27 Şubat 2022

Yabancıların kaleminden 19. yüzyılda İstanbul – (IV)

Yabancılar Galata Köprüsü'nü kozmopolit kentte Müslümanlarla diğer dinlere sahip tebaanın yerleşme bölgelerini birbirine bağlayan bir geçit olarak görmüştür

GÖZLEMLER – 2

Zorunlu bir aradan sonra yazı dizime devam ediyorum değerli okurlarım.

19. yüzyıl Galata Köprüsü tablosu (Ressamı belirsiz)

Kozmopolit kent ve Galata Köprüsü

19. yüzyılda İstanbul'u ziyaret eden yabancıların gözlemlediği en çarpıcı unsur kentin kozmopolit yapısıdır. Francis Marion-Crawford bunu şu cümlelerle yansıtmış:

"Avrupa'dan, İtalya veya Avusturya'dan gelen biri başkentin cihanşümul hayatı, canlılığı ve faaliyeti karşısında gerçekten şaşırır. Dünyada bu kadar farklı insanın bir araya toplandığı, birbirleriyle ve yabancılarla omuz omuza yaşadığı başka hiçbir şehir yoktur. Avrupa ile Asya'nın her milleti burada temsil edilmektedir." 

Marion-Crawford köprünün kalabalıklığını, "… Dar bir geçitle birbirine bağlanıp tutturulmuş iki büyük arı kovanı arasında, sürekli ileri geri akan arı kümelerine benzeyen ve her saniye gözünüzün önünden geçen bu sayısız insan…" sözleriyle yansıtıyor. 

Bunları yazmak yetmemiş ki Marion-Crawford'a, şunları da eklemeden edememiş:

"… dünyada onun gibisi - onun gibi canlı, yaşam dolu, heterojen, nizamsız ve onun gibi hayranlık uyandırıcısı yoktur."

Pek çok başka yazar gibi James Baker de 'Türkiye' adlı kitabında bütünüyle bu gözleme destek veriyor:

"Sanki kâinatın bütün milletleri burada buluşup birbirlerine karışmak kararı vermişler gibi… Belki Transilvanya dışında Avrupa'nın hiçbir ülkesinde, belirgin ve ayırıcı özellikleriyle dünyanın bu kadar çok farklı ırkının görülmesi mümkün değildir."

Böyle yazmışlar ama bütün yabancı yazarlar, bu birlikteliğin sadece gün içinde ve ticaret, hizmet sektörlerinde görüldüğünü, sonra gece basarken her milletin, ırkın, farklı din mensuplarının kendi kabuklarına çekildiğini de vurgulamış. En belirgin ayırıcı simge olarak da Galata Köprüsünü işaret etmişler.

Bu durumu folklorist Lucy Mary Jane Garnett şöyle anlatmış örneğin:

"Müslüman, Hıristiyan, Yahudi gibi kozmopolit yapıyı oluşturan farklı topluluklar kentin farklı mahallelerinde yaşardı. Gündüz saatlerinde kendi farklı ahlaki değerlerine göre (belki namuslu belki değil!) alışverişlerini tamamlamaları ardından, gün batımında, dil, din, gelenek, milli emeller ve sosyal âdetler gibi aralarında aşılması imkânsız engellerle birbirlerinden ayrılan, tamamen farklı dünyalarına çekilirlerdi."

Galata Köprüsü - Sébah & Joaillier fotoğrafı

Yabancılar Galata Köprüsü'nü kozmopolit kentte Müslümanlarla diğer dinlere sahip tebaanın yerleşme bölgelerini birbirine bağlayan bir geçit olarak görmüştür. Her birini içinde daha küçük, farklı yerleşim bölgeleri olsa da böyle bir genellemeyapılmıştır. Bu vesileyle 19. yüzyılda Eminönü-Galata arasında 1854, 1863 ve 1877'de olmak üzere üç farklı köprünün inşa edildiğini belirtmeden geçmeyelim. Ahşap malzemeden yapılan ilk ikisi "Cisr-i Cedid" (Yeni Köprü) olarak adlandırılmış, Galata Köprüsü şimdiki adına nihayet sonuncusunda kavuşmuştu.

İki kez İstanbul'da görev yapan ABD'li diplomat Samuel S. Cox, "Kozmopolit ve kaleydoskopik" diye nitelendirdiği kenti anlatan hacimli kitabında Galata Köprüsüne sayfalar dolusu yer ayırmış. Bunlar arasında şöyle ifadeler yer alıyor:

"Yazarlar arasında İstanbul'dan ve çeşitliliğinden şaşkına dönüp İstanbul köprüsünde durup devamlı etrafına bakmaktan ve hayret etmekten kendini alıkoyamayanlar az değildir. Bu ikili kentin tamamı buradan geçer…

"Altın Boynuz üzerindeki köprüyü betimlemeye çalışıyordum. Görünüşü korkunç. Demir şamandıralar üzerinde duruyor ve Rialto kadar zarif olmasa da, iki uygarlığı birleştiren bir köprü olarak önemli bir yapı. Gerçekten Asya ve Avrupa arasında bir köprü; Avrupa'nın yirmi yılı ve Asya'nın bir çağı arasında bir köprü… Gürültülü, işlek, telaşlı Pera ile görkemli, ciddi ve sessiz İstanbul arasında ne derecede karışık gruplar ve tuhaf kişiler geçip gidiyor. Her millet, her kabile temsil ediliyor."

Benim gözümde zamanımızın en önemli kentler ve saraylar tarihçisi olan Philip Mansel'in Türkçede ‘Konstantiniyye: Dünyanın Arzuladığı Şehir 1453-1924' adıyla yayımlanan ve mutlaka okunmasını tavsiye edeceğim harika kitabında, "Köprü, imparatorlukların yükselişini ve düşüşünü, saat ve mevsimlerin değişimini yansıtıdır," şeklinde müthiş bir tanımlama yapmış; nasıl da isabetli! Başka bir sayfada da şu satırları var:

"İletişimin gelişmesi 19. yüzyılda eskiye kıyasla daha çok uyruğun Konstantiniyye'ye gelmesine neden olmuştu – ve gelen herkes Galata Köprüsünü bol bol kullanıyordu. Bir Japon ziyaretçi onun için, ‘On bin Milletin Köprüsü' diyordu."

İtalyan seyyah Edmondo De Amicis eksik kalamazdı elbette Galata Köprüsü'nü anlatmaktan:

"Köprüde durunca, bir saat içinde bütün İstanbul'un geçit yaptığı görülür. Bu, güneşin doğuşundan batışına kadar durmadan dinlenmeden karşılaşıp karışan, bitmez tükenmez bir insan akıntısıdır…"

"Bir şey görebilmek için köprünün küçük bir yerini seçmeli ve hep oraya bakmalıdır. Oraya buraya bakınca, göz iyi göremez olur, zihin karışır. Kalabalık, her grubu bir halkı temsil eden, bin renkli kocaman dalgalar halinde geçer. En garip tip, kılık kıyafet ve her sınıftan insan topluluğu boşu boşuna hayal edilir, yirmi adımlık bir yerde ve on dakikalık bir zamanda orada görülen efsanevî kargaşalık üzerinde bir fikir edinmek düşünülecek şey değildir."

De Amicis kitabında köprü resmi geçidi diyebileceğimiz çok uzun anlatısında sanki her yönüyle, şapkasından pabucuna kadar giyim kuşamlarıyla, sosyal statüleriyle, meslekleriyle, âdetleriyle, zengin ya da yoksulluklarıyla İstanbul'un farklı topluluklarını, milletlerini, yerli ve yabancılarını anlatıvermiş. Bir noktada şöyle demiş: 

"Milletler ancak kaşla göz arasında farkedilir. İstanbul eskiden ne idiyse şimdi de odur denebilir: üç kıt'anın payitahtı ve yirmi tâbî memleketin kraliçesi. Fakat bu fikir bile manzaranın büyüklüğünü anlatmaya yetmez, eski kıt'ayı altüst eden büyük bir âfetin sebep olduğu göçlerin karşılaşması gibi bir şeydir bu. Bilen bir göz bu ummanın içinde Karaman ve Anadolu, Kıbrıs ve Girit, Şam ve Kudüs kıyafetlerini, Dürzüyü, Kürdü, Marunîyi, Hırvatı ve Nil'den Tuna'ya, Fırat'dan Adriyatik denizine kadar yayılan karmakarışık cemiyetlerin sayılamayacak kadar çok olan başka çeşitlerini birbirinden ayırabilir. Güzeli arayanla korkuncu arayan burada en cüretli arzularının bile geride kaldığını görür: Raphael kendini kaybedebilir, Rembrandt da saçlarını yolabilirdi…"

 "Bu manzaranın neşe verici olduğu zannedilebilir, hiç de öyle değildir. İlk şaşkınlık geçince, bayram renkleri solar; bu, artık önümüzden geçen büyük bir karnaval alayı değil, bütün sefaleti, bütün çılgınlığı, inançlarının ve kanunlarının hudutsuz uyuşmazlığı ile geçit yapan bütün insanlık, inhitat halindeki halkların ve zillete düşmüş ırkların haccıdır. Yardımına koşulacak felâketler, temizlenecek yüz karaları, kırılacak zincirler; oluk oluk kanla halledilecek kanlı harflerle yazılmış dehşet verici problemler yığınıdır bu ve bu büyük karışıklık insana hüzün verir; tecessüs duygusu bu son derecede acayip şeylerle yatışacağına körlenir. İnsan ruhunda ne esrarlı ayaklanmalar var!"

Edmondo De Amicis'in kitabında yer alan C. Biseo imzalı Galata Köprüsü gravürü

Yazı dizimize devam edeceğiz...

Yazarın Diğer Yazıları

Bilgi tapınakları | Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XXI): Milli Kütüphane

Daha 1963 yılında ikinci ilave bina yapılırken, bunun dahi ileride yeterli olmayacağı biliniyordu. O tarihlerde Türkiye artık planlı kalkınma dönemine girmişti. Ülkenin tek milli kütüphanesinin artık geniş bir alanda, geleceği de düşünerek yeterli büyüklükte olması planlanıyordu

Bilgi tapınakları: Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XX): Türkiye topraklarında resmi kütüphaneler

Galiba artık kendi ülkemize uzanmanın zamanı geldi. Bu bölümde sizlere Türkiye'nin en büyük, en önemli ve elbette bana göre en güzel kütüphanelerini anlatacağım. Böylece bir bakıma ülkemizin resmi (devlet ya da ulusal) kütüphanecilik sürecini de yansıtmış olacağım