25 Nisan 2021

Boş hazine, 43 kişi ve "itim" merkezi

Küçük çete işinden çıkıp, 1980 askeri darbesi sonrasında kurumsallaşma yolunda dev adımlar atan insan kaçakçılığı sektörü, belediyelerin de işin bir ucundan tutmasıyla kendini aştı. AB görüşmeleri sırasında, 2017’de az daha büyük bir darbe yiyecek olan sektör, Allah'ın bir lütfu olarak darbe girişimi ve otoriterleşen yönetim sayesinde şimdi geleceğe daha güvenle bakıyor

Ankara Palas'taki imza töreni Türkiye'de yeni bir rüzgâr estirmişti. 16 Aralık 2013'te, Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki en önemli süreçlerden birini başlatan vize muafiyeti için "Vize Serbestisi Diyaloğu" ve "Geri Kabul Anlaşması" imzalandığında, kamuoyu üç buçuk yıl sonra AB ülkelerine vizesiz seyahat edebilme hayalini kurmaya başlamıştı.

O sırada Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı toplantı, AKP'nin mutlu aile döneminin bir fotoğrafı gibi; Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İçişleri Bakanı Muammer Güler, AB Bakanı Egemen Bağış, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan…

Şimdilerde Prag Büyükelçisi olan Egemen Bağış o sırada henüz, "bakara makara" dememiş, Reza Zarrab'ın rüşvet ağına adı karışmamış, cevval bir bakan olarak AB ile Türkiye arasında koşuşturuyordu. Bu önemli toplantıya da AB Litvanya Dönem Başkanlığı'na jest yapmak amacıyla, ülkenin resmi dönem başkanlığı kravatıyla katılmıştı. Herkes mutlu, win win çağındaydık!


Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Başbakan Erdoğan ve Avrupa Birliği AB İçişleri Komiseri Cecilia Malmström vize muafiyeti konusunda anlaşmaları imzaladıktan sonra geleceğe umutla bakıyorlar!

Toplantı bitiminde tüm bakanlar Erdoğan'ı Ankara Palas'ın kapısına, arabasına kadar uğurladılar. Bu arada Ankara Palas da 3 Eylül 2018'de Cumhurbaşkanlığı'na devredildi. Projesi tamamlandıktan sonra restorasyona sokulacak bina, "Cumhurbaşkanlığı Müzesi"si olarak hizmet verecekmiş.

Vize konusunda açıklama yaparken hem Dışişleri Bakanı Davutoğlu hem de AB Bakanı Bağış'ın ısrarla tekrarladığı cümle, AB'nin vize uygulamasının nedeninin 12 Eylül askeri darbesi olduğu yönündeydi.

Davutoğlu, "12 Eylül 1980 öncesi, çoğu Avrupa ülkesi Türkiye'ye vize uygulamıyordu. Askeri darbe sonrası, dönemin yönetimi neredeyse teşvik etti vatandaşlarına vize koyulmasını. Darbe yönetimi kendi tabiri ile 'anarşistler' yurt dışına kaçmasın diye, değil karşı çıkmak, neredeyse destekledi vize getiren ülkelerin bu kararını. Şimdi yıllar sonra, darbenin izlerinden arınan Türkiye'de, o dönemin bu mirasından da kurtulmak için uğraşıyoruz" açıklamasını yaparken Bağış, kendi tarzında özetliyordu durumu: "O 80 darbesinin memlekete attığı kazığı hâlâ çıkarmaya çalışıyoruz!"


Darbeci general Kenan Evren, en azından 1980'li yıllar için güçten en fazla zehirlenen karakter oldu. Milyonlarca insanın hayatını derinden ve en kötü şekliyle etkiledi. Yüzbinlerce insan yerinden yurdundan edilirken muhtemelen o, çok sevildiğini düşündü.

Vizeyi darbeciler mi koydu?

Darbeci general Kenan Evren'in, "Asmayalım da besleyelim mi?" sözüyle özetlenebilecek 12 Eylül dönemi, Türkiye'den kitlesel kaçışların en yoğun olduğu dönem oldu. Kaçanlar için Avrupa çekim merkezi olduğuna göre, Türkiye için de itim merkezi diyebiliriz herhalde. 388 bin kişinin pasaportunun iptal edildiği ve yurt dışı çıkış yasağı konulduğu 12 Eylül döneminde kaç kişinin yurt dışına çıktığını bilmek mümkün değil. 15 Temmuz darbe girişiminin bilançosu ise davalar halen sürdüğü için belli değil. Ancak en az politik nedenlerle kaçanlar kadar ekonomik nedenlerle kaçanları da hesaba katmak gerekiyor. Bu arada Evren'in yıllar sonra söylediği, "Sivas'ta meydanda konuşuyordum, binlerce insan toplanmıştı. Ben teröristlerden söz edince, o kalabalık hep bir ağızdan 'as, as' diye tempo tuttu. Ben de asmayalım da besleyelim mi, dedim. Bu sözü sonradan başıma çok kalktılar" sözünü de tekrar hatırlatmakta fayda var; her şey bittikten sonra faturayı kimse ödemek istemiyor.

Gelelim 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından gelen vize uygulamasına. AB ülkeleri, Türkiye'ye vize uygulamasının 12 Eylül askeri darbesiyle ilgisi olmadığını, Demirel hükümeti döneminde görüşmelerin yapıldığını ve vize konusunda mutabakat sağlandığını iddia ediyorlar. İkinci görüş ise, darbeci generallerin, "bize vize uygulayın, teröristleri yurt dışına çıkmadan yakalayalım!" demeseler de konuyla ilgilenmeyerek bu sonuca yol açtıkları yönünde.

Benzetmek gibi olmasın, bugünkü gibi Merkez Bankası rezervlerinin sıfırlandığı, Başbakan Süleyman Demirel'in, "70 sente muhtacız" dediği 1979'da, dış ticaret açığındaki artış, döviz darboğazı, işsizlik, yüzde 70,1'lik enflasyonla Türkiye karabasan yıllarındadır. Uzun yıllar Türkiye'de gösterimi yasaklanan Otobüs filmi (Tunç Okan, 1974), 1974 petrol krizi sonrasındaki insan ticaretinin en iyi özetlerinden. Sansür Kurulu'nca yasaklanan film ancak 1977'de Danıştay kararıyla gösterime girebildi.


Yönetmenliğini Tunç Okan'ın yaptığı Otobüs filmi, İsveç'e kaçak işçi olarak götürülen, köyünden başka hiçbir yer görmemiş bir otobüs dolusu insanın Stockholm'de yaşadıklarını anlatıyor. Filmin yasaklanma gerekçesi "Türk insanını aşağılaması" idi.

Sen git, sen kal!

12 Eylül'den hemen sonra yapılacak olan Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin (AKPM) Türkiye'yi görüşeceği iki oturum, vize kararının da kesinleştiği tarih olur. AK üyeleri arasında vize uygulamasının olmadığı 1980 yılında ilk olarak Alman hükümeti Temmuz 1980'de, 1 Ekim'den itibaren Türk vatandaşlarına vize uygulayacağını duyurur. Avrupa ülkelerine yoğun bir göç dalgasının olmasına rağmen Almanya'nın bu kararına karşı AKPM, vize kararını protesto amacıyla bir rapor ve karar tasarısı hazırlar. 30 Eylül'de darbe, 2 Ekim'de de Almanya'nın Türk vatandaşlarına vize kararı görüşülecektir. Darbeci generaller, AKPM yetki belgeleri Mayıs 1981'e kadar geçerli olan on iki kişilik Türkiye heyetini, dört kişiye indirerek Strasbourg'daki AKPM genel kurul toplantılarına gitmelerine izin verir. Generaller, eski parlamenterlerden darbeyi savunmalarını ve Türkiye için süre istemesini beklerken, parlamenterlerin genel kurulda yaptıkları konuşmalardan sadece Türkiye'nin Avrupa'dan dışlanmaması için uğraş verdikleri görülüyor. Kendilerine kuşkuyla bakan Avrupalı meslektaşları karşısında Metin Toker, "Ben sadece kendimi temsil ediyorum, talimat veya emir almadığımız konusunda emin olabilirsiniz" demek zorunda hisseder kendini.

Toplantı sonucunda Türkiye'ye demokrasiye dönmesi çağrısı yapılır. Bir sonraki toplantı Ocak 1981'de yapılacaktır. Toplantı öncesi Milli Güvenlik Konseyi dört eski parlamenteri huzurlarına çağırıp kendilerine son kez Avrupa Konseyi'ne gittiklerini tebliğ eder. Ve öyle de olur. Artık Türkiye için Avrupa'ya vizeli seyahat dönemi başlamış olur.

Vize uygulaması ile Türkiye'nin en hızlı gelişen sektörlerinden biri haline gelen insan kaçakçılığı yıllara göre hızlanıp yavaşladı. 90'lı yıllara geldiğimizde sektör, Topkapı Otobüs Terminali'nde kurumsallaşma yolunda epey mesafe kaydetmişti. B tipi lisanslı otobüs şirketlerinin bir kısmı, mihmandar hizmetiyle birlikte kaçak yolcularını Avusturya'ya ulaştırma garantisini hiç de saklamadan veriyordu. Her sınır geçişi öncesinde mihmandarla birlikte kaçak yolcularını indirip, sınırı geçtikten sonra arkadan dağ tepe yürüyerek gelen yolcularını alarak hedefine doğru giden otobüsler yıllarca binlerce kişiyi taşıdı Avrupa'ya. Çoğu yakalansa da. Bugün belediyeler aracılığıyla yapılan insan kaçakçılığı, garantili olması itibariyle sektörün kat ettiği mesafeyi ortaya koyuyor. Neredeeen nereye!

Yazarın Diğer Yazıları

Otomobil uçar gider

1960’larda dede Turan Feyzioğlu’nun makam aracı en az yirmi yaşındaki Chevrolet SW iken, 2000’lerde torun Metin Feyzioğlu’nunki sıfır yaşında Volkswagen 2.0 TDI idi. Türkiye’nin makam aracı itibarı tam çözülmüşken nereden çıktı bu tasarruf tartışmaları

Dağlılar’dan Yaylacılar’a

Muhalefet zor, parti içi muhalefet daha zor, lidere karşı çıkmak ise çok çok zor ve de bir kişinin ne kadar keskin muhalefet yaptığı bir ölçü değil… Örneğin; bir bakanlık kaptı mı, partisinin en önde savunucusu olabilir!

Diyarbakır ilçe, Van belde olsun

Bir yerde seçim mi kaybettin, eskiden olsa illiğini elinden alır, rütbesini ilçeliğe indirirdin! Neyse ki Türkiye büyük bir gelişme kaydetti de sadece seçilenin mazbatasını vermeyerek iş hallediliyor. Peki fatura kime kesilecek? Onun da kolayı var: Sarol Formülü!