ŞEHİR TELLALI
New York - Londra - Roma
|
Batı Broadway’in hayatsız dükkanlarının arasında umutsuz, sıkıntılı, karamsar adımlarım Prince sokağının köşesinde dondu kaldı. Yirmi yıl önce burayı dolduran sanat galerilerinin yerini tek tek uluslararası mağazalar aldığında Manhattan’ın şampanya ve istiridye vadisi haline gelerek karakterini kaybeden, sıkıcı, boğucu, şımarık meşhurlarla dolu, zengin, lüks delisi batı Broadway değil mi burası? Hem de Prince sokağının köşesi? Köşedeki elektrik direğinin üzerinde iki yönü gösteren yeşil beyaz tabela bu bilgiyi doğruluyor. Doğruluyor da, bu rengarenk meyveler, sağlık taşan kaseler, yulaf ezmesi, kuru kadayıf, fındık fıstık, bögürtlen, dağ çileği bezeli, kehribar rengi bal ile karıştırılmış bembeyaz süt be süt yoğurtlar da neyin nesi? Vaktiyle pek sevdiğim bu taş yürekli şehir, yüreğimi hoplatan o eski hep şaşırtan karakteriyle, korkma buradayım kaybolmadın dercesine göz kırpıyor New York’un delişmen yaratıcılığı. Ütopya, hayat, doğa ve dünyanın güzelliklerine duyulan aşk, ak abalı çoban ve yanık kavalıyla eski Yunan’dan fırlamış dağlar denizler çağlar aşıp Batı Broadway’e bugüne ulaşmış. Şık butiklerin arasında geniş camekanları boy boy yoğurt fotografları dolu bir yoğurtçu sayesinde. Belki sizler de biliyorsunuz, adı Çoban! Burada Chobani diye biliniyor: Yunan yoğurdu Chobani diye… kaç zamandır marketlerde gözüme takılıp duran yoğurtları hatırladım o an. Neden şimdiye kadar görmezliğe geldim bunu acaba diye suçluluk duygusuna yakalandım. Umutla doldu nefesim yeniden. Ak kelimesini içine düştüğü karanlıktan, yolsuzluktan, riyakarlıktan, yalancılıktan, cahillikten, iktidar hırsından, ideolojiden kurtarıp anlamına yeniden kavuşturabilecek bir umut bu.
Bir süt delisi olduğum için hemen içeri dalıp ondan bundan başladım tatmaya… Her kaşıkta yüksek dağların serin zirveleri, baş döndüren bulutlarının peşinden esen rüzğarları var. Sarp kayalarının altında toprağı örten vahşi kekikleriyle beslenen pamuk pamuk koyunlar, arasıra meleyip duruyorlar orada o yoğurt kasesini içinde. Kavalın yanık sesiyle birlikte hayat akıyor tepedeki çobandan. İster istemez pastoral bir sohbet açılıyor önümde.
Çoban sanki sitemli gibi… Kulağıma ilk gelen ses usul usul ve dürüst: Koyun gibisin kardeşim diye mi çalıyor yoksa? Koyun gibi… Bir değil beş değil milyonlarcasın maalesef. Gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılıverirsin hemen… ve adeta mağrur koşarsın salhaneye! Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani...
Erzincanlı Hamdi Ulukaya’nın Chobani’si batı Broadway’in göbeğinde koskoca bir dükkan. Envai lezzetlerle dolu bu kase. Anladığım kadarıyla Ulukaya anasından helal süt emen şanslılardan biri. 1972 Erzincan doğumlu. Çobanlık, koyun, keçi sütü üretimi yapan kürt bir aileden yetişme. Ankara Siyasal Bilgiler mezunu. Hikayesi pek tanıdık. Kader çizgisinde gazetecilik de var. Amerika’ya Erzincan İliç’in Sesi diye bir siyasi gazetede yazdıkları nedeniyle 1994’de gözaltında sorgulandıktan sonra gelmek “zorunda” kalmış! Çalışkan. Boş durabilen biri değil belli. Girişimci de. Sonra New York’ta, Long İsland’da üniversiteye devam edip iş eğitimi yapmış. Bir süre babasının önerisiyle beyaz peynir üretimiyle uğraşmış. Sonra 2005 yılında kapanmakta olan bir Yunan yoğurdu firmasını almış. Amerikan yoğurdunun şekerli, katkılı sulu özelliklerini eleyerek Erzincan’dan bildiği yoğurdu üretmek üzere Mustafa Doğan adlı bir yoğurt şefini de yanına alıp iki yıl uğramış. Sonunda rafta tadıyla durabilen Chobani çıkmış ortaya. Bugün serveti milyarı aşmış. İyi bir işadamı. Parayı değil emeği seven sayan türden.
2015’de Tent Vakfını kuran Ulukaya mültecilere en fazla yardım yapanların başında. Ayrıca işyerlerinde mültecileri çalıştırmaya öncelik veriyor. Karını çalışanlarıyla paylaşıyor. Tanıdığı bölgenin sorunlarını ulusalararası platformlarda anlatıyor. Clinton vakfı, Obama Küresel Girişimciler grubunda aktif. “Kürt’üm, Türkiye halkındanım. Gelir kaynağı süt, peynir ve besicilikle geçinen bir ailede büyüdüm…. Ezidilerin Şengal dağında yaşadıklarını, Ezidi kadınların kaçırılmalarını görünce annemin ülkesi beni çağırıyor bir şeyler yapmam gerekiyor diye düşündüm.”
İlk eylem, kahvaltı köşemi değiştiriyorum anında! Spring ile Crosby sokağının köşesindeki Baltazar’da her sabah kahveme batırdığım hilal şeklindeki tereyağlı Fransız çörekleri yerine, batı Broadway ile Prince sokağı köşesinde Çoban’ın yerinde, Erzincan dağlarından bir çobanın yoğurdunu kaşıklayacağım bundan böyle.. Sonra ütopya bu ya, bütün süt sevenlere soruyorum cumhurbaşkanlığına Çoban aday olsaydı eğer siz onu seçmez miydiniz diye. Soykırımla, baskıyla, yolsuzlukla, dünyayı karartan, her gün bir öncekinden daha ağır insanlık suçu işleyen diktatörlerin yolunu kesecek, adaletin, hukuğun, özgürlük, demokrasi, eşitlik ve bağımsızlığın yolunu açacak bir aday olmaz mıydı Çoban?
http://www.sebnemsenyener.com/