Takipçileri arasında eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'ten Mücahit Birinci'ye kadar pek çok kişinin olduğu Sağdan Haber (@sagdanhaber) internet sitesi 19 Kasım'da, fotoğraf eşliğinde "İBB'nin kadrolu köpeği BOJİ tramvaya pisledi" "haber"ini yayınladı. Kendi adına sosyal medya hesapları bile olan Boji, gerçekten bunu yapmış olabilir miydi? Neyse ki, İBB kısa sürede araştırmasını tamamlayıp, cebinden çıkardığı dışkıyı özenle koltuğa yerleştiren gerçek failin videosunu yayınladı da tartışma bitti. Tartışma bitti bitmesine ama Boji, ününü kurtarsa da özgürlüğünü kaybetti ve belediyenin bir barınağına yerleştirildi.
Boji insan olsaydı, muhtemelen kabahatler kanunu, günümüz şartları düşünüldüğünde hadi biraz daha ileri götürelim, kamu malına zarar vermekten ceza kanunu uyarınca yargılanacak ve ufak bir ceza ile sokaklara dönecekti. Peki gerçek fail bulunabilirse hangi suçlardan yargılanacak? Sokak hayvanlarına karşı nefret suçu? Resmi bir kurumu karalama? Toplum sağlığını tehlikeye atma? Sahte delil oluşturma ve yerleştirme? Kumpas? Tabii dediğim gibi failin kimliği tespit edilebilirse ve de yargılamaya gerek duyulursa!
Yazıyı tamamladıktan sonra fotoğraf ne olabilir diye sokaklarda dolaşmaya başladım. Bana "biri şaka yapıyor olmalı" diye düşündüğüm yukarıdaki manzarayla karşılaştım. Ebat ve şekilleri birbirinden farklı köpek dışkıları bir pencerenin önüne özenle dizilmişti. Tabii evin sahibinin bir köpek grubu tarafından protesto edilme olasılığı da mümkün. Sokak kameralarından sonucu bekliyorum şimdi.
Bahtsız papağan, Yakup
Boji'nin adli bir vakanın kahramanı olması beni seneler öncesine götürdü. Sene 1968. Ne internet ne de kameralar var. Ankara gündemine, Atatürk Orman Çiftliği'ndeki (AOÇ) hayvanat bahçesinin biricik papağanı Yakup'un üst düzey bir subaya, üstelik de ailesinin önünde "Komünist…" dediği haberi bomba gibi düştü. Bizim evde bu habere kimse inanmadı. Okulların tatil olduğu günden itibaren her hafta sonu ya Gençlik Parkı'ndaki Luna Park'a ya da AOÇ Hayvanat Bahçesi'ne giden bir aile olarak o güne kadar Yakup'tan "merhaba" ve "Yakup… Yakup…" dışında bir şey duymamıştık. Dr. Dolittle'nin Masalları (Altın Kitaplar, 1968) romanı daha yeni yayınlandığı için bütün çocuklar -en azından okuyanlar ya da benim gibi büyüklerine okutanlar- Yakup'un bizimle maceralarını paylaşmasını bekliyor, "Merhaba… Yakup… Yakup…"un dışında bir şey duyamamanın verdiği hayal kırıklığıyla, kafesinin önünden belki bir sonraki hafta anlatır deyip ayrılıyorduk. Dr. Dolittle'ın papağanı Polinezya ile bizim Yakup'un çok farklı hayatları olduğu ortadaydı.
Bir sonraki hafta sadece bizim gibi müdavimleri değil, gazetelerde çıkan haberlerden etkilenen bir dolu insan Yakup'un kafesi önünde kuyruğa girmişti ama heyhat, kafes boştu. Yüzlerce kişinin aynı soruyu sormasından canlarından bezmiş görevliler, Yakup'un bir süre sahneye çıkmayacağını, "bakıma" alındığını söylüyorlardı... Yakup'u ne o hafta ne de sonraki haftalarda bir daha göremedik. Babam bir bürokrat olarak en makul açıklamayı yaptı boş kafes önündeki bekleyişimizi bitirmek için: "Yakup'un tayini çıkmış, yakında yeni bir papağan görevlendireceklermiş!"
Yakup ve bakıcısının tayinlerinin çıkıp AOÇ Hayvanat Bahçesi'nden gönderilmelerinden sonra hiçbir numaraları olmayan, boş boş ve uzakta gezinen zürafadan file kadar pek çok hayvan kafesinin önünde sadece fotoğraf çektirir olmuştuk.
Bu açıklama pek inandırıcı gelmemişti biz çocuklara ama bunun yüksek devlet işlerinden olduğu da açıktı. Gazetelere çıkacak kadar önemli bir olay olan Yakup meselesi sadece tayinle bitmemiş, bakıcısı da görevden alınmış, hakkında soruşturma başlatılmıştı. Bakıcı ne amaçla Yakup'a "komünist" demeyi öğretmişti? Yoksa bir propaganda mı söz konusuydu. Bizimkilerin gazete okurken yaptıkları değerlendirmelerden, bakıcının, ısrarla devletine bağlı bir memur olduğunu, Yakup'a bu sözcüğü kendisinin öğretmediğini söylediğini öğrendiğimizde, bakıcıya hak vermiştik. Polinezya da kırk kapı dolaştıktan sonra Dr. Dolittle'a gelmişti. Ancak bakıcının savunması onu kurtarmaya yetmemiş ve Yakup gibi onun da uzak diyarlara tayini çıkmıştı. 1940 yılında açılan AOÇ Hayvanat Bahçesi belki de tarihinde tayin konusunda sadece iki kez haber olmayı başarmıştı. Birincisi, Yakup'un bakıcısının fizana şutlanması, ikincisi de 2014'te, Ankara Hayvanat Bahçesi Müdürü Mustafa Sancar'ın, TÜBİTAK'ın önemli birimlerinden ULAKBİM'e müdür yardımcısı yapılmasıyla.
Aradan geçen onca yıla rağmen siyasi suçlu Yakup'un akıbetini halen merak ediyorum, bugünkü teknoloji olsaydı acaba Yakup komünizm propagandası yapmak, örgüt üyeliği suçlamalarından kurtulabilir miydi? Hakkındaki bir ihbarla tüm geleceği karartıldı, görevinde kalsaydı bir gün kim bilir neler anlatacaktı? Hiç şansı olmadı.