-Peki, Çeçenistan'da savaş bitse ve de tarım ürünleri Rusya’da da ucuzlasa?
-O zaman beraber olmanın sakıncası kalmaz!
Bu sorgulamalara başkalarından da benzer cevaplar aldığımda bu ülkede henüz Rusya'dan bağımsız bir ulusal benliğin oluşmadığı sonucuna varmıştım.
Rusya'nın, 2014'te Ukrayna'nın Kırım yarımadasını işgal ettiğinde hiçbir askeri direnişle karşılaşmaması, o tarihte de Ukrayna’da Rusya’dan ayrı bir ulusal kimliğin oluşmamış olması ile açıklanmaktaydı.
Ancak Rusya'nın Ukrayna’ya 24 Şubat 2022'de başlayan büyük saldırısını izleyen evrede bu konuda pek çok şeyin değiştiğini gördük: Ukraynalılar her açıdan kendilerinden çok daha güçlü olan Ruslara karşı ummadık, beklenmedik oranda direndiler.
Eski Ukrayna başbakan yardımcısı İvanna Kimpuş -Sinzadze, bu direnişi şöyle tanımlamıştı: “Putin, milletimizin var olma hakkının olmadığını ve bizim “küçük Ruslar” olduğumuzu söylüyor: Ama işte buradayız, biz, küçük Ruslar değil Ukraynalılarız,” demişti.
Bu gelişmeyi, “Savaş Ukraynalıları kim ve ne oldukları ve savaş sonrası dünyada yerlerinin ne olması gerektiği konusunda daha özgüvenli hale getiriyor. Ukraynalılar jeopolitik bir görüş etrafında birleştiler. Bu, özgürlük ve otoriterlik arasında bir medeniyet seçimiyle ilgili bir savaştır" diyerek tanımlayanlar var .
Ukrayna’da dünyanın sayılı askeri güçlerinden biri olan Rusya'nın baskısı ve saldırısı karşısında gerçekleşen tepkiler yani baskıya uğrayanların kimliklerinin pekişmesi, mücadele hırslarının çoğalması, yeryüzünün birçok ülkesinde gözlemlenen demokratik isteklere karşı sergilenen baskı ve şiddete karşı oluşan tepkileri çağrıştırmaktadır.
Halk demokratik dileklerini kalabalıkların katıldıkları gösterilerle açıklama zorunluluğunu hissettiğinde, isteklere şiddet tedbirleri ile tepki gösteren yönetimler, vatandaşların bir kısmında korku ve sinme yaratmakta ama bundan daha büyük bir oranda insanın bilinçlenmesine, daha keskin birer aktiviste dönüşmesine de yol açmaktadırlar.
Türkiye’deki aktivistlerle görüşerek yapmış olduğum bir çalışmada * “Sizi aktivist yapan nedir?” sorusuna verilen cevaplar da baskı ve haksızlıkların eylemcileri çoğalttığını, dirençlerini pekiştirdiğini yansıtmıştı.
Konuştuklarımdan birini, Berfe’yi gözü pek bir eylemci yapan neydi? Şöyle anlatmıştı:
“Doğduğum günden başlar: Hayatım boyunca kadınların nasıl iteklendiklerini, haklarının gasp edildiğini göre göre yaşadım.İkinci sınıf insan sayılmamıza isyan ediyordum!”
Berfe, 2004’te Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne başladığında siyasetle ilgilenmemeye karar vermişti. Hedefi çalışmak, ilk ona girmekti.
O sıralarda Gazi Üniversitesi’nde sayıları çok olan faşist öğrenciler, küpe takan erkekleri hırpalıyorlardı; uzun saçlılar, solcular, kız arkadaşıyla kol kola gezenler dövülüyordu. Bu saldırganlar, Berfe’yi esmer olduğu için, saçları kıvırcık olduğu için ve çok okuduğu için sevmiyorlardı.
Bir gün minibüse binmiş okula gidiyordu. Trafik yoğundu, hava soğuktu, yağmur yağıyordu. Pencereden bakarken rüzgarda sallanır gibi yürüyen, zayıf mı zayıf bir işçi gördü. Sırtında ağır bir yük vardı, Üç adım daha atsa düşecek gibiydi. Adam, Berfe’nin ömründe görmüş olduğu en yorgun insandı; ihtiyar değildi ama bezgindi, yıkkındı. Gördükleri onu çok rahatsız etti: “Bir insanı bu duruma ne getirir?“ diye düşünmeye başladı.
Zaman geçti ama o adamın görüntüsü gözünden, beyninden silinmedi. Bir insanı böyle bir kaç saniye sonra can verecek bir halde yalpalarken görüp hiçbir şey yapamaması ne acıydı!
“İnsanların böyle farklı alın yazıları olması ne kötü” diye düşündü, “Birileri için yazılmış senaryolarda aşk var, meşk de var. Diğerlerininkinde bunlar yok, üstelik gülme de yok, sevgi de yok, firavun filmlerinde taş taşıyan, her gün kırbaçlanan figüranlar gibi gelip geçiyorlar gözümüzün önünden…Bir şekilde siyasetle ilgilenmem gerekir...” diye düşündü.
Ülkelerinde süren yaşam koşullarına “bir şekilde tepki” gösterenlere de baskı uygulandığında - anlıyoruz ki - tepki gösterenler azalmıyor. Bunlar çoğalıyor, o zamana kadar sadece evinden işine, işinden evine gitmiş, gelmişler bile sokaklara dökülüp yürümeye başlıyorlar.