Pervin Bağdat tiyatro, televizyon ve sinema seyircisinin hayranlıkla izlediği müthiş bir yetenek ve içinde yer aldığı her çalışmaya boyut katan bir oyuncu. Bugünlerde Oğlum dizisindeki rolüyle alışılmadık bir sokak insanı portresiyle dikkat çekerken tiyatro sahnelerinde de rüzgar gibi esmeye ve yine ödül üzerine ödül kazanmaya devam ediyor. Bu vesileyle kendisine son olarak rol aldığı işleri sorduk ve bizi kırmayarak yanıtladı. Buyurunuz lütfen!
- Koma Sahne'de yönetmen Ilgın Sönmez'in August Strindberg'in Miss Julie oyunundan esinle sahnelediği 'tiyatro filmi' Merhamet oyununda Burcu Halacoğlu ve Ferhat Polat ile rol alıyorsunuz. Rolünüzü ve ele alınış biçimini anlatır mısınız?
Matmazel Julie pek çok oyuncunun iştahla oynamak isteyeceği derinlikte bir rol bence. Değişken, dönüşen, katmanlı, sarsıcı ve merak uyandırıyor. Ben karakterimi tasarlarken hem renkli, eğlenceli, çocuksu tarafını parlatmaya çalıştım hem de karanlığına, varoluş krizlerine, travmalarına yapıştım diyebilirim. Oyunun başından sonuna kadar hem oyuncuyu hem seyirciyi sarsan bir dönüşüm yaşaması için önyargısız bir yaklaşımla, Julie'yi anlayıp severek, onu yaşayan bir insan yapmaya çalıştım.
- Cinsellik ve sınıf ilişkisi açısından kadının konumu ayrıca fark yaratır mı? Oyun bunu titizlikle tartışıyor ve sonuçta farklı sınıflardan insanlar aşka düşerse kadın ve erkek için farklı değerler mi söz konusudur?
"Fall in love" işte aşka düşmek… Türkçede aşık olmak deyip geçiveriyoruz ama ben bu "aşka düşmek" tanımını çok seviyorum… Aşkın tarifi, tanımı sıkça yapılıyor ama kuralsız bir şey aşk. Herkese, her an, her koşulda aşık olabiliriz. Ancak bize öğretilen, dayatılan bazı toplumsal, sınıfsal gerçekler içine sıkıştığımız bir hapishane oluyor. Hepimizi de kendimizin bile beklemediği anlarda yakalıyor bu aslında zaman zaman inanmadığımız, sahiplenmediğimiz ahlaki değerler… Bu değerler üstünde tartışmalı ve dilediğimizi yıkabilmeliyiz bence.
- Farklı sosyal sınıflardan insanların arkadaşlıkları hangi ölçüde mümkün olur? Oyun bunun imkanları üzerine ne diyor?
Aşkın sınır tanımazlığına inanıyorum ben, inanmak istiyorum hâlâ. Toplumsal olarak bazı şeylerin değişip dönüşebileceğine çok inanamıyorum ama kişisel olarak imkanlı hale getirebiliriz diye düşünüyorum varoluş krizlerimizden sıyrılabilirsek… Ama belki de benim de içimde bir Julie vardır ve belki de ben de sürükleniyorumdur imkansızlıklara…
- Ilgın Sönmez'in sessiz, sözsüz sinematografisi ve güçlü estetiği fotoğraf etkisi de yaratıyor. Siz biçimin içeriğe ne kadar hizmet ettiğini düşünüyorsunuz?
Hikâye anlatıcılığında hepimiz farklı yollarla yaratıyoruz dünyamızı. Ilgın'ın dünyasında her şey edebi, sinematografik, şiirsel… O bir sahne ressamı hatta! Hikâyeyi bu şekilde anlattığımızda, seyircinin hayal dünyasında daha çok gezindiğimizi hissediyorum. Sessizlikler, gerçekliğin kırılması, yaşamın içinde, ta kendisi olduğumuz gerçeğinin hatırlatılması, oyunu, oyuncuyu ekranda izleyerek aslında tuhaf bir yakınlık hissi yaratılması, gerginliğin ve karanlığın bir ekrana sıkışmışlığını görmek… Bütün bunlar "Merhamet''i, seyircinin tam kalbine yerleştiriyor diye düşünüyorum.
- Romantizm, erotizm ve gerilim iç içe verilerek kadınların karşılıksız aşk karşısındaki psikolojik çıkmazlarını Burcu Halacoğlu ve siz olağanüstü taşıyorsunuz. Bu delilik halini tiyatro sahnesinde canlandırsaydınız sınırları nereye, ne kadar varırdı? Olur muydu?
Oyunculukta kamera önü ve sahne gibi bir ayrım yapmıyorum ben… Sınırlarım yok o yüzden de, yaşamın kendisinde ne kadarsa ve biz anlattığımız hikâyeyi nasıl ve ne biçimde anlatırsak iyi olacaksa o kadarını yaparım, kendimi veya içimi esirgemem tiyatro sahnesinde de. Delilik de, neşe de keder de yaşamın içinde çok daha sert ve yıkıcı... Oynarken yıkıcı, sarsıcı, etkileyici olmak, bir mucizeyi yaşamak gibi gelir bana hep. İnanmak öylesine güçlü ki... İnsanların sizi izlerken onun oyun olduğunu bildiği halde inanması için organik olmak gerekiyor; bunun için de seçilmiş, tasarlanmış sınırlardan bahsedebiliriz ama Pervin olarak engeller ve sınırlar koymadığımı düşünüyorum.
- Neredeyse her oyununuzla ödül alıyorsunuz? Bugünlerde de Westend ile ödüllendirildiniz? Hem oyundan hem de ödül almanın sizin için ne ifade ettiğini anlatır mısınız?
Şehir tiyatrolarından talihsiz bir şekilde uzaklaştırıldıktan sonra tiyatro kariyerimde biriktirdiklerimi daha özgürce, daha etkili kullanabileceğim bir alan açıldı ve yine çok çalışarak çok verimli bir dönem başladı benim için. Ödüller görünmez olmadığınızı hissetmek adına kıymetli, mutluluk veriyor ama ödül almasaydım da yaşamın bana sunduğu hediyeleri sevinçle karşılardım hep. Güzel oyunlarda, güzel insanlarla çalışmak hediyenin kendisi. Kürklü Venüs, When in Rome, Gece Sempozyumu, Kapıların Dışında ve Westend pandemi öncesindeki oyunlarımdan, hepsi çok kıymetli. Hakkında güzel şeyler yazılmış ödüller almış oyunlar, çok mutluyum. Westend (Batı'nın Sonu) oyununda mesela, küçük bir rol oynuyorum aslında, ikinci perdede girip bir sahne oynayıp çıkıyorum ama hep derler ya, rolün küçüğü büyüyü olmaz diye. Ben neşesiz iş yapılmaması gerektiğine inanırım, bu oyunda da rolümü çok eğlenerek çıkardım ve sahnede de çok eğleniyorum. İşin özü bu zaten, sevmek ve eğlenmek. Birilerini güldürmek harika bir şey, bu oyundaki performansıma da ödül verilmiş olması beni mesleğimin ilerleyen dönemlerinde hep daha iyiye gitmek için teşvik ediyor.
- Son olarak Oğlum dizisiyle sahnede seyir zevki ile mest eden güzel ve seksi kadın imajının tamamen dışına çıktınız. Biraz anlatır mısınız rolünüzü?
Oğlum'da çocuğunu ve acısına dayanamayan eşini kaybettikten sonra akıl sağlığı bozulan, sokaklarda yaşayan bir kadının hikâyesini anlattım, Melahat... Onu çok sevdim ve ona iyi davrandım. İnsanları hem gülümseten hem de hüzünlendiren biri O... Dizinin finalinde biraz kızsalar da anlayacakları, Melahat'e şefkatle sarılacakları bir karakter yaratmak istedim. Yaşayan, gerçek bir insan olması için içini doldurdum bir sürü anıyla, şakayla, gözyaşıyla, karmaşayla, hayallerle. Şimdi Melahat bir dizi karakteri olmaktan öte, bir yerlerde yaşamaya devam ediyor bana göre... Umarım acıları diner bir gün!