ŞEHİR TELLALI
New York - Londra - Roma
|
Almanya’ya günün birinde yolumun düşeceği hiç aklıma gelmedi. Bu ülkenin vaktiyle içinden geçtiği cehenneme ait pişmanlık, hafızaya aman vermemecesine dört bir yanında sergilendikçe, bana kendi ülkemdekinin üstü örtüle örtüle sürdüğünü gösterecekti. Böyle bir yüzleşmeyi ertelemek işime geldi. Aklımda uzak bir köşe olarak kaldı bugüne dek Almanya. Zaman zaman havaalanlarından uçak değiştirdiğim, yeşil topraklarını bulutların üzerinden seyrettiğim bu büyük ülke. Uzaktan mesafe ile sevilecek bir yer. Üzerinde yürürsen ayağını yakar türünden bir ürkeklik vadeden.
Şimdi bu satırları Frankfurt’tan yazıyorum. Frankfurt’a yeterince uzak ve yeterince yakın tarihi bir kasabadan. Doğası ve kültürüyle kuvvetli, metropolün yarattığı değil, metropolü yaratan karakterli bir ortaçağ vadisinden. Bugün tarihe ait müze olmuş kampları gezmeye gerek kalmadan, tepesinde ortaçağ kaleleri ile bezeli, parke taş döşeli temiz sokaklarda, parke taşlarının arasında zaman zaman gözüme bronzdan plaketler çarpıyor. Üzerlerinde İkinci Dünya Savaşı’nda, malı mülkü elinden alınıp toplama kamplarına gönderilmiş Alman vatandaşlarının isimleri. Üzerlerine vurdukça güneş insanın gözüne çarparcasına parlıyorlar. Bazen bir mücevherci, bazen bir avukat, bazen bir doktor, bazen bir marangoz… Unutma diyor Almanya, biz bu yollardan böyle geçtik. Bu suçu böyle işledik, unutma!
Sabah Frankfurter Allgemeine gazetesinde sekiz sütuna bir fotoğraf. İstanbul Üniversitesi’nin görkemli tarihi kapısının resmi. Neredeyse siyah beyaz gibi görünen sönük, sade üniversite kampüsü bomboş. Fotoğrafın ön tarafında, göze ilk çarpan şey ise, biri sağ biri sol köşeyi dolduran, biri kırmızı, diğeri mavi eşarpla örtülü iki sıkmabaş. Birbirine bakan türbanlı iki öğrencinin başı. Başörtüsü İstanbul Üniversite’nin sanki üniformasıymışçasına aksi taktirde bomboş kalmış kampüse giden iki öğrenci. Parke taşları arasında bronz utanç plaketleriyle parlayan sokaklarla dolu bir Alman coğrafyasından bugünün İstanbul manzarası. Fotoğraf, gösterdiği biri gök mavisi, öteki gül pembesi rengiyle beliren iki türban ile, 80’li yıllarda Batı Berlin’de yaşarken Kanadalı yazar Margaret Atwood’un yazmaya başladığı, “Damızlık Kızın Hikayesi” adlı fantastik faraziye romanına günümüzden bir kapak niteliğinde. Atwood’un romanında kadınlara giydirdiği –bana Katolik rahibelerin giysilerinden esinlendiği izlenimi veren- benzer renklerdeki üniformalar, İstanbul Üniversitesi kampüsünde fantazi ve faraziye olmaktan çıkmış. Gerçek ve yaşanan haline gelmiş. Ya da İstanbul Üniversitesi kampüsü gerçek olmaktan çıkmış, fantastik ve farazi bir görüntü kazanmış.
Fantazi ve üniforma Almanya’nın tarihindeki cehennemin kuvvetli işaretlerinden ikisi. Diş fırçası bıyığıyla kendini “milletin kurtarıcısı” olarak tanıtan bir adamı, oylarıyla iktidara getiren bir ulusun, işleyemeye niyetli olduğu suçları ört bas etmek üzere gerçeklerle bağını kopardığı, toplu belleğin içinde yer alan fantaziyi ülke çapında sahnelemeye başladığı evrensel sürecin işaretleri. Kadınlardan talep ettiği alçak gönüllü estetik, halka açık yerlerde kadına makyaj, sigara ve cinsellik yasağı, kadınları çocuk sahibi olmaya zorlayan propaganda, gamalı haç, çeşitli Nazi üniformaları kadar aynı sahnenin unsurlarından.
Atwood, Guardian gazetesine yazdığı, “Damızlık Kızın Hikâyesi” ile ilgili makalesinde kitabı yazarken tuttuğu günlüğünün boş kaldığını, romanı hızla yazdığı halde sanki hiç bir şey yapmamışçasına günlüğünü boş bıraktığını kaydeder. Bazı kitaplar, diye vurgular, okurların korkulu rüyası olur, bazı kitaplar ise yazarlarının. Damızlık Kızın Hikâyesi hem okurunun hem de yazarının korkulu rüyası bir kitap.
Karanlık ve çarpık bir hayal ürünü yaratmakla suçlanma korkusu içinde Atwood kitabı yazarken sadece insanlık tarihinde hakikaten yaşanmış olayları kullanmakla kendisini kısıtlar. Ama romanını dokuyan linç, soykırım, mal, mülk, ırk ve ırz düşmanlığı, zorla çocuk doğurtma, din kisvesiyle özgürlüklerin yok edilmesi, üniforma, propaganda, kitap, yayın, iletişim yasakları kısacası faşist fantazi, romana “faraziye” biçimi verir. Ve okurları kadar yazarının da korkulu rüyası olur.
www.sebnemsenyener.com