Fosforlu mavi ceketi ve açık sarı gömleği üzerinde, hurda bir arabanın yanında tüm heybetiyle dikilen bir Lenin… Bu tabloda bir gariplik olduğu ortada. Hem sadece bu da değil: İsviçreli belgesel fotoğrafçısı Niels Ackermann ile Fransız gazeteci Sébastien Gobert, ortak projeleri Looking for Lenin (Lenin’i Aramak) kapsamında Ukrayna’yı baştan sona kat ederek, geçmişe bir tepki olarak hem kaidelerinden hem de ihtişamlı kimliklerinden alaşağı edilmiş Lenin heykellerinin peşine düşüyor. 20. yüzyılın bu güçlü politik figürünü olmadık yerlerde hiç beklenmedik şekillerde gösteren fotoğraflar ise kimi zaman absürt olabilen tezatlıklarıyla görende farklı hisleri aynı anda tetikleyebiliyor.
Sovyet geçmişiyle farklı kutuplara savrulan bir ilişki kuran Ukrayna’da 2016 itibariyle, 5500’e yakın Lenin heykeli artık kaideleri üzerinde değil. Meydanlardan indirilen bu heykellerin hepsinin kaderi farklı. Kimi bir araba garajında eski günlerin tantanasından çok uzakta bir ömür sürdürüyor, kimi Star Wars’taki Darth Vader’ın kimliğine bürünerek halkı selamlıyor, kimi ise birilerinin evinde veya bahçesinde, yeniden bulunmayı bekliyor…
2015 yazında tüm Ukrayna’yı dolaşarak yerlerinden ayrılmış Lenin heykellerinin peşine düşen Niels Ackermann ve Sébastien Gobert’in bu ortak projesi, Fuel Publishing ve Les Éditions Noir sur Blanc tarafından bir kitaba dönüştürüldü ve bir sergi olarak 2017’de Rencontres de la Photographie d’Arles’da prömiyerini yaptıktan sonra pek çok farklı ülkeyi dolaştı.
Niels Ackermann’ın Lenin’i arayan (ve bulan) bu fotoğrafları 3-12 Mayıs tarihleri arasında bomontiada’da gerçekleşecek 212 Fotoğraf Festivali için İstanbul’a geliyor. Ackermann ve projede ona eşlik eden Gobert’le Lenin’i arama maceralarını konuştuk.
En başa dönelim: Sizi bu proje için bir araya getiren ve Lenin’i aramak için yollara düşüren ne oldu?
Niels: Sébastien’la, Maidan olayları başlamadan birkaç gün önce tanışmıştık. Sonrasındaki birkaç ay ise devrim, Kırım’ın topraklara katılması ve Ukrayna’nın doğusunda Rusya destekli ayrımcılarla olan çatışmaları izlediğimiz için ikimiz adına da çok yoğun geçmişti. İkimiz de farklı görevlerin peşine düşmek zorunda kalmıştık.
Maidan protestolarının ilk günlerinde, 8 Aralık 2013 gecesi Bessarabska meydanındaki Lenin heykeli devrilirken ben de oradaydım. Çok sert taşlardan yapılmış bir heykeldi ve protestocular parçalarına ayırmakta çok zorlanıyordu. Orada fazla durmadım ama ertesi gün baktığımda, geriye hiçbir şey kalmamıştı. Birkaç ay sonra, heykele ne olduğunu merak etmeye başladım. Tamamen imha mı edilmişti? Pek mümkün değil gibi gözüküyordu. Muhtemelen birileri heykeli alıp başka bir yere götürdü diye düşündüm.
Düşünsenize, Ukrayna’daki en önemli Lenin anıtlarından biri parçalanmış ve hasar görmüş bir şekilde eski püskü bir depoya kapatılıyor… Çok sembolik bir görüntüsü olmalıydı; bulup fotoğrafını çekmek istedim. İnternetteki araştırmalarımda heykele dair hiçbir şey bulamadım ve gazeteci ve aktivist arkadaşlarıma heykelin akıbetini sormaya başladım. Hiçbirinin fikri yoktu. Sébastien da bu konuştuğum arkadaşlarımdan biriydi ve bu Lenin heykelini aramaya koyulmanın ilginç bir proje olabileceğini düşünmeye başladık.
Bahsettiğim bu heykeli bulmanın bu kadar zor olacağını ikimiz de beklemiyorduk. Araştırmaya başladıktan birkaç ay sonra, heykeli kimin çaldığını bulduk ama o da heykelin fotoğrafını çekmemize izin vermedi. İşin ilginç yanı ise bu heykeli ararken başka bir sürü heykel daha bulduk. Hepsinin anlatacak farklı bir hikayesi vardı; biz de tek tek hepsinin peşine düştük.
Sébastien: ‘‘Lenin’i Aramak’’ projesi, Ukrayna’da devrim ve savaşı haber yaptığımız bir dönemde ilginç ve eğlenceli bir iş olarak başlamıştı bizim için. 2013-2015 Ukrayna’da çok gergin geçen yıllardı. Heykelleri aramak, ülkedeki başka şeyleri de görebilmemize imkan sağladığı için oldukça keyifli gözükmüştü bizim. Gerçekten de öyle oldu. Yine de, bir heykelden diğerine doğru yola çıkarken, bunu çok ciddiye alan insanlarla karşılaştık. Anladık ki bizim araştırmamız Ukrayna’daki duruma dair çok şey anlatıyordu aslında. Bu, bizim projeye daha da bağlanmamızı sağladı çünkü Neils da ben de sansasyonel haberler peşinde koşmuyoruz. Savaşı, bombaları ya da sefaleti kullanmadan da anlamlı bir şeyler gösterebileceğimizi fark etmemiz projeyi daha da inanarak sürdürmemizi sağladı.
Heykeller tarihin anlı şanlı dönemlerini temsil eder aslında ama sizin projenizde durum farklı tabii; hepsinin ayrı bir anlamı, temsiliyeti var. Her biri görende farklı bir his yaratıyor. Projeye başlarken aklınızda neler vardı ve sonlara doğru bu başlangıçtaki fikirleriniz ne yönde değişti?
Niels: Hepsinin farklı bir his yarattığını söylemenize sevindim. Biz de tam da bu yüzden bu seriyi yapmaya karar verdik. Her kare için konu hep aynı: yıkılmış Lenin’ler. On fotoğraftan sonra konu cazibesini kaybeder diye düşünmüştüm. Ama ilk birkaç kareyi çektikten sonra fark ettik ki hepsi farklı bir hikaye anlatıyor. Bazısı eğlenceli, bazısı da hüzünlü… Bazıları öfkenin ve şiddetin izlerini taşırken bazıları da ilgiyle korunmuş bir şekilde karşımızda.
Sébastien’la bıkıp usanmadan, en ince detaylara kadar büyük özen göstererek çalıştık. Dünyanın siyah ve beyaz olarak çok sert bir şekilde ikiye bölünemeyeceğini göstermek istedik. Heykellerin ne farklı kaderlere sahip olduğunu (fotoğraflar üzerinden) göstererek Ukrayna’dakilerin ülkenin sovyet geçmişine ne kadar çeşitli açılardan baktığını da (Sebastian’ın metinleriyle) anlatabiliyorduk. Böylelikle izleyiciyinin olup bitenleri tüm nüanslarıyla görebilmesini sağladık. Çünkü aslında olaylar o kadar da keskin hatlara sahip değil.
Proje sırasında hislerimizin belirgin bir şekilde değiştiğini söyleyemem ama ilerledikçe bunun sadece güçlü bir politik liderin gülünç denebilecek hallere düşmesinden ibaret olmadığını fark etmeye başladık. Yeni insanlarla tanıştıkça ve onların hikayelerini dinledikçe gerçeğin aslında çok karmaşık olduğunu gördük. Fotoğraflarda sadece metal, alçı ve beton görüyorsunuz ama onlarla ne yapmak istediğinize karar vermek oldukça karmaşık soruları da beraberinde getiriyor. Doğru bir cevap yok; eğer varsa da bunları bulmak bize, ‘yabancı’ iki adama düşmez. Bu yüzden tüm proje boyunca tarafsız kaldık. Bizim neler düşündüğümüz, yolda karşılaştığımız Ukraynalıların düşünce ve algılarının yanında değersiz kalır.
Peki yol planınızı nasıl yaptınız? Çalışma süreci nasıl ilerledi sizin için?
Niels: Oldukça zordu. Her Lenin heykeli için genelde ortalama bir hafta uğraştık. Daha önce böyle bir işe kalkışan birileri olmadığı için, bu anıtların izini sürebilmek adına elimizden geldiği kadar çok bilgi toplamaya çalıştık. Konuyla ilgili görüştüğümüz çoğu kişi de kaidesi üzerinde durmayan bir heykeli arama sebeplerimizi anlamadı. Belki derdimizi anlatırız ve daha çok kişiye ulaşırız diye umarak bir Facebook sayfası açtık. O da pek bir sonuç vermedi.
Sinir bozucu bir şekilde, kitap çıktıktan ve ilk sergilerimiz gerçekleştikten sonra bir anda insanlar da bize daha çok bilgi aktarmaya istekli hale geldi. Şu an elimizdeki bilgilerle, bunların üstüne 100 tane daha Lenin heykeli çekebiliriz. Tabii hâlâ durdukları yerdeyseler… Bir kere kaidelerinden indirildikten sonra yerleri çok hızlı değişiyor.
Sébastien: Gideceğimiz yerleri yakınlıklarına göre kendi içlerinde gruplamaya çalıştık ama buna rağmen, tek bir heykel için yüzlerce kilometre yol kat ettiğimiz seferler de oldu. Bazen, ekonomik olarak da işimizi kolaylaştırabilmek adına, yapacağımız bazı röportajları da bu gittiğimiz yerlere denk getirdik.
Bu işin en zor tarafı neydi sizin için? Yolda ne gibi güçlüklerle karşılaştınız?
Niels: En zoru, bu anıtları bulmaktı öncelikle. Çoğunu Google’da rastgele ararken bulabildik. Mesela, “Lenin Chernihiv” veya “Lenin garaj” (Ukraynaca ve Rusça tabii ki) gibi anahtar sözcüklerle arama yapıyorduk ve sonrasında da çıkan sonuçlar arasından en ilginç görselleri bulmaya çalışıyorduk. Çoğu zaman bu aramalarımız bizi heykellerin yıkıldığı anlarda çıkmış haberlere yönlendirdi. Bazılarında yıkılan heykele kimin sahip çıktığı da belirtiliyordu. Yoksa da gidip belediyelerle konuşuyorduk.
Sahada çalışırken karşılaştığımız bazı insanlar sovyetlerin dağılmasıyla ilgili ne düşündüğümüzü soruyordu; eğer cevaplarımızı beğenmezlerse, aradığımız heykeli de bize göstermeyeceklerini ima edercesine. Verdiğimiz cevap ise hiç değişmedi: ‘‘Ne destekliyoruz ne de karşıyız. Biz sadece bunun ne kadar karmaşık bir konu olduğunu ve Ukraynalıların bunu nasıl algıladığını göstermek istiyoruz.’' Gerçekten, tüm kapıların önümüzde açılmasını sağlayan bir cevaptı bu.
Sébastien: Bazı insanlar gerçekten çok bürokratik olabiliyor; karşılaştığımız zorluklardan biri de buydu. Bir taraftan sovyet ideolojinin ne kadar baskıcı olduğunu belgelerken diğer taraftan da önümüze çıkarılan engellerle uğraşmak komikti gerçekten. Pek çok makam bize resmi evraklarımız var mı diye sorup durdu. Bazı memurların ise karar verme yetkisi yoktu. Ya direktörlerine ya da direktörlerinin de direktörlerine sormaları gerekiyordu. Çok zamanımızı aldı ama genellikle hedefimize ulaşabildik.
Geriye dönüp baktığınızda bu proje için çıktığınız yolculuğa dair en çok neleri hatırlıyorsunuz?
Niels: Çok var. Bir heykeli çekebilmek için, yüksek korunaklı bir yere gizlice girmeye çalışmıştık. Her daim hatırlayacağım. Ama aklımda en çok Leonid Kanter adlı sanatçının bahçesine yaptığımız ziyaret yer etti sanırım. Yaşlı bir kadından aldığı bir sürü Lenin büstünü peş peşe dizmişti. Kesinlikle komünizme karşı bir sempatisi yoktu; tamamen felsefi bir yaklaşımı vardı. Hepsini bahçeye yerleştirmiş ve doğada kendi hallerine bırakmıştı. Bir süre sonra büstlerin üstünde ve etrafında yosunlar, yabani bitkiler büyümeye başlamış; çoğunu tamamen kaplamış ve hatta yok etmiş gibiydiler. ‘‘Dünyanın en güçlü lideri olsanız bile üstün gelen daima doğa olur’’ mesajını vermek istediğini söylemişti Kanter.
Bir taraftan da arazisinde yürürken çocuklarını bu büstlerden birine tırmanırken görmüştük. Muhtemelen büstün kime ait olduğuna dair en ufak bir fikirleri bile yoktu. Doğanın, kimsenin gücünün sonsuza dek sürmeyeceğini kanıtlama yollarından biriydi bu da.
Proje tamamlandıktan sonra Ukrayna’da nasıl yorumlar aldınız?
Niels: Bu soruyu sormanız çok iyi oldu çünkü gelen yorumlar bizi çok şaşırttı gerçekten. Bu projeyi Ukrayna dışındaki ülkelerde sergilediğimizde istisnasız her seferinde çok coşkulu tepkiler aldık. Herkes çok ilgi gösterdi ve gittiğimiz her yerde merakla, soru yağmuruna tutulduk. Ukrayna ve Rusya’da ise çok daha az ilgiyle karşılaştık. Neden olduğuna dair hiçbir açıklamamız yok ama orada yaşayanlar bu tür tarihi unsurlarla özdeşleştirilmekten bıktılar artık sanırım.
Geçmişin kutuplaştırıcı bir etkisi var ayrıca: Ya tüm bu sembolleri komple reddediyorlar ya da büyük bir nostalji yaşıyorlar. Bizim göstermek istediğimiz nüanslar ise bu iki ekstrem taraf için de hiç cazip değil.
Gazetecilik ve belgesel fotoğrafçılığı için objektif kalabilmek çok mühim elbette. Sizin için çok kişisel olabilecek anlarda bile işinizin etik kurallarına ve prensiplerine bağlı kalmayı nasıl başarıyorsunuz?
Niels: ‘‘Lenin’i Aramak’’ projesi sanat ve gazeteciliğin arasında bir yerde duruyor ama biz kendimizi her şeyden önce birer gazeteci olarak görüyoruz. Fotoğraflarda herhangi bir hile yok: biz ne gördüysek siz de onu görüyorsunuz. Hiçbir şey eklenip çıkarılmadı. Sahte ışık yok, montaj yok… Bazen fotoğraf çekilmeden önce heykellerin etrafını toparlayıp güzelleştirmek isteyenleri bile durdurmamız gerekti. Her bir toz veya pislik bile bir bilgi kaynağı.
Sébastien: Az önce de söylediğimiz gibi, Ukraynalı olmadığımız için kendi bakış açımızı işten ayrı tutmaya özen gösterdik. Dışarıdan gelen birilerinin, yerel halkın geçmişle nasıl bir ilişki kurduğuna dair yorumlar yapması son derece manasız. Röportajlar sırasında pek çok farklı düşünceden insanla karşılaştım: Bu Lenin anıtlarının daha ilk baştan orada olmaması gerektiğini ve asıl yerlerinin çöplük olduğunu söyleyenler, heykellerin ayakta olduğu ve her şeyin daha kolay olduğu dönemleri özleyenler, bu heykellerin yerine ne gelmesi gerektiğini soranlar… İlginç, çünkü dünyanın her tarafında yaşanan dilemmaların bir yansıması gibi. Bu tarz sembollerin yarattığı çeşitli duyguları dünyanın pek çok yerinde görebilirsiniz.
Ayrıntılara değinerek her görüşe eşit derecede yer ayırıyoruz. Soruya basit bir cevap vermiyoruz. Zaten böyle bir cevap da yok. Eğer kitabımızı açık görüşlülükle okursanız başladığınızdan daha çok soruyla bitirdiğinizi fark edeceksiniz. Gerçekte de hayat böyle: oldukça karmaşık.