Geçtiğimiz hafta Gezi davasında yağdırılan cezalardan sonra Yurttaş Girişimi'nin başlattığı bir kampanyayla, "Gezi sürecinde onlar ne söyledilerse ne yaptılarsa biz de aynını yaptık, aynı sözleri söyledik. Onlar mahkûm edilirse bizim de mahkûm edilmemiz gerekir," diyerek 888 kişi kendini savcılığa ihbar etti. Şimdilik savcılıktan ses yok. Aslında 15 Mayıs 1984'te 1256 imza ile verilen Aydınlar Dilekçesi'nden bu yana, Barış İçin Akademisyenler'in "Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisi sayılmazsa adli makamlar bu tür dilekçeler ya da suç duyurular karşısında hiç olmamış gibi davranmayı tercih ediyor. Savcılar kulaklarının üzerine yatsa da kim hain kim değil bağlamında bu konuyla daha çok siyasetçiler ilgileniyor.
Gezi davası, Canan Kaftancıoğlu'na verilen hapis cezası derken haftayı Halkların Demokratik Partisi eski eş başkanı Selahattin Demirtaş'ın mektubu ile tamamladık.
Demirtaş mektubunda aydınlara sesleniyor ve "Değerli arkadaşım, ülkemizin içinde bulunduğu koşullarda sizin gibi değerli aydınların, yazarların ve sanatçıların çok önemli bir rol oynayabileceği düşüncesindeyim. Sizler toplumun vicdanı, ortak aklı ve hakkaniyetin sesi olarak ülkemizin içinde bulunduğu tıkanıklığın aşılmasına katkı sunabilirsiniz," diyordu. Demirtaş'a göre, Türkiyeli aydınlar örneğin "Demokrasi Sözleşmesi" gibi aktivitelerle sistemli, örgütlü bir aydın hareketini hayata geçirerek Cumhuriyet'in ikinci yüz yılını demokrasi ile taçlandırmaya çok kıymetli katkılar sunabilirdi.
Hep aynı günü mü yaşıyoruz?
Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yaklaşık iki yıl süren yargılamaya konu olan Türkiye'de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstekler dilekçesi (Aydınlar Dilekçesi), "Bir ülkede demokrasinin temel harcını oluşturan kurum, kavram ve ilkeler yıkılırsa bunun zararlarını gidermek güçleşir," diye başlıyordu. Aziz Nesin'in öncülüğünde hazırlanan metne son şeklini Prof. Dr. Hüsnü Göksel, Prof. Dr. Bahri Savcı, Doç. Dr. Haluk Gerger, Prof. Dr. Yakup Kepenek, Prof. Dr. İlhan Tekeli, Doç. Dr. Yalçın Küçük, Erbil Tuşalp, Uğur Mumcu, Prof. Dr. Şerafettin Turan, Doç. Dr. Murat Belge ve Doç. Dr. Mete Tuncay vermişti.
Delikçe tahmin edilebileceği gibi, 12 Eylül darbecilerini hop oturup hop kaldırmıştı. Bu olaydan iki yıl önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin fahri profesörlük unvanını verdiği darbeci Kenan Evren işte o tarihe geçen, "Biz çok aydınlar gördük, ben ne yapayım böyle aydını" özlü sözünü de dilekçe üzerine söylemişti. Bu arada İÜ Hukuk Fakültesi bu fahri profesörlük unvanının geri alınması için yapılan başvuruya ne cevap verdi?
15 Mayıs'ta Cumhurbaşkanlığı ve TBMM başkanlığına verilen dilekçeye jet hızıyla, 18 Mayıs'ta yayın yasağı getirildi, 20 Mayıs'ta da Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından soruşturma açıldı. İşin komik yanı Evren'i çıldırtan dilekçeden kamuoyunun epey sonra, o da magazin haberleri üzerinden haberdar olması. Daha dilekçe verilirken yayın yasağı da aynı anda konmuştu. Olaydan üç gün sonra dönemin başbakanı Turgut Özal'ın yabancı bir basın mensubunun sorusu üzerine dilekçeden birkaç paragrafı okuması küçük çaplı bir skandal olsa da akşam haberlerinde basın toplantısının dilekçe bölümleri sansürlenince sorun da halledilmiş oldu. Gazetelerde Ankara, İstanbul, İzmir ve Eskişehir'de kamuoyu tarafından tanınan birtakım insanların gözaltına alındıkları haberleri yayınlanıyor ancak yayın yasağı nedeniyle gerekçe belirtilmiyordu. Medya dilekçeden çok imzacılar üzerinden konuyu inceledi (!) o günlerde. Mesela dilekçenin imzacılarından İbrahim Tatlıses, toplu konut dilekçesi sanarak imzaladığını, Öztürk Serengil, Atıf Yılmaz'ın oyununa gelerek imzaladığını, Fikret Hakan, bir iki satırını okuyarak imzaladığını söyledi.
Bu tür "kandırılmış imzacı" haberlerine rağmen Aydınlar Dilekçesi 12 Eylül faşizmi karşısında hafızalardan hiç silinmeyecek bir aydın hareketi olarak hafızalara kaydoldu.
Ne işin var senin burada?
Hazırlık soruşturması sırasında ifadelerin alınmasına sıra geldiğinde Mamak'ta askeri savcının kapısının önünde epey bir kalabalık vardı. O kalabalık içinde iki tanıdık sima gördüm: Yalçın Küçük ve Aziz Nesin. Eh, tamam yaşım tutmuyordu ama ne de olsa ben de bir imzacıydım. Yanlarına gidip merhaba dedikten sonra 12 Eylül faşizmi üzerine bilmiş bilmiş konuşmaya başlamıştım ki… Aziz Nesin, Yalçın Küçük'e dönüp, "Kim çoluk çocuğa imzalattı dilekçeyi?" diye söylenmeye başladı. Savcıya vereceğim ifadeyi hazırlamıştım ama onlara değil. Hazırlık soruşturmasının ardından 59 imzacı hakkında dava açılmasına karar verildi. Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi 1 Numaralı Mahkemesi'nde yaptığı savunmada, "Güzel Yurdumuz geniş bir cezaevi durumuna sokulmuştur," diyordu Aziz Nesin. 16 sayfalık savunmayı okuduğunuzda aklınıza ister istemez, 38 yılda ne değişti sorusu geliyor.
İktidarla aydınların ilişkisinde makul olan, ilişkinin "seviyeli" bir noktada kalması. Ancak bu ilişkiyi düşündüğümde aklıma nedense hep, Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 2015'teki bir açılış töreninde güvercinleri şemsiyeyle dürtme görüntüsü geliyor. Zaten iktidar dediğin, itiraz edeni sevmez.