Konuştuğu dilin terminolojisine hakim olmak da önemliydi bence insan için ve belki de kavramsal çatışmaların çatısı altında bireysel ya da kitlesel iletişim problemlerimizin en büyük nedenini, Livaneli’nin aynı gecede dile getirdiklerinin izini sürerek bulabilirdik...
Elinden gelseydi, çifteyi güneşe tutup öldürücülük hırsını doyurmak için ateş edecek ve güneşi kör edecekti Hacı Süleyman.
İsterse keklik olmasın canlı bir şey vurup öldürebilseydi içi bayağı rahat edecekti. İşte tam o sırada, bir kanat hışırtısına çiftesini doğrultup iki gözünü de ateşledi.
Yüksek bir kayanın tepesinde yumurtlayıp yavrularını yeni çıkartmıştı kuş, yandan gelen saçmalardan biri, bir gözünden ötekisine geçerek ikisini birden akıtarak kör etmişti.
Miho artık, korkunç ve garip bir karanlıkta uçuyordu.
Doğdu doğalı tanıdığı göğü, karanlıklarda aradı. Fakat göğü bulamıyordu. Biliyordu, yuvası göğün bir kıyıcığında, bir kayanın üzerindeydi. Yavruları yiyeceksizlikten ne durumdaydılar acaba?
Analarının maviliklerde çınlayan sesini araya araya, göklere baka mı kalacaklardı?
Kuş, olanca gücünü yeniden kanatlarına verdi. Herhalde bu karanlıkları aşacak ve karanlıklardan ötelere yayılan mavilere ulaşıp dalacaktı. Böyle tüm gün uçtu, gece olmuştu.
Miho hala gündüzü arıyor ama bulamıyordu.
Kanatları ağırlaşıyordu ve kanatlarıyla aydınlığa varamayacağını anladı. İşte o zaman, masum sesiyle mavi yükseklikleri yaratmaya kalkıştı.
Türkü söyledi.
Türküsüyle ve içinin ateşiyle, zindan kesilen evreni apaydın edecek olan güneşi yaratmaya çabalıyordu. Fakat artık bitkindi.
Gecenin karanlığında sesi sendeliyordu. Sesi dindikçe de kanatları sarkıyordu. Enginlerin bu tenha uçucusu, karaya ancak yavrularıyla bağlıydı.
Yavrularının yuvasını bağrından yolduğu tüylerle döşemişti. Son bir kez, karanlıkta iki ayaklı birer pamuk yumağına benzeyen sarı gagalı yavrularını çağırdı. Sesi kısıldı. Gırtlağından garip gürültüler çıkararak ve tekerlenerek, çırpına çırpına denize düştü.
Ertesi günü, ıssız denizlerde bir beyaz tüy yüzüyordu ancak!
Biliyor musunuz, canım Cumhuriyet öğretmenlerinden Hatice Yücel, Bodrum’un çocuklarına bu öykünün sonunu okumaz hiç, onlara hikayenin sonunu kendilerinin getirmesini ister.
Ve hiçbir Bodrumlu çocuk, öldürmez Miho’yu, kimi bir geminin güvertesinde, kimi bir balıkçı kayığında yaşatır onu.
İşte bu duyguyla hep söylerim: Balıkçı Yaşıyor!
Gündüzü kaybeden kuş, Miho 135 yaşında.
Eyvallah.
*Hatice Orman ‘Cevat Şakir’in Bodrum’u kitabından ufacık düzenlediğim bir alıntı.
** Demircan Türkdoğan ‘Anılarla Balıkçı’ kitabında da geçen bir ifade.
*** Anadolu’nun Avukatı namıyla da bilinen Balıkçı ile ilgili bu yazıyı yazarken Pentagram’ın 30. Yıl konserinde söyledikleri ve Anatolia Albümünde de yer alan ‘1000 in the Eastland’ şarkısını sıkça dinledim, yazıyı okuyan dostlara öneriyorum
Serdar Gündoğ kimdir?
Serdar Gündoğ, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde doğdu. İlk ve Orta Okulu Ankara'da, Liseyi ise Aydın'da tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümünü İzmir'de bitirdi.
Türkiye'nin ilk haber portallarından bodrumhaber.com ve aynı adla yayımlanan günlük gazetenin genel yayın yönetmenliğinin ardından çeşitli yerel haber portallarında, Posta ve Milliyet gazetelerinin eklerinde haftalık yazılar yazdı.
2009 yılından itibaren yerel ve genel seçimlerde kampanya yöneticiliği ve danışmanlıklar yaptı.
Çevre ve insan temalı farkındalık projeleri için fikir ve senaryolarına katkı sağladığı kısa filmler ve belgesellerin yapımcılığı yanında kültür ve sanat etkinlikleri de düzenleyen Serdar Gündoğ'un marka ve siyasi danışmanlıkları devam ediyor.
|