06 Eylül 2021

Susturulan beynin çığlığı: “Voltaire bilinci” ya da insanların susadıkları bilinç

Gelin bu sözün doğruluğunu hak, hukuk, demokrasi adına benimseyelim ve buna “Voltaire bilinci” diyelim. Ancak demekle de kalmayalım. Bu bilinci kafalarımıza kazıyalım, somut yaşamımızda gerçekleştirelim. Çünkü “Voltaıre bilinci”nden yoksunluk, mikroplar üreten bir hastalıktır.

Jules Michelet’nin (1798- 1874) öğrencilerine “Ayağa kalkın! Büyük yüzyılı incelemeye başlıyoruz” dediği Aydınlanma çağında; yaşama ve insana yeni bakış biçiminin, aklın din alanından çekilmesinin ve sağlıklı kuşkuculuğun dönemindeyiz.

Avrupa insanının boş inançlarla, dogmalarla tıka basa doldurulan kafasının bilim düşmanlığından, karanlıkçılıktan (obscurantisme) kurtuluşunu sağlayan bu dönem, ilkin Fransız Devrimini yaratmıştır. Ansiklopedicilerin Aydınlanma yüzyılında oynadıkları belirleyici rol ile birlikte düşünüldüğünde, artık kuşkuya, deneye ve akla dayanan bir çağa adım atılmış, kuşkusuz hukuk da bundan payını almış, bir dönüşüm yaşamış, daha insanca ve uygarca yeni bir düzen kurulmuştur.

İlginçtir. Uygarlık (civilisation) sözcüğü de Batı dillerine (sözgelimi, Fransızcaya 1732’de) Aydınlanma çağında girmiştir.

Yalnızca bu çağın değil, belki de çağların en büyük düşünürü elbette Kant’tır.

Ancak bir başkası daha var: Çağın en hırçın yazarı François Marie Arouet (21 Kasım 1694 - 30 Mayıs 1778). Takma adıyla Voltaire.

Voltaire büyük bir düşünür mü? Elbette hayır. Ama Aydınlanma yüzyılında toplumları, insanları aydınlatanların öncülerinden. Bu yüzden kimileri, Kant’ı bile görmezlikten gelmiş, Aydınlanma’ya “Voltaire çağı” demiştir. Çünkü Voltaire, hiçbir baskıya, bağnazlığa boyun eğmiyor; özgür beyinin ürettiği düşüncelerin ışığında bunlarla ön safta yiğitçe çarpışıyor.

Bu çarpışmanın hedefinde sürgit dinsel boş inançlar ve buna destek olan Kilise var. Romalı Senatör Cato’nun Senato önünde söylediği söylevlerini bitirirken yinelediği “Kartaca yıkılmalıdır, Kartaca’yı yıkalım!” (Delenda est Carthago, dileatur Carthago!” deyişinden esinlenerek Voltaire de, “Alçağı eziniz!” (Ecrasez l’infâme!) savsözüyle Kilise’yi hedef alıyor.

Dili sivri, yanıtları hızlıdır. Bu yüzünden her ülkeden kovulur. Üç yıllık İngiltere sürgününden sonra Paris'e döner. “İngilizler Hakkında Mektuplar” yapıtında İngiliz krallığının insan haklarına Fransız devletinden daha saygılı olduğunu belirtir. Fransa'da kıyamet kopar. Kitabın kopyaları yakılır. Voltaire, Paris'ten kaçar. Berlin’e dostu Büyük Friedrich'e sığınır. Ancak sivri diline katlanamayan Friedrich de, Voltaire'i tutuklatır, bütün yazdıklarını da yaktırır. Özgürlük düşmanlarının baş belası Voltaire Paris'e doğru yola çıkar. Ama On Beşinci Louis, kente girmesini yasaklayınca, o da Cenevre'ye gider. G. Leibniz'in felsefesiyle alay eden Candide ya da İyimserlik adlı yapıtı yüzünden Cenevre’den de kovulur. Ferney'e yerleşir ve yirmi binden çok mektup ve yakıcı kitaplar yazan yazar, orada ölür.

Şiir diliyle kaleme aldığı Hollanda’ya veda yazısı ünlüdür: “Hoşça kalın kanallar, hoşça kalın ördekler, hoşça kalın haydutlar!” (adieu aux canaux, adieu aux canards, adieu aux canailles!).

Tanrı tanımaz mı? Bilinmiyor. Ancak "Eğer Tanrı var olmasaydı, onu icat etmek gerekecekti" (si Dieu n'existait pas, il faudrait l'inventer ) diyen biridir de Voltaire.

Ama aslında Diderot ve d’Alembert gibi Ansiklopedicileri destekleyen, görüşleri yüzünden Bastille cezaevinde yatan, sürgünlere yollanan ya da çeşitli ülkelere sığınan Voltaire (1694-1778), kendisine göre ne Katolik, ne Protestan ne de tanrıcıdır (deist).

Peki, kimidir ya da nasıl nitelendirilmelidir o?

Kanımızca Voltaire, sadece ve sadece insanın daha doğduğu gün doğanın ya da Tanrı’nın hiçbir karşılık beklemeden ona sunduğu hakların ve özgürlüklerin hem bekçisi, hem de düşünürüdür.

Bekçisidir. Çünkü doğanın, Tanrı’nın kendisine bir hak olarak sunduğu düşünme ve onu kullanma erkini, iktidarını hiçbir gücü teslim olmadan kullanmıştır.

Düşünürüdür. Çünkü düşünme özgürlüğü ve düşüncesini yayma özgürlüklerini örü boyunca irdelemiş, bilinçli bir biçimde kullanmıştır.

Calas, Chevalier de la Barre gibi ünlü davalarla ilgilenen[1], 1789 Devriminin yolunu açan Voltaire, Ekim 1765’te Beccaria’nın “Suçlar ve Cezalar Hakkında” adlı yapıtını okur, çok etkilenir. Beccaria’yla hiç görüşemediği için yaşamı boyunca üzüntüsünü dile getiren hırçın yazarımız, “İnsanlığın Yasası” adını verdiği bu yapıt hakkında 1768’de “Suçlar ve Cezalar Hakkında Kitap Üzerine Yorum” başlıklı bir kitapçık yazar ve suç ile ceza konularını irdeler.

Voltaire, “Felsefe Sözlüğü” adlı yapıtında ve çeşitli yazılarında suçların işlenmesine engel olunması, ağır cezalar öngörülmemesi, cezalar arasında nicelik açısından ağırlık oranlarının çözülmesi, cezanın kusurla orantılı olması, ölüm cezasının çok ayrıklı durumlarda uygulanması, onun yerine zorunlu çalıştırma cezası konulması, suçlunun ailesini de etkileyen genel zoralımın (müsadere) kaldırılması, doğal suçlar ile siyasal suçların birbirinden ayrılması, siyasal suçların daha hafif cezalandırılması, mahkemelerin kanıtları özgürce değerlendirmesi, adaletin değil, zorbalığın icadı olan işkencelerin, özellikle din ve vicdan özgürlüğü üzerindeki baskıların kaldırılması, bu arada sapkınlığın kökünün kazınması, sapkınlara, dine sövenlere, peygamberlik taslayanlara, Antoine ile Simon Morin’e ve cadılara verilen cezaların, ölüm cezasının yerine getirilmesi biçimi, siyasal ve doğal yasaların ayrılıkları, yurda ihanet, kalpazanlık, konutta hırsızlık, özöldürüm (intihar), hekimlerin organ kesmeleri, zoralım, yargılama yöntemleri üzerinde durmuştur. Yaşanan birçok örneklerle konuları işleyen Voltaire, dinin Tanrı’ya, sivil yasaların ise halka ait olduğunu belirterek bunları birbirinden ayırır. İngiltere’de haklı olanın Languedoc’ta haksız olduğunu, yalnızca ülkeden ülkeye değil, aynı ülkede de çelişkiler yaşandığını, bu çelişkileri, katılıkları, belirsizlikleri, başına buyruklukları gören bir kimsenin, yaşamların ve mutlulukların bağlı olduğu yasaları yetkinleştirmekten vazgeçemeyeceğini belirtir. Beccaria’nın yapıtının kendisine umut verdiğini, tıp alanındaki iyileştirici ilaçlar gibi, insanlığın acılarını dindireceğini açıklar[2].

Dönemin bir başka düşünürü olan Rousseau’yu “Diyojen köpeğinin piçi” (le bâtard du chien de Diogène) diye yerden yere vuran Voltaire’e de çok sataşılmıştır, elbette[3]. Ancak ömür boyu savunduğu inanç ve düşünceyi açıklama özgürlüklerinden asla ödün vermemiştir.

Bu ödün vermemezlik öylesine etkili olmuştur ki, sövgüler yağdırdığı Rousseau, saatçilik yapan babası tutucu Cenevre'nin toplumsal düzeniyle ters düşüp davranışları yüzünden hapse girmemek için bu kentten kaçınca, önce gittiği zengin akrabalarına sığınmış; daha sonra on altı yaşında Cenevre'den ayrılarak Fransa’ya geçmiş, Savoie'da Madame de Warens'le tanışmış, otuz yaşında da Paris’e gelmiştir.

Cenevre’den ayrılmak zorunda kalması üzerine Voltaire’in onu şu sözlerle çağırdığı sürekli dile getirilmiştir: “Sizin görüşlerinizi paylaşmıyorum. Ancak onları açıklama özgürlüğünüzü sonuna değin savunacağım”.

Bununla birlikte Voltaire’in tiksindiği biri için bu sözleri söylediği belli değildir. Nitekim aşağıda dipnotunda geçen Profesör Xavier Martin’in kitabında bu sözlere rastlanmamaktadır. Öte yandan insanın bir başkasının düşüncesi uğruna kendi yaşamını harcayabilmesinin kuşkulu olduğu, bu sözlerin sadece 1868-1956 yılları arasında yaşayan ve kitaplarında “S. G. Tallentyre” takma adını kullanan İngiliz yazarı Evelyn Beatrice Hall’un 1903’te yayımladığı “Voltaire’in Yaşamı” (The Life of Voltaire) adlı kitabında geçtiği, Voltaire’e mal edildiği, ancak kaynağının belirsiz olduğu ileri sürülmüştür[4].

Peki, neden?

Bunun yanıtı bu yazının başlığında verilmiştir: Susturulan Beynin Çığlığı: “Voltaire Bilinci”.

Evet, düşünceyi, inancı açıklama özgürlükleri doğanın insan beynine tanıdığı öylesine doğal ve vazgeçilemez bir olgu, bir haktır ki, insanın elinden onları hiçbir güç alamaz. Devlet ya da başkası hiçbir güç.

Uyduma da olsa, bu doğal olgunun Voltaire mal edilerek dokunulamaz olduğunu anlatan bu sözleri içeren bir özdeyişe, bildiğimce bugüne değin rastlanmamıştır. Gerçekten yüzyıllardır insanlık, anadan doğma bu özgürlüğe, bu hakka öylesine susamıştır ki, bu sözleri Voltaire’e mal ederek güçlü bir tanığı yanına almak gereğini duymuştur.

Bu nedenle gelin bu sözün doğruluğunu hak, hukuk, demokrasi adına benimseyelim ve buna “Voltaire bilinci” diyelim.

Ancak demekle de kalmayalım.

Bu bilinci kafalarımıza kazıyalım, somut yaşamımızda gerçekleştirelim.

Çünkü “Voltaıre bilinci”nden yoksunluk, mikroplar üreten bir hastalıktır.

Birinci mikrop, aşağılık duygusu yaşayan ikiyüzlü kişiler üretir; kişiyi Brutus’laştırır. Bu kişilerse, tıpkı Zweig’ın Fouché için dediği gibi “özgürlüğü asla kaldıramaz ve yeni baştan kulluklarına dönerler”.

Bu hastalığın adı, ikiyüzlülüktür.

İkinci mikrop, aydın kıtlığı üretir. Böyle bir toplum, artık yıkılmıştır. On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı devlet adamı ve ozanı Keçecizade İzzet Molla'nın beytiyle ''Meşhurdur ki fısk ile olmaz cihan harap Eyler onu müdahane-i âliman harap”. Çünkü Türkçesiyle “Cihan ahlaksızlıkla harap olmaz. Onu âlimlerin dalkavukluğu harap eder”.

Bu ise ahlaksızlığın da ötesinde bir ahlaksızlıktır.

Bu kişilerin çoğunluk olduğu bir toplumda artık ne bireysel ahlak vardır, ne de toplumsal ahlak.

Tek sözcükle ahlak çürümüş, yıkılmıştır.

Evet, kafamıza bu sözleri iyice kazıyalım ki, sövüşme hastalığına yakalanmayalım; birbirimize söylediklerimizi duygularımızla değil, sadece aklımızla tartarak uygarca tartışalım; doğruları imece etkinliğiyle birlikte bulalım. Tıpkı duruşmada diyalektik yöntemle tarafları dinleyen bir yargıç gibi. Vardığımız sonuçta iddianın da, savunmanın da, kısaca hepimizin payı olsun, bu yüzden de hepimiz ulaşılan o ortak sonuca, yargıya saygı duyalım

Sövüşmeyelim, tartışalım ki, Voltaire'ler, Panthéon'da; “Sözünü bilen kişinin yüzünü ak ede bir söz/Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz” diyen Yunus Emre’ler mezarlarında rahat uyusunlar, ülkemiz de barışları yaşasın.

“Boşuna yazıyorsun” diyenleri duyar gibiyim. Ama iyimserim. İnsandan umut kesilmez, kesilmemelidir de.

Kesmediğim için de benim, onlara bir çift sözüm olacak.

Hukuk, “en gerçek yol gösterici”lerden (Atatürk), yani bilimlerden biridir. Ona uyunuz. O bilim Tanrı’nın alanına, insanın iç dünyasına girmez, giremez. Bu yüzden dış dünyaya yansıtılan davranışı, yanı söz, yaralama, malı çalma vb. eylemleri, sadece onları değerlendirir.

Yine hukuk bilimine göre, mahkemenin önüne taşınan suç ne denli ağır ve tiksindirici olursa olsun, her sanığın vazgeçilemez bir hukuk ve iktidarı vardır. Bu hakkın, gücün adı, “savunma”dır. Unutmayınız ki, işlenen her suçla birlikte suçu önleme görevini yapmadığı için, devlet de yargılanır. Bu nedenle devlet, akçalı gücü olmadığı zaman savunma hakkını ve iktidarını kullanamayacak durumda olan sanıklara bütçesinden ücret ödeyerek avukat tutar. Bilim insanları da, her türden sanık için bilimsel görüşler bildirirler. Bunlar, her hukuk kişisine tanınan birer haktır, iktidardır.

Bu yüzden bu hakkı kullanan ve bu hakkın iyi kullanılması için çabalayanları yetersiz bilgilerle suçlarsanız, kahramanlığınızı, yürekliliğinizi değil; bilgisizliğinizi, yetersizliğinizi, güçsüzlüğünüzü, dahası çağ dışılığınızı açığa vurmuş olur; küçük düşersiniz.

Unutmayın. Bir gün sizler de savunma hakkını kullanmaya gereksinme duyarsanız, bugün suçladıklarınız kişiler sizlere de yardım edecektir.

Dilerim olmaz. Ama olursa ve de eğer sizler gerçekten sağduyulu ve sağgörülü bir insansanız, geçmişte yaptığınız haksızlıktan çok utanır, çok üzülürsünüz.

Sizi kışkırtanlara –ki, bunların çoğu siyasetçidir- gelince, bilimi, insanları, düşünen beyinler, “anayasa, hukuk, sözleşme…” dedikçe, dikkatinizi çekerim, onlar, doğruyu göstermek şöyle dursun, yalnızca sövüyorlar. Çünkü yetersiz, inandıkları dinin “danışın” buyruğunu bile bilmeyecek kadar çaresiz; ''Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır'' (Yunus Süresi, 100) ayetinden bile habersizdirler.

Bu yüzden sizlere, emanet edilen Cumhuriyetin bekçisi Atatürk’ün çocuklarına düşen, onları acınası bilgisizlikleri ve yalanlarıyla baş başa bırakarak cezalandırmaktır.

Eğer bunları yerine getirmezseniz, korkarım Fransız doğa bilimci, biyolog ve düşünürü Jean E. C. Rostand’ın (1894-1977) 1918’de söylediği şu sözler bir kez daha doğrulanacak ve sizler de bundan dolayı gelecek kuşaklara karşı sorumlu olacaksınız: "Günün birinde atom enerjisini serbest bırakacağız. Gezegenler arası yolculukları gerçekleştireceğiz. Ömrümüzü uzatıp kanserli ve veremli hastaları iyileştireceğiz. Ancak çok yetersiz kişilerce yönetilmenin sırrını asla çözemeyeceğiz". 


[1] Bu davlarla ilgili bilgiler için bkz. Voltaire, L’affaire Calas, Paris, 1963, s. 125-133; Imbert, Quelques procès criminels des xvııe et xvıııe siècles, Paris, 1964, s. 139-179; Carbasse/Vielfaure, Histoire du droit pénal et de la justice criminelle, Paris, 2019<, n. 173, 192, 208, 209, 212, 214, 231.

[2] Voltaire, Commentaire sur le livre des délits et des peines, s. 332 ve onu izleyen 1-73. sayfalar; Dei delitti..., Venezia, s. 161-234; Dei delitti, e delle pene, Edizione rivista, corretta e disposta secondo ordine della traduzione Francese approvato dell’autore coll’aggiunta del commentario alla detta opera di Mr. de Voltaire tra diritto da un celebro autore, Presso la società dei filosofi, Londra, 1774, s. 119-163; Pradel, Histoire des doctrines pénales, s. 22, 23; Önder I, 62.

[3] Voltaire’i değerlendirirken zayıf yönlerini, özellikle kim önyargılarını da gözetmek gerektiği kanısındayız. Voltaire’i aydın ahlaki açısından ele alan siyasal düşüncelere tarihi Profesörü Xavier Martin’in şu kitabına bakınız: Voltaire méconnu, aspects cahés de l’humanisme des lumières, Mayenne, 2007, s. 75 vd., 157 vd.; 212, 213; 220 vd., 261 vd.

[4] Bardakçı, Voltaire İle Kandırmak! Habertürk, 19.8.2016.


Prof. Dr. Sami SELÇUK
Eski Yargıtay Birinci Başkanı
İ. D. Bilkent Ü. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi

Yazarın Diğer Yazıları

Depremin düşündürdükleri ve sorumlulara çağrı

Sayın Erdoğan ve arkadaşına çağrımız şudur: Önce düşünme yetisini karartan öfkelerini dizginlesinler. Sonra da kendilerine karşı dava açma hakları doğan insanlarımızdan özür dilesinler ve sövgülerini çöp sepetine atarak bundan böyle kendilerini eleştirenlere ellerini dostça uzatıp, uygarca teşekkür etsinler. Ve en önemlisi de ülkemizde iç barışı sağlasınlar.

Anayasa yargı(lama)sı üzerine*

Her şeyden önce anayasa yargı(lama)sını ulusal iradeye ve demokrasiye aykırı görmek çok yanlıştır. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi yerine yerindelik denetimi yapması ise elbette hukuksal bir yanılgıdır. Yasama organının Anayasa Mahkemesi kararına uymaması ya da uyar görünüp gerçekte onu dolanması ise, ağır ve bağışlanamaz bir yanılgıdır; kendini aldatmadır

Düşünce özgürlüğü, dil ve ötesi

Türk insanı “dil bilinci”ni kazanmak, ana diliyle düşünmek, konuşmak ve yazmak zorundadır. Eğer dilimizde yeterince düşündüren ana dili kökenli sözcük, özellikle de bilimsel kavram, terim yoksa bilim ve felsefe yapmak olanaksızıdır