Garo Reis, Sarıyerli son Ermenilerdendi. Bu zeki ve saygın insanın inişli çıkışlı yaşam öyküsünü "Garo Dayı" başlığıyla romanlaştırmıştım. O romanda şöyle bir bölüm vardır:
"Balıkçılık mevsimlik bir meslek olduğundan bazen denize çıkamıyordu. Parası varsa ucuz bir otel bulup kalıyordu. Para bitince ve kış, kıyamet bastırınca, bildiklerinin sandallarında, teknelerinde açıkta yatıyordu.
Hava tipilediğinde sabahçı kahvelerinde pinekliyordu. Genellikle Kumkapı'dakine giderdi. Kahvede uyumak kolay değildi. Kahveci ikidebirde uyandırır, "Ne istersin?" diye sorardı. "Çay" denirdi mecburen. O da aynı bardağı sabaha dek bazen dört-beş kez götürür getirirdi.
Hava ayazladığında ve kahveye gidecek kadar parası kalmadığında Kumkapı'da tren istasyonunda bile yattığı olurdu. Gar bekçisi yatırmamaya kalkardı. Buranın müdavimleri bazen yalvar yakar, bazen tehditle yatarlar ama o zaman da polis gelir onları karakola götürüp saatlerce kimlik kontrolu yapardı."
Kitabı okuyanlar, bu birkaç paragrafın kitabın en dokunaklı, en unutamadıkları bölümü olduğunu söylemişlerdi.
Garo Dayı'dan bunu dinlediğimde aklıma Hans Christian Anderson'un Kibritçi Kız öyküsü gelmişti. Herkesin şömineli evlerde, Paskalya ağaçlarının süslenmiş olduğu odalarda yeni yılı kutladıkları bir günde birkaç kutu kibrit satıp evine para götürmeye çalışan fakir kızın soğuktan donup öldüğünü anlatan öyküyü Garo Dayı biliyordu."Evet," demişti, "Hayatımda çok sıkıntı çektim ama soğukta yatacak yer bulamadığımda duyduğum ızdırap tümünden beterdi."
Yurtlarda yer bulamayan ve kiralık daire ücretlerini ekonomik krizin ağır yükü nedeniyle ödeyemeyen üniversite öğrencilerinin sayısının çoğaldığına dikkat çekmek isteyen öğrencilerin Kadıköy'de bir araya gelerek Yoğurtçu Parkı'nda sabahladıklarını öğrendiğimde Garo Dayı'nın anlattıkları ve Anderson'un kibritçi kızı peş peşe üşüştüler belleğime.
Üniversitede okuma hakkını kazanmak için yıllarca, aylarca çalışmış olan başarılı çok sayıda genç, kalacak yer sorunu yüzünden üniversiteye gitmekten vazgeçmek zorunda kalıyor. Üniversite eğitimi, bugüne kadar bir çok mütevazi gelirli vatandaşımızın çocuğunu hak ettiği düzeye taşıyarak -ki aralarından üniversite hocalarının, mucitlerin ve çok değerli kimselerin yetişmiş olduğuna hepimiz şahidiz- bu ülkede umudun var olduğunu, geleceğin daima parayla kısıtlanmadığını gösterirdi.
Bugün ülkemizde sekiz buçuk milyona yakın üniversite öğrencisi varken, bu öğrencilerin barınabileceği yurtların kapasitesi sadece yedi yüz bindir. Bu yetersizlik, üniversite öğrencilerin bir bölümünü cemaat ve tarikatların sahip olduğu yurtlara ve kötü koşullardaki evlere yönlendirmekte, önemli bir bölümünün de üniversiteden vazgeçmeye, geleceğe ait hayallerini gömmelerine yol açmaktadır.
Ülkemizde eğitim öğretim hakkı Anayasal güvence altına alınmıştır: Ekonomik olanakları ne olursa olsun belli sınavları geçmiş olan öğrencilere eğitim-öğretim haklarını sağlamak devlete ait bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, öğrencilerin, baskılara uğradıkları cemaat ve tarikat yurtlarına, üniversite öğrencisi olmuş kimselere uygulanmaması gereken kısıtlamalarla karşılaştıkları diğer bazı yurtlara muhtaç bırakılmamalarını da kapsar. Bu da her üniversitenin yeterli sayıda öğrenciyi, çağdaş standartlara uygun barındıracak yurtla beraber planlanmasını gerektirir.
Evrensel insan hakları arasında yer alan barınma ve beslenme haklarının sağlanması da yürürlüktedir.
Bunları bilmemezlikten gelen ve her yerde bol keseden üniversite açılmasına göz yuman ve barınacak yer bulamayanları hemen olumsuz şekillerde damgalayanlar, geceleri ayaz bastırdığında sığınmak isteyen garibanı tren durağından kovan, ortalığı kar kapladığında, damlardan buzlar sarktığında bu insanların sabahçı kahvelerinde doğru dürüst uyumalarına bile izin vermeyenler gibi davranmakta, bu öğrencilerin ve aslında bir bakımdan memleketin geleceğinin kibritçi kızınki gibi heder olması, onları rahatsız etmemektedir.