Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), her üç yılda bir 15 yaş grubundaki öğrencilerin bilgi ve becerilerini "Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı" (PISA) ile değerlendiriyor. Araştırmaya göre, Türkiye düzenli olarak OECD ortalamalarının altında kalmaya devam ediyor. Yine aynı araştırmaya göre, 72 ülke arasında "en mutsuz" öğrenciler de Türkiye'de. Bu sonuçlar ana babalar ve çocuklar dışında kimseyi ilgilendirmiyor olmalı ki, tartışmalar, imam hatipler ile köy enstitüleri karşılaştırmaları üzerinden sürüp gidiyor.
Enes Kara'nın intiharından bir gün önce, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Organize Sanayi Bölgeleri Mesleki Eğitim Merkezleri Açılış Programı'nı açarken, "Hangi yaşta olursa olsun bu ülkenin evlatlarının dinini, diyanetini ve kültürünü öğrenmesinin engellenmesine rıza göstermeyiz," diye başladığı konuşmasını beklendiği gibi köy enstitüleri eleştirisiyle bitirdi. Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi'nde düzenlenen kongrede Erdoğan "Eğitim-öğretim meselesinde ayağı bu topraklara basan, medeniyet birikimimizle barışık, özgürlükçü bir sistem yerine maalesef formatlayan, dayatmacı, evlatlarımızı belli kalıplara hapseden modeller tercih edildi. Köy enstitüleri gibi denemeler asli amacı dışında milletimizin değerlerine karşı ideoloji yükleme aracı haline getirildiği için hüsranla sonuçlandı," diyordu.
Aksu Köy Enstitüsü, 1937. Pakize Türkoğlu (sol başta) okuldaki üçüncü yılında.
Mutsuz öğrencileri kimse umursamıyor
Yarım yüzyılı aşkın süredir bitmeyen bir tartışma, imam hatip-köy enstitüsü tartışması. Sekülerlerle muhafazakârlar arasındaki bu kan davasında kimse kavgaya ara verip de içeriği konuşma gereği duymuyor.
Bundan tam dört yıl önce, Kadehlerdeki Dudak İzleri (Overteam Yay., 2021) kitabımı hazırlarken konuşmuştum köy enstitülerinin ilk, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü'nün son mezunlarından eğitimci ve yazar Pakize Türkoğlu ile. Daha önce Türkoğlu'nun otobiyografik Kızlar da Yanmaz (İş Kültür, 2011) ve Kısa Süren Hasat-Köy Enstitüsünde Öğrenci Olmak (İş Kültür, 2017) kitaplarının editörlüğünü yaptığım için aradığım kişinin tam da o olduğunu biliyordum. Türkoğlu'nun köy enstitüleri ve eğitim üzerine onlarca kitabı var ve bu kitaplar köy enstitüsü güzellemesi değil, ciddi incelemeler. Bugün de telefonda yine karşıtlar-taraftarlar düellosunu, dayatmaları ve bu savaş içinde incinen genç ruhları konuştuk. Bir türlü rayına oturtulamayan eğitim sistemine her dönem saldırıların olduğunu ve hiçbir zaman da "yeterince milli ve yerli" bulunmadığını, siyasi çatışmalar içinde her zaman ilk kurban edilenin eğitim sistemi olduğu kanısında.
Tek parti döneminde kurulmuş ve Demokrat Parti döneminde, 1954'te kapatılmış olsa da kapanışından çok önce ipi çekilmiş olan köy enstitülerine yöneltilen temel suçlama "komünist yetiştirdiği" iddiasıydı. Necip Fazıl Kısakürek'in başı çektiği bu grubun bir başka iddiası ise, bu okullarda kız öğrencilerin ahlaksızlığa sürüklendiği idi.
Kısakürek köy enstitüleri hakkındaki sayısız yazılarından birinde, "Adana Köy Enstitüsünde Tonguç Baba şerefine verilen ziyafette çağlayanlar gibi şarap akıtılmış ve genç köylü kızlara sakilik yaptırılmıştır. Sanki bunlar, Türk anavatanını, Anadolu iffetini kirletmeye ve tarihî İslâv intikamını almaya memur Moskof ajanlarıdır,"[i] diyordu. Türkoğlu bu saldırıları şöyle yorumluyor:
"Şehirli münevver, derdi Tonguç onlara, İstanbul dışına çıkmamış bu münevverlerin köylülere karşı önyargısından kaynaklanan bir şey bu. Necip Fazıl saki demişti ama onlar için köy kızı, hizmetçi demekti. Oysa biz oraya öğretmen olmak için gitmiştik."
Sokakta hayat akarken siyaset sahnesinde bazen zaman hiç akmıyor, hep aynı anın tekrarı yaşanıyor gibi geliyor insana. Yemekten önce ya da sonra çocuklar çerez gibi çiğnenip tükürülüyor bu arada.
[i] Başmakalelerim 3, "Köy Enstitüleri, s. 50-57, Büyük Doğu Yayınları, 2. Baskı, 1962