Lauren Gunderson'un yazdığı, Yağmur Yağmur'un konseptini oluşturup yönettiği 'Madam Giyotin' neredeyse tamamı genç kadın sanatçıların elinden çıkma dinamik, feminist ve estetik kalitesi yüksek bir oyun. Madam Giyotin'de Yağmur Yağmur'un göz dolduran sahne tasarımı, Gaye Kızılışık'ın tasarımını ve uygulamasını üstlendiği kostümleri, Ayşe Sedef Ayter'in son derece stilize ışık tasarımı ve seyir zevki veren başarılı oyuncu seçimi ile idam gibi sert bir konu; yumuşacık ve ironik bir dille ele alınıyor. Belki de içeriğe uygun karanlık bir dekor ve buna eşlik eden ağır ve ağdalı diyaloglar tercih edilseydi klişe bir işleyiş olacak ve Madame Giyotin seyircinin sabır damarlarını kesecekti. Çünkü tam da buna evrilmeye teşne bir içeriğe sahip. Bunun aksine özellikle usta oyuncu Betül Arım ve genç oyuncular Zeliha Gürsoy, Çiğdem Yıldız ve Merve Güran'ın sahne üstündeki başarılı performansları, ustalıklı ışık oyunları ve hareket akışındaki ahenk, 'idam' gibi bir konunun seyrini bile hazza dönüştürüyor. Bu bakış da günümüz eğlence kültüründe sıklıkla kullanılan ana öğelerden biri olan şiddetin coşku ve reaksiyon adına doğallaşmasına dair şenlikli ve çelişkili bir parantez açıyor. Ezcümle şiddetin öznesi olan kadınların; şiddeti doğrudan alaya alışı ilginç, tatlı, cüretkar ve hazmı kolay bir mizah üretiyor.
Dört farklı kadının aynı dönemde giyotinle idama mahkûm edilmesi bir yazarın zihninden canlandırılarak sunulur. Oyun, en basit mantıkla çocuk dahil her yaş için en eğlenceli ve en kolay eğitim aracı ve yöntemidir şüphesiz. Oyun içinde oyun yöntemiyle 'şiddet' vurgulandığı halde, hafifletilmiş bir içeriğe de dönüştürülür, böylece korkuların ve sosyal çatışmanın hem dürüstçe dile gelmesi hem de üstesinden gelinmesi sağlanır. Oyun içinde oyun kullanılmasının bir başka fonksiyonu da günümüz tiyatrosuna yaptığı ince eleştiri ve göndermelerdir. Kitlenen metinlerin klişe çözümleri, sanatçının kısırlaşan üretim alanı ve deformasyona uğrayan vizyonu gibi konular yoksul-varsıl, eğitimli-cahil, savaş-barış gibi ikilemler üzerinden test edilir. Fransız Devrimi'nin toplumsal uyumu imkansızlaştıran ikliminin sert yaptırımlarında 'sanatsal endişeler' ne kadar hayati olsa da, bir o kadar gereksiz ve fazla duruyor gibidir. Bugün bu okuma üzerinden esen benzeri rüzgarlar metinle seyirciyi sıklıkla özdeşleştirir.
Böylece imkansız, uyumsuz, ilgisiz ve alakasız öğeler birbirine yakışır hale gelir. Dolayısıyla suikastçı, casus, kraliçe ve yazar olmak üzere tamamen bambaşka dört karakter sahnede buluşur.
Farklı uçlarda görüşleri temsil eden bu dört kadın, var olandan hoşnut değildir.
İçinde sıkışmaktan hoşnut olmadıkları bu sistemi, kendi usullerince değiştirmeye cesaret edecek kadar iddialı ve Fransız Devrimi'ne özgün bir başkaldırı ve teslimiyetle yan yanadırlar.
Birbirinden uzak görüşlere ve hayatlara sahip bu dört kadın, bazen yan yana gelir ve omuz omuza verirler. Bazen de karşı karşıya kalır, hatta bir erkeği sırtından bıçaklamaya hazır beklerler. Ne de olsa Fransız Devrimi'nin "korku krallığındaki" doğrular, kişilerin içinde bulundukları koşullara göre sürekli değişir. Korku iklimindeki kahramanların farklı reaksiyonları -ne yazık ki- her diyalogdaki aşinalık hissi ile bugünün seyircisini de sarıp sarmalar.
Kadın perspektifiyle erkek dünyaya yükselen dört farklı çığlıkta dört farklı çözüm önerir metin ki; bazı çözümler kendi içinde de problematiktir. Dolayısıyla kadın meselesinin salt cinsiyetle değil, sınıf farkıyla da olan bağlantısına sıkı göndermeler yapılır.