10 Nisan 2022

İstanbul sefarethaneleri (III) | Venedik, Avusturya, İtalya! Elden ele dolaşan, bir türlü sahibini bulamayan sefarethaneler süreci...

Ekim ayının 30. günü, Osmanlı Devletinin Mondros'ta imzaladığı mütareke metninde yer alan bir madde, Avusturya vatandaşlarının bir ay içinde Osmanlı topraklarını terk etmesini öngörmektedir. Büyükelçisi Pavlavicini'nin ailesi ve personeliyle birlikte Bulgaristan'a sınır dışı edilmesinden bir süre sonra, İstanbul'da bulunan İtalyan donanması subayları Venedik Sarayı'na girer, böylece bina dönüp dolaşıp İtalya'ya geri dönmüş olur

Venedik Sarayı demiştik geçen hafta...

Sonsuz hırsıyla her yeri ele geçirme azmindeki Napolyon Bonapart'ın 1897'de Venedik Cumhuriyetine son vermesini izleyen dönemde, 1801'de, Venedik Sarayı, "Burası artık bizim toprağımız," diyen Fransız elçileri tarafından işgal edilip onlar tarafından kullanılmaya başlanıyor. Ama Waterloo savaşında İngilizlerle Prusyalıların Napolyon'u dize getirmesi ertesinde toplanan ve Avrupa'yı yeniden şekillendiren 1815 tarihli Viyana Kongresinde, Venedik bu defa Avusturya'ya verilmesin mi! Hooop, oldu mu bizim Venedik Sarayı, Avusturya Sefareti! Üstelik çok uzun süre, Birinci Dünya Savaşı ertesinde İtilaf kuvvetlerinin İstanbul'u işgaline kadar...

Fakat tekrar geri dönmeliyiz... Avusturya, Venedik Sarayına el koyduktan sonra binanın diğer Avrupa ülkeleriyle yarışacak bir hâle getirilmesini isteyen İmparatorları I. Francesko'nun ciddi bir bütçe tahsis etmesiyle, "Onarım mı yapalım, yeni, bir bina mı inşa edelim?" tartışmaları alır başını gider. Önce İstanbul'da sık sık görülen yangınlardan korunmak amacıyla, geniş arazi içinde arşiv binası olarak, tavanı kâgir kemerli ve kalın taş duvarlara sahip bir bina yapılır. (1)

Sarayın kendisi ise, eserleriyle İstanbul'un silüetini değiştiren İtalyan Mimar Gaspare Fossati tarafından 1853'te tamamen yenilenir. Sultan Abdülaziz'in 1867'de yaptığı Avrupa seyahati sırasında Viyana'ya da uğraması sonucu, ülkeler arasında (O yıl Avusturya-Macaristan birleşmişti) daha verimli bir işbirliğine gidilmesine yönelik mutakabata varılan kararlar çerçevesinde, Avusturya Devleti 1868'de İstanbul'da yeni araziler satın alır ve Sankt Georg Avusturya Okulu da bu vesileyle inşa edilip açılır.

1890'lara gelindiğinde, Venedik Sarayı diğer büyük ülkelerinkilere kıyasla pek köhnemiş, yenilenmesi yönünde Avusturya Büyükelçilerin ısrarları karşılıksız kalmıştır. İleri görüşlü Büyükelçi Baron Heinrich von Calice'in, 1897'den itibaren binanın hemen yanındaki arsanın ileride çok değer kazanacağını belirterek satın alınması yönündeki ısrarları ise nihayet 1900 yılında olumlu yönde sonuçlanacaktır.

Yazımın bundan sonraki satırlarının daha kolay anlaşılması amacıyla, Venedik'in 1866'da birleşme yolundaki İtalya Krallığına verildiğini, söz konusu birliğin ise (bağımsız kalan Papalık hariç) 1870'te tamamlandığını belirtmeliyim. Şimdi bakın ne gariplikler çıkmış ortaya.

Venedik Cumhuriyetinin dışında, birleşik İtalya Krallığı kurulmadan o topraklar üzerinde bulunan çok sayıdaki krallık/prensliğin bazıları elbette İstanbul'da temsil edilmekteydi. Cenevizlilerin, Sicilya-Napoli Krallığının, Piemonte-Sardinya Krallığının mesela. Bu Sardinya Krallığı temsilciliği 1823'te, günümüzde Tepebaşı, Meşrutiyet Caddesinde bulunan ve Casa d'Italia olarak bilinen binayı satın almış ve oraya yerleşmiş. Peki, madem Venedik Sarayı Avusturya'nın elinde, İtalya Krallığı birleşme sonucu kurulduğunda İstanbul'da nerede temsil edilecek? Bulunan çözüm Sardinya Krallığına ait bu binadır. 

Casa d'Italia, Tepebaşı

Öyle de yapılır, bina İtalyan Mimar Alessandro Bresci eliyle iki yıl süren bir onarımla yenilenir, İtalya Krallığı temsilciliği oraya yerleşir… 1919'a kadar... 

Bu garip duruma Roma'da da rastlanacak, 1916'da ilan edilen bir kararnameyle o kentteki Venedik Sarayı bu defa İtalya'ya geçecekti! Üstüne üstlük, İstanbul'daki Venedik Sarayı'nda Avusturya yeni onarımlara girişirken!

Avusturya kendi mühendislik şirketlerinden birine 1912 yılında İstanbul Venedik Sarayı'nı incelettirmiş, sonunda ortaya çok olumsuz bir rapor çıkmıştı. Bina yenilenecek gibi değildi. Binanın yıkılıp yeniden inşası daha akıllıca olacaktı. O dönemdeki Büyükelçi Pallavicini, "Vazgeçelim bu işten. Taksim-Şişli hattı artık daha popüler. En iyisi oralarda bir arsa alıp yeni bir sefaret binası yapalım," diyordu ama Hükümeti kös dinliyordu onun sözlerini.

Nitekim onarımda inat eden Avusturya Dışişleri Bakanlığı bu iş için bütçe ayıracak ve onarım projesi için Avusturyalı Mimar Ludwig Richter'i, müteahhit olarak da Alfredo Michelini'yi tayin edecektir. Bunlar işe girişir ama sonra aksilikler çorap söküğü gibi birbirini kovalar.

Yıkılması gereken bölümler yıkılır; her gün binanın orasında burasında binanın köhneliğinin getirdiği yeni sorunlarla karşılaşılır, bütçe yükselir; yine de işe devam edilir; Ekim 1914'te Osmanlılar savaşa girince işler zorunlu olarak yavaşlar; Avusturya-Macaristan'dan gelecek ve İstanbul'da satın alınacak malzemenin fiyatları uçarken, nakliye ücretleri ve zorlukları bunlara eklenir; bütçe fırlar gider; fakat...

Avusturya İmparatoru I. Carlo'nun eşiyle birlikte Mayıs 1918'de İstanbul'u ziyarete gelmesi kararlaştırıldığında, paralar oluk oluk akmaya başlar; bu yazıda listelenmesi zor ama en yüksek kalitede yapım ve tesisat malzemesi ısmarlanır ve temin edilir. Yine de onarım işinin tamamlanması Ekim 1918'i bulacaktır. Venedik Sarayı yenilenmiş haliyle pırıl pırıl ortaya çıkar çıkmasına da, kime niyet, kime kısmet!

Ekim ayının 30. günü, Osmanlı Devletinin Mondros'ta imzaladığı mütareke metninde yer alan bir madde, Avusturya vatandaşlarının bir ay içinde Osmanlı topraklarını terk etmesini öngörmektedir. Büyükelçisi Pavlavicini'nin ailesi ve personeliyle birlikte Bulgaristan'a sınır dışı edilmesinden bir süre sonra, İstanbul'da bulunan İtalyan donanması subayları Venedik Sarayı'na girer, böylece bina dönüp dolaşıp İtalya'ya geri dönmüş olur.

Günümüzde Venedik Sarayı ön cephe

Bu sarayla ilgili birkaç not daha düşmezsek olmaz!

Venedik Sarayı o tarihten sonra İtalyanlarındır ama içinde Avusturya imparatorları Habsburg Hanedanının izleri devam ediyor. Mesela girişin sol tarafında binanın Avusturya tarafından yenilenmesine atıf yapan, İmparator'a ve Büyükelçilerine saygı ifadeleri taşıyan bir mermer kitabe mevcut. Balo salonundaki kabartmalar Avusturyalıların son dönem onarımları zamanında yapılmış. Yemek salonu giriş kapısının üzerindeki şekillerin tamamı Avusturya ile ilgili: İmparator Franscesco Guiseppe'nin arması, bir ejder başı, kılıç, tüfek, bayrak ve bereket boynuzları "cornicopia"lar.

Türkiye Cumhuriyetinin ilanı ertesi İtalyan Büyükelçiliği 1929 yılında Ankara'da kiralık bir binada faaliyete geçecek, Atatürk Bulvarı üzerinde kendilerine tahsis edilen arazi üzerinde inşa edilen yeni binaların da 1940 yılında tamamlanmasıyla tüm birimleri, Büyükelçinin sürekli ikametgâhı dahil Ankara'ya taşınacaktır. Günümüzde Venedik Sarayı İtalya'nın İstanbul Başkonsolosluğu ve Büyükelçinin yazlık ikametgâhı olarak kullanılmakta. Ancak bahsedilmesi gereken bir yenilik daha var.

Hoş bir rastlantı olarak 2011 yılında Ankara'ya atanan İtalyan Büyükelçisi Gianpaolo Scarante Venedikliydi. Göreve başlaması ve İstanbul'daki çok değerli Venedik Sarayı'nı incelemesi ardından, bu zenginliğin Türk-İtalyan kültür ilişkileri çerçevesinde halka açılması gereğini dile getirerek bu amaçla ihtiyaç duyulacak fonları sağlayacak ve eşi Barbara Scarante'nin de katkılarıyla iki yıllık yoğun çalışmalar ardından 2013 yılında sonuca ulaşılacaktır. O tarihten itibaren yapının geniş mekânlarından bazıları ve bahçesi kültür ve sosyal etkinliklere ev sahipliği yapmakla kalmıyor, ücreti karşılığında film çekimlerine, sergilere, defilelere, konserlere, konferanslara, balolara da ev sahipliği yapıyor. Aklınızda olsun, müthiş bir ortam.

Tarihe kaydedilmiş olması nedeniyle son bir noktayı da belirtmem gerekir.

Birliklerinin kurulması ardından İstanbul'daki Büyükelçiliklerini Casa d'Italia'da açan İtalya, İstanbul'da daha görkemli bir temsilcilik inşa etmek amacıyla Maçka-Teşvikiye aksında büyük bir arazi satın alır. Yapılacak bina için seçtikleri mimar, İtalyan Levanten bir ailenin 1873 yılında İstanbul'da doğan ve ileride XX. yüzyıl Osmanlı ve ilk dönem Cumhuriyet mimarisine damgasını vuracak olan Giulio Mongeri'dir. Mongeri'yi tek bir makaleyle anlatmak mümkün değildir, koskoca bir kitaba ancak sığar. Sadece İstanbul'da başta gelen eserleri St. Antoine Kilisesi, Maçka Palas, Karaköy Palas, Majik Sineması, Generali Han ve Ankara Ulus'ta, Atatürk Bulvarı üzerine sıralanan Osmanlı Bankası, Ziraat Bankası, Tekel Başmüdürlüğü ve İş Bankası binalarını kaydedip, konumuz olan yeni/eski İtalyan Büyükelçiliği binasına gelelim. 

Satın alınan arazi üzerinde, yeni İtalyan Büyükelçiliği olması amacıyla yükselen anıtsal binanın tamamlanması, özellikle Balkan Harpleri nedeniyle gerekli malzemenin İstanbul'a getirilmesi imkânsız hale gelince çok gecikecektir. Tamamlandığında ise, yukarıda da belirttiğim gibi Birinci Dünya Savaşı bitmiş, Avusturyalılar tası tarağı toplayıp İstanbul'u terketmiş ve bir müddet sonra Venedik Sarayı İtalyanların eline geçtiğinden başka bir Büyükelçilik binasına ihtiyaç kalmamıştır.

İtalyan Büyükelçiliği olacakken okul olan devasa bina

Bu tarihi bina Cumhuriyet döneminde İstanbul Defterdalığından başlayarak ve çoğu farklı okullar olmak üzere elden ele dolaşır. Günümüzde ise Maçka Akif Tuncel Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi adı altında kullanılmakta. Bu açıdan söylecek pek bir söz kalmadı ama gelin bu yazıyı bir de dedikodu dolu hikâyeyle bitirelim:

İtalyan Sefiresinin öyküsü

"Çok kısa süreliğine de olsa (İtalyan Büyükelçiliği) olarak kullanılan bina bir de cinayete sahne olmuştur. İtalyan Sefirinin genç ve güzel eşi, kendisinden birkaç yaş küçük olan dönemin ünlü pastanesi Markiz'in sahibinin oğlu ile ateşli bir aşk yaşamaya başlar. Ancak bir süre sonra güzel kadın eşinden korku duyduğundan mı, dile düşmekten çekindiğinden mi, yoksa aşkı sona erdiğinden mi bilinmez, sevdalı delikanlıya bu işin yürümeyeceğini anlatmaya karar verir… Ne var ki âşık gence laf anlatmak mümkün değildir. Güzel kadın, delikanlı ile bir süre görüşmekten kaçar, onu bahanelerle atlatır ama sonunda tekrar bir araya gelmeye mecbur olur ve bu son görüşmede ona bir daha buluşamayacaklarını söyler. 

Bunu duyup çılgına dönen genç delikanlı, birkaç gün sonra yaptığı planı gerçekleştirmek üzere soluğu Sefarethane binasının tam karşısındaki apartmanlardan birinde alır. Tabancasını cebinden çıkarır ve karşıdaki binanın pencerelerini gözetlemeye başlar. Beklediği gölge camda belirince tetiğe eli titremeden basıverir! Güzel sefirenin cansız bedeninin döşemeye boylu boyunca uzanmasından az bir süre sonra genç âşık polise teslim olur ve her şeyi olduğu gibi itiraf eder. İtalyan Hükümetinin baskısı sonucu 1970'lerde Ecevit Hükümetinin yaptığı genel aftan dahi faydalanamayan adam, hazindir fakat 80 yaşını geçtiği halde hapishanede ölür."



1) Arşiv binası günümüzde İtalyan Lisesi olarak kullanılmakta.

2) http://mb.muharrem.co.uk/hic-kullanilamayan-italyan-sefarethanesi/

Yazarın Diğer Yazıları

Yenilenen İstanbul’u adımlarken (4): Yerebatan Sarnıcı Müzesi

Âşık olduğu Perseus’tan onu kıskanan Tanrıça Athena bu saçları yılana çevirmiş ve “Ona kim bakarsa taşa dönüşsün” diye lanetlemiş. Bunun üzerine Medusa’ya ancak ayna tutarak bakan ve yaklaşabilen Persesus onun başını keserek gücünü kendisine katmış. Bu efsane de “Medusa Başı”nın Bizans’ta sütun kaidelerine bakanların taşa dönmemesi için ters olarak yerleştirilmesine neden olmuş...

Yenilenen İstanbul’u adımlarken (3): Artİstanbul Feshane

“İBB Miras” görevlilerinden Y. Mimar Bahar Şahin’in kontrolörlüğünde sürdürülen restorasyon kapsamında binanın temelleri güçlendirilip zemin malzemesi yenilenmiş, özgün su kanalları temizlenmiş, çelik kolonlar, duvarlar onarılmış, güçlendirilmiş, çatı makasları onarılmış ya da yenilenmiş, çatıya titanyum kaplama yapılmış, ahşap doğramalar bütünüyle yenilenmiş ve mevcut depo binaları onarılarak personel odaları, teknik odalar ile depo alanları olarak işlevlendirilmiş, ayrıca dış alanlarda da peyzaj düzenlemeleri gerçekleştirilmiş

Yenilenen İstanbul’u adımlarken (2): İBB Çubuklu Siloları

İstanbul'da, rant elde etmek uğruna büyük bir saldırı altında olan bu megapolde, Çubuklu Siloları bir mücevher gibi ortaya çıkarılmış. Yaklaşık 20.000 metrekareyi bulan Çubuklu Silolar yerleşkesinde bulunan yapılar farklı fonksiyonlara tahsis edilmiş

"
"