14 Ekim 2019

Bir başka festival, bir başka Ayvalık

Artık bir sonbahar geleneği oldu Başka Sinema Ayvalık Film Festivali. İkincisi, 4-9 Ekim tarihleri gerçekleşen festivalden zihnimize kazınan filmler ve Ayvalık'ın bünyeye yüklediği coşkulu bir romantizmle döndük

Söz konusu Ayvalık'ta gerçekleşen bir festival olunca, şehre güzellemeler yapmadan yazıya başlamak olmaz. Aslında bunu Ayvalık'a dair coşkulu hislerimi dile getirmek için bir vesile olarak kullanıyor da olabilirim ama yazlıkçıların telaşlı kalabalığından çok uzakta, hiç ummadık anlarda vuran soğuğuna (ve şehri söküp yerinden atacak kada güçlü fırtınasına) rağmen, en güzel günlerini yaşarken karşıladı bizi Ayvalık. Gün batımına denk gelen bir gösterimi, manzara karşısında birazcık oyalandığım için kaçırdım hatta. Biraz fazla romantik geldiyse bu söylediklerim, bilin ki ben Ayvalık'a yenik düştüm. Hem Başka Sinema Ayvalık Film Festivali'nin sloganı, biraz da bunu bilerek yazılmış belli ki: "Ekim'de Ayvalık başkadır."

Tabii bu sloganda 'başka' göndermeler de var…

İlki geçtiğimiz yıl düzenlenen Başka Sinema Ayvalık Film Festivali, adından da tahmin edeceğiniz üzere, "Bize her gün festival" mottosuyla yola çıkan Başka Sinema organizasyonuyla gerçekleşiyor. Kendine ancak festivallerde veya özel gösterimlerde yer edinebilen bağımsız filmleri yıl boyunca vizyona taşıyan ve büyük salonlarda da gösterilmesini sağlayan Başka Sinema, pek çok etkinliğe imza atmış olsa da ilk festival organizasyonu için Ayvalık'ı mesken edinmişti. Festivalin direktörlüğü ise uzun yıllar boyunca İstanbul Festivali'nin direktörlüğünü yaptıktan sonra 2016 yılından bu yana aynı görevi Başka Sinema bünyesinde sürdüren Azize Tan'a ait.

Geçen sene zeytinyağı kokuları altında şehrin meşhur amfitiyatrosunda yapılan açılış töreni (burası yaz boyunca büyük konserlere de ev sahipliği yapıyor), bu sefer hava durumuna dair verilen uyarılardan dolayı (hortum geliyormuş diyeni bile duydum ki gerçekten ona benzer bir şeyler yaşandı sonraki saatlerde), son dakikada iç mekanlara, festival boyunca gösterimlerin yapılacağı salonlara taşındı. Geçen sene de biraz soğuktu aslında. Açılış filmi The Favourite'ın gösterimi sırasında o meşhur poyraz soğuğu şehri vurmuştu. (O soğuğu ve The Favourite'ı burada da anlatmıştım.) Yine de ne ben yerimden kıpırdayabildim ne de amfitiyatrodaki diğer izleyiciler… Zira karşımızda geçtiğimiz yılın en iyi filmlerinden biri vardı. Aynı gece bir de Başka Sinema ve festivalin arkasındaki güçlerden, Kariyo & Ababay Vakfı tarafından Yılın Yönetmeni Ödülü verilmişti, Nuri Bilge Ceylan'a. Festivalle birlikte gelenekselleşmesi planlanan bu ödül de sağlam bir başlangıç yapmıştı.

Bu seneki KAV Yılın Yönetmeni Ödülü ise Kız Kardeşler filmiyle Emin Alper'in oldu. Dünya prömiyerini 69. Berlin Film Festivali'nde yapan Kız Kardeşler, geçtiğimiz Eylül ayında Türkiye'de vizyona girmişti. Ama ben filmi Ayvalık'taki festival kapsamında izleyebildim ilk kez. İnsanı ters köşeye yatıran bir film; o zorlu coğrafyanın imkansızlıklarında, kendine has mizah anlayışıyla anlatıyor hikayesini. Bir hayatta kalma mücadelesi söz konusu ama her karakter kendi has kimlikleriyle bu mücadelede yer alıyor; merkezdeki üç kız kardeş de, geveze baba da, deli Veysel de… Her izleyen filmden farklı bir mesaj kaparak çıkabilir. Evet, umutsuz bir hikaye, trajedisi bol ama hayatın tek yönlü olmadığını da hatırlatan, edebi bir anlatımı var. Haliyle herkes üzerindeki etkisi başka. Başrollerdeki Cemre Ebuzziya, Ece Yüksel ve Helin Kandemir'in oyunculukları ise sahne sahne akıllarda kalacak kadar güçlü. Özellikle kendi aralarındaki muzip konuşmaları ve kavgalarıyla… Babanın çocukça şakalarla kızları güldürdüğü o son sahne de o trajediye doğru hızlı bir dönüş yapan hikayeye beklenmedik bir final yaptırıyor. 

Festival sırasında "ters köşeye yatıran" başka yerli filmler de vardı.

Kıvanç Sezer'in ilk kez 51. Karlovy Vary Film Festivali'nde izleyiciyle buluşan Küçük Şeyler filmi de beklenmedik bir yerden geldi. Sezer'in 2016 tarihli Babamın Kanatları filmiyle birlikte bir üçlemenin parçası olarak kurguladığı Küçük Şeyler bazı noktalarda Babamın Kanatları'yla kesişse de bambaşka bir hikayeyi anlatıyor. Babamın Kanatları'nda çok bloklu lüks bir sitenin inşaatında çalışan işçilerin hayatı anlatılırken, Alican Yücesoy ve Başak Özcan'ın başrollerde olduğu Küçük Şeyler'de ise bu sitede yaşayan bir çiftin hikayesi var. Aslında önce gerçek bir beyaz yaka dramı olarak başlıyor Küçük Şeyler. Güldürüyor ama o ciddi iş görüşmelerinde hiç olmayacak sorulara maruz kalmış, iş hayatının absürt hiyerarşisinde türlü zorluklar yaşamış ve umduğunu bulamamışlar için acı verici. Evet, abarttım ama başkarakterlerin o hapsoldukları döngü bir noktada yürek sıkıştırıyor.

Beyaz yaka hikayesi gibi başlasa da sonrasında hiç büyümemiş bir adamın hem hayatındaki hem de ilişkilerindeki bocalamalarını izlemeye başlıyoruz. Bölüm bölüm gelişip farklı bir yola giriyor hikaye de. Ve sonuna kadar güldürmeye devam etse de artık en baştaki gibi coşkuyla değil de, karakterin düştüğü durumun da verdiği ciddiyetle gülüyoruz. Aslında ben bu hikayeden beyaz yaka dramını kendime seçtim ama festivalde, filmin gösterimi sonrasında izleyiciden gelen yorumlardan anladım ki bazısı bu bir türlü işleri yoluna koyamayan erkek karakterini (bir tür yılgınlıkla) aklına kazımış, bazısı da ilişkideki kadını fazla materyalist bularak yadırgamış. Herkesin derdi kendine tabii… 

Korku türündeki filmleriyle sadece Türkiye'de değil, uluslararası festivallerde de ses getiren Can Evrenol, Ayvalık'ta filmografisinin diğer filmlerinden çok farklı bir yerde duran bir filmle karşımızdaydı. İnsan zihninin en karanlık köşelerine kadar kazınabilen bir etkisi var Can Evrenol filmlerinin. Bir kere gördünüz mü bir daha unutmayacağınız o sahneler sadece korkuyu değil, varolduğundan haberdar olmadığınız başka pek çok hissi de tetikleyebilecek kadar güçlü.  

Kısa filmlerinin ardından Baskın ve Housewife gibi uzun metrajlı filmlerini izlediyseniz, ne demek istediğimizi (o sahneler eşliğinde) anlamışsınızdır muhtemelen. Haliyle, yeni filmi Peri, Ağzı Olmayan Kız'ı Başka Sinema Ayvalık Film Festivali kapsamında izlemek için salondaki yerimi aldığımıda göreceklerimden dolayı çokça tedirgin ve her şeye hazır, garip bir heyecanla beklemeye koyuldum diyebilirim. Oysa karşımızda, gerçeğe yakın bir distopyada, masalsı bir evrende geçen bir film vardı. Can Evrenol'un, o diken üstünde izlediğimiz yüksek gerilimli, +18 kıvamındaki şiddetli sahneler Peri'nin ve arkadaşlarının maceralarında yok. Oldukça karanlık bir atmosfere sahip olsa da (savaşın yaşandığı bir ülkede geçiyor ve yıllar önce yaşanmış bir santral patlamasının etkileri hâlâ devam ediyor) sadakat ve sevgiyle pekişen bir dostluk hikayesi anlatıyor Peri, Ağzı Olmayan Kız. Festivallerde gösterildikten sonra, önümüzdeki sömestr tatilinde vizyona girecek. 

Sözü Emin Alper ve Kız Kardeşler'den açınca, yerli filmlerden devam ettim ama ayrıca festivalin açılış filmi olan, Pedro Almodóvar'ın yönettiği Acı ve Zafer (başroldeki Antonio Banderas'a Cannes Film Festivali'nde ödül getirmişti), Cannes Film Festivali'ndeki prömiyerinden sonra yolu Ayvalık'a da uzanan ve festivalin yıldız filmlerinden biri olan, Levan Akın'ın yazıp yönettiği Ve Sonra Dans Ettik, Bong Joon-ho'nun Cannes'da Altın Palmiye'yi kapan son filmi Parasite da izleme listemdeydi. Festivalin üçüncü gününde dönmek zorunda olmasaydım (bir de araya iş icabı bir AVM sinemasında izlemek zorunda kaldığım Joker girmeseydi) muhtemelen daha da uzardı bu liste…

"AVM sineması", Ayvalık gibi dış güzellikleri bol olan bir şehirde sahiden çok sıkıcı bir durum, tahmin edileceği üzere. Ayvalık'ın merkezindeki o yoğun trafiğe arkanızı dönüp taş sokaklardan içeriye doğru yürüdüğünüzde bu özgün mimarisine kaptırıyorsunuz önce kendinizi. Ters istikamette gidip yine o tarihi binaların arasından geçerek denize ulaştığınızda ise Cunda'ya doğru uzanan o manzara çıkıyor karşınıza. Başka Sinema Ayvalık Film Festivali'ni, sonbaharda izleyiciyle buluşan diğer festivallerden ayıran ise şehrin tüm bu özgün mekanlarına yayılması… Filme yetişmek için koştur koştur giderken sokaklara ağzınız açık bakarken bulabiliyorsunuz kendinizi. Festivalin merkez üssü olan Ma'adra Binası mesela, tarihi dokusundan kopmamış bir şekilde ağırlıyor izleyiciyi. Festival boyunca sık sık yolunuz buraya düştüğü için mutlu oluyorsunuz hatta. 

Cunda Meydanı'nda, açık havada yapılan yapılan kapanış gösteriminin de keyfi ayrı oluyor. Bu sene kaçırdığıma üzüldüm ama "Artık gelecek seneye" diyerek teselli buluyorum. 

Yazarın Diğer Yazıları

Moda dünyasının ipliğini pazara çıkaran Instagram hesabı: Diet Prada

Bunların hepsi belki de bir tür pazarlama stratejisi olarak zorunluluktan sahipleniyor markalar tarafından ama bu "zorunluluk" bile büyük bir kazanım. Diet Prada gibi, moda bekçileri sayesinde...

'Black Lives Matter' hashtag'i, siyah kareler ve sosyal medyada bir ayaklanma

Black Lives Matter hareketine destek olmak için dünya çapında sosyal medyada yapılan paylaşımlar, bir noktadan sonra hareketin eylemlerine köstek olmuş olabilir mi? Peki sadece "siyahiler değil, tüm hayatlar önemlidir" diyen "All Lives Matter" sloganındaki sorun nerede? Ya da "iyi niyetli" gibi gözüken ama içselleştirilmiş bir ırkçılığın bas bas bağırdığı paylaşımlarda anlaşılmayan ne? İnsanlık yine sosyal medyada ağır bir sınavdan geçiyor…

Ergenlik ömür boyu: Günümüz dünyasında yetişkin olma çabası

Durun ve "Annem-babam benim yaşımdayken neredeydiler, ne yapıyorlardı" diye düşünün. (Karantinada olmadıkları kesin, şimdilik o noktaya takılmayın, büyük resme bakın!) Onların sizin yaşlarınızdayken olduğu noktaya varmak, 10 yıllık planlarınız içerisinde bile kendine pek yer edinememişse, bu yazıda bazı ortak dertlerde buluşacağız demektir.