2018, şaşırtmacası az, orta karar tartışmalarla geçen bir yıldı sinema alemi için
Sinema gündemini peş peşe dağıtılan altın heykelciklerin parıltısıyla dolduran ödül sezonu, geçtiğimiz hafta Altın Küre adaylarının açıklanmasıyla zirveye doğru yaklaştığının da sinyallerini verdi. Önümüzde daha Oscar adaylıkları var açıklanmayı bekleyen ama şimdiye dek verilen ödüller ve adaylıklar, Akademi cephesinde pek de sürpriz olmayacağını gösteriyor. Evet 2018, şaşırtmacası az, orta karar tartışmalarla geçen bir yıldı sinema âlemi için. Daha iyilerini gördüğümüz kesin...
Ödül sezonu aslında bundan birkaç ay önce Venedik’te hareketlenmeye başlamıştı. Fonunu süslediği en sıradan paparazzi fotoğrafını bile bir tür sanat eserine dönüştürebilen bu şehirde festival, tekneyle kırmızı halıya yaklaşan ünlülerin afili pozlarının gölgesinde kalacak gibi olsa da elindeki kozları yerinde kullanarak yılın en çok konuşulan sinema hadisesine dönüşmeyi başarıyor. Zira ilerleyen aylarda sağlam bir yarışa girecek pek çok filmin prömiyeri burada yapılıyor.
Whiplash ve La La Land’le ödül sezonlarında adını duymaya alıştığımız Damien Chazelle’in Neil Armstrong’un hayatını anlattığı First Man filmiyle açılışı yapmıştı 75. Venedik Film Festivali… Natalie Portman’ın ünü tek şarkıdan ibaret kalmış bir pop yıldızını canlandırdığı Vox Lux, Luca Guadagnino’nun yeniden çektiği Dario Argento klasiği Suspiria, Jacques Audiard’ın ilk İngilizce filmi The Sisters Brothers ile birlikte sadece Venedik’in değil, gelecek festivallerin de en çok konuşulacak filmleri gün yüzüne çıkmış oldu: The Favourite ve Roma.
Asıl tartışma da Alfonso Cuarón’un yönettiği Roma’nın Venedik’te, festivalin en büyük ödülü olan Altın Aslan’ı almasıyla başladı zaten. Cannes Film Festivali, Netflix’in dağıtımcısı olduğu Roma’ya bu seneki yarışma bölümünde geçit vermemişti. Geçtiğimiz sene Okja ve The Meyerowitz Stories gibi Netflix filmleri Cannes’da büyük ilgi görmüştü ama bunun, dijital bir platformun sinema üzerinde söz hakkı elde etmesine fırsat verdiğine dair tepkiler de yükselmişti. Ayrıca festivalin kuralı gereği, Altın Palmiye için yarışacak filmlerin Fransa’da da vizyona girmesi gerekiyor. Oysa Netflix yapımı filmler, sadece Netflix ağı üzerinden yayınlanıyor.
Tepkilere artık daha fazla kayıtsız kalamadığından olsa gerek (sinemada gösterilmediği için Roma’nın bir “film” sayılmadığını ileri sürenler de var), festival ekibi geçen sene dikkate almadığı kuralını artık uygulayacağını söylemiş; Netflix’e filmlerini Fransa’da vizyona sokma şartı koşmuştu. Netflix ekibi ise geri adım atmamış tüm filmleriyle birlikte festivalden çekilmişti. Roma da dahil... Cannes’dan çıkan bir filmin Venedik’te ödül alması ise aslında tüm kreatif alanlarda olan tartışmayı bir de sinema için alevlendirdi: Dijital dünyanın dinamikleriyle ne kadar barışmalı?
Bu sorunun cevabını başka bir yazıya bırakalım, Cuarón’un Roma’sına geri dönelim. 75. Venedik Film Festivali’yle ödülleri toplamaya başlayan film yılın en büyükleri arasında sayılıyor. Roma, ünlü yönetmenin Y Tu Mamá También’den sonra Meksika’da çektiği ilk film. Ve evet, arada tam 18 sene var. 1970’lerde geçen bu yarı otobiyografik filmde Cleo adlı karakter üzerinden iç içe geçmiş paralel iki hikâye anlatıyor Cuarón: Cleo’nun yanında çalıştığı ailenin hikâyesi (ki burada aslında Cuarón’un gerçek hayatından detaylar var) ve Cleo’nun bu ev dışında kurduğu özel hayatı... Çok katmanlı senaryosu kadar, sinematografisiyle de eleştirmenlerin övgülerle selamladığı film, öncü sinema yayınlarının bir yıl sonu geleneği olan “yılın en iyi filmleri” listelerinde sıklıkla birinci sırada.
Ödüllerin ve listelerin hemfikir olduğu bir diğer film de Yorgos Lanthimos’un yönettiği The Favourite. Olivia Colman, Emma Stone ve Rachel Weisz’ın başrollerini üstlendiği The Favourite, yönetmenin Dogtooth, The Lobster ve The Killing of a Sacred Deer gibi önceki işlerinden daha farklı bir yerde duruyor. Bunda tabii ki en önemli etken, ilk kez kendi yazmadığı bir senaryoyu yönetmiş olması. 18. yüzyılın başlarında, İngiltere’de geçen film, Kraliçe Anne’in sarayında yaşananlara bambaşka bir yerden bakıyor ve üç kadın arasındaki ilişki üzerinden, mizahi tarafı ağır basan, ince ince işlenmiş bir hikâye anlatıyor.
Tüm sahnelerin sadece doğal ışık kullanılarak çekildiği filmdeki oyunculuklar da hikâyenin kendisi kadar sürükleyici. Daha önce Broadchurch, The Night Manager, Fleabag gibi dizilerde izlediğimiz, Lanthimos’un The Lobster’ında da rol alan Olivia Colman’ın asıl patlamayı ne zaman yapacağını merak eden hayranlarını ayrıca mest etti bu film… Kendisi, The Crown’un üçüncü sezonunda bu sefer Kraliçe Elizabeth rolüyle karşımızda olacak.
Roma gibi The Favourite da 75. Venedik Film Festivali’nde prömiyerini yapmış ve heykelcikleri toplamıştı: Jüri Büyük Ödülü’nün yanı sıra, sadece bakışlarıyla bile büyük performans sergileyen, Kraliçe Anne rolündeki Olivia Colman’a En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getirdi. Muhtemelen Altın Küre’lerde de eli boş dönmeyecek; filmin üç başrol oyuncusu da ödüle aday gösterildi. Ayrıca En İyi Senaryo ve Komedi-Müzikal Dalında En İyi Film adaylıkları da var.
Bradley Cooper’ın hem yönetmenliğini hem de Lady Gaga ile birlikte başrollerini üstlendiği A Star is Born, 76. Altın Küre Ödülleri’nde beş ayrı adaylık kaptı. Aynı adlı filmin aslında dördüncü uyarlaması bu izlediğimiz. Lady Gaga’nın “yıldız” karakteri daha önce Barbra Streisand, Judy Garland ve Janet Gaynor tarafından da canlandırılmıştı. Film seyirciyi de eleştirmenleri de kafa karıştıracak şekilde bölmüş olsa da Lady Gaga’nın performansının karşılıksız kalmayacağı konusunda çoğunluk hemfikir.
Bohemian Rhapsody ise çoğunluğun hemfikir olmadığı filmlerden. Queen hayranlarını bile ikiye böldü: Sevip tekrar tekrar izleyenler ve gerçeği yansıtmadığı için eleştirenler... Eleştirmenlerin yıl sonu listelerinde de kendine pek yer bulamadı Bohemian Rhapsody ama Oscar’larda büyük şansı olduğu söyleniyor. Özellikle Freddie Mercury rolüyle Rami Malek’in önü açık. Aslında bu rolü Sacha Baron Cohen canlandıracaktı ama prodüktörlerle anlaşmazlığa düşünce bazı sahneler çekilmiş olsa bile filmden ayrılmak zorunda kalmıştı. Freddie Mercury rolü de, Mr. Robot dizisiyle oyunculukta neler kotarabileceğini çoktan kanıtlamış olan Rami Malek’e devredilmişti. Gerçekçi olmayan makyajını saymazsak, Rami Malek’in performansını alkışlamamız gerekir: Hayatının rolünün hakkını veriyor gerçekten.
Marvel’ın şimdiye dek anlatılmayanı işleyen siyahi süper kahraman hikâyesi Black Panther, beyazlar ile siyahilerin restoranlarda ayrı ayrı oturduğu 1960’lar ABD’sinde siyahi bir caz müzisyeni ve onun beyaz şoförünün güneye yolculuğunu anlatan Green Book, Christian Bale’in Dick Cheney’yi canlandırmak için yine fiziksel görünüşünü komple değiştirdiği Vice (bu Bale’in kaçıncı dönüşümü artık sayamıyoruz), Melissa McCarthy’yi bu sefer farklı bir tiplemede izlediğimiz Can You Ever Forgive Me? ve henüz Roma ya da The Favourite kadar ses getirememiş olsa da onlar kadar güçlü olan If Beagle Street Could Talk...
Malum Altın Küre’ler Oscar’ların öncüsü gibi görülür. Yıl boyu konuşulan bu filmlerin hepsinin, farklı kategorilerde de olsa Oscar’larda şansı büyük. Arada ayrıca Juliette Binoche’un jüri başkanlığını yapacağı 69. Berlin Film Festivali gibi önemli organizasyonlar da var. 25 Şubat’ta Oscar’ların verilmesiyle kapanışı yapacak ödül sezonunun geri kalanında kim bilir daha neler çıkacak karşımıza.
Bunların hepsi belki de bir tür pazarlama stratejisi olarak zorunluluktan sahipleniyor markalar tarafından ama bu "zorunluluk" bile büyük bir kazanım. Diet Prada gibi, moda bekçileri sayesinde...
Black Lives Matter hareketine destek olmak için dünya çapında sosyal medyada yapılan paylaşımlar, bir noktadan sonra hareketin eylemlerine köstek olmuş olabilir mi? Peki sadece "siyahiler değil, tüm hayatlar önemlidir" diyen "All Lives Matter" sloganındaki sorun nerede? Ya da "iyi niyetli" gibi gözüken ama içselleştirilmiş bir ırkçılığın bas bas bağırdığı paylaşımlarda anlaşılmayan ne? İnsanlık yine sosyal medyada ağır bir sınavdan geçiyor…
Durun ve "Annem-babam benim yaşımdayken neredeydiler, ne yapıyorlardı" diye düşünün. (Karantinada olmadıkları kesin, şimdilik o noktaya takılmayın, büyük resme bakın!) Onların sizin yaşlarınızdayken olduğu noktaya varmak, 10 yıllık planlarınız içerisinde bile kendine pek yer edinememişse, bu yazıda bazı ortak dertlerde buluşacağız demektir.