19 Haziran 2021

Soykırım ve düşündürdükleri

'Ermeni Soykırımı' iddiasıyla ilgilenen her ülke belgeleri açmalı, tarihçiler yaşanan olayları bilirkişi olarak incelemeli, ulaştıkları sonucu yargıçlardan oluşturulacak bir mahkemeye sunmalı; verilecek karara herkes uymalıdır. Bu düşüncemi yirmi yıl önce görevim sırasında Fransız Cumhurbaşkanı Chirac'a mektupla aktarmıştım...

2004/5237 sayılı Türk Ceza Yasası (TCY), dünyada son dönemlerde kotarılan yasalar doğrultusunda Eski 1926/765 sayılı TCY'den ayrılarak suçların yasal tanımlarının yapıldığı "Özel Hükümler" başlıklı ikinci kitabının birinci kısmında "Uluslararası Suçlar"ı düzenlemiş; bu suçlar, iki bölümde ele alınmıştır. İlk bölümde, "soykırım suçu" (m. 76), "insanlığa karşı suçlar" (m. 77) ve "örgüt" suçları (m. 78); ikinci bölümde, "göçmen kaçakçılığı" (m. 79) ve "insan ticareti" (m. 80) suçları yer almıştır.

Elbette bu çok önemli bir yeniliktir.

Çünkü Türkiye, bu tutumuyla yalnızca insanlığın ortak değerlerini konusunda çağcıl duyarlılığı benimsediğini bütün dünyaya göstermekle kalmamış, suçlandığı "Ermeni soykırımı" iddiası karşısında kendisini soykırım yapmakla suçlayanlara bir bakıma meydan okuyan bir çağrıda bulunmuştur. O da şudur: Evet, Türklerle Ermeniler arasında bir çatışma yaşanmışsa da bu eylemler, uluslararası düzenlemelerde öngörülen soykırım suçunun yasal tanımına (tipiklik) girmemektedir.

Soykırım suçu (génocide, genocide, genocidio), nerede işlenirse işlensin, elbette bütün insanlığa yönelik büyük bir tehlike olduğundan dünyada yaşayan bütün insanları ve insanlığı ilgilendiren bir suçtur. Bu yüzden ilk kez BM Genel Kurulu, 9 Aralık 1948'de "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi"ni benimsemiş ve bu suçu tanımlanmış; Yasa'mızın gerekçesinde de belirtildiği üzere, Türkiye de bu sözleşmeyi 23.3.1950 tarihli ve 5630 sayılı Yasa'yla bu suçu önlemek ve cezalandırmak yükümlülüğü altına girmiş ve yukarıdaki yeni düzenlemeyle de sözünde durduğunu bütün dünyaya duyurmuştur.

Yasa'mızda anılan Sözleşme'nin ikinci maddesi doğrultusunda yapılan "soykırım" suçunun yasal tanımı (tipiklik) şöyledir:

"(1) Bir planın icrası suretiyle, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:

  • a) Kasten öldürme.
  • b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme.
  • c)Grubun, tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.
  • d)Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.
  • e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.

(2)Soykırım suçu failine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Ancak, soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.

(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.

(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez."

Görüldüğü üzere, soykırım suçu, Uluslararası Nürnberg Askeri Mahkemesi Statüsünde bağımsız bir suç olarak değil, insanlığa karşı suçların bir türü olarak düzenlenmişse de, TCY'nin gerekçesine göre, yukarıdaki tanım, Soykırım Sözleşmesi'nin ikinci maddesindeki tanım gibidir. Gerçekten Soykırım Sözleşmesi'nin bu tanımı, olduğu gibi Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsünce (m. 4, f. 2) (EYUCM), Uluslararası Ruanda Ceza Mahkemesi Statüsünce (m. 2, f. 2) (URCM) ve 1.7.2002'de yürürlüğe giren Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü'nce (m. 6) (UCM) de benimsenmiştir. Bu açıdan anılan uluslararası ceza mahkemelerinin bu konudaki görüşleri, hiç kuşkusuz bu suçla ilgili kararlara ışık tutacak birer kaynak konumundadır.

Yukarıdaki bilgilerden anlaşılacağı ve Yasa'nın gerekçesinde vurgulandığı üzere, bu suç, Nazi Almanya'sının sekiz milyon kişinin ölümüne yol açan İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD, Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından oluşturulan Nürnberg Mah­kemesi Statüsü ve görev alanına giren "insanlığa karşı işlenen suçlar" temel alınarak tanımlanmıştır ve bilinen "insan öldürme" suçundan çok başka boyutta bir suç türüdür.

Günümüzde soykırım, insanlığa karşı suçların en ağır biçimi olup URCM de Kambanda davasında soykırım suçunun bu özelliği vurgulanarak, "en ağır suç" (ultimate crime), "suçların suçu" (the crime of crimes) nitelemeleri yapılmış ve bu suç, ister barış, ister savaş zamanında işlenmiş olsun, uluslararası hukukun buyurucu kurallarından (jus cogens) sayılmıştır. Türkiye de bu anlayışı benimseyerek bu suçun yasal tanımını yaparak cezalandırmakla yetinmemiş, aynı gerekçelerle bu suçlarda, ayrıksı bir düzenlemeyle zamanaşımını benimsememiştir.

Dikkat edilmelidir ki, soykırım suçu, TCY'de "Kişilere Karşı Suçlar" kısmında değil, "Uluslararası Suçlar" kısmında düzenlenmiştir. Demek, bu suçun konusu, yani korunan değer, bireysel değildir. Bu düzenleme, BM Genel Kurulunun 1946/96-(I) numaralı Kararının başlangıcındaki tanıma denk düşmektedir. Buna göre soykırım suçu, ulusal, etnik, ırksal ve/ya dinsel bir kümenin insanlık dünyasındaki var olma hakkının yok edilmesi, bu yüzden de insanlığa karşı bir saldırıdır.

Ancak dikkat edilmelidir ki, bu suç türü "Ermeni soykırımı" iddiasıyla değil, Nazi Almanya'sının Yahudi soykırımıyla insanlığın önüne gelmiş ve insanlık, bu suçlara karşı meşru varlığını ve savunma hakkını korumak gerektiğini acı bir denemeyle yaşamış; aslında bütün yasalarda suç olarak benimsenen kimi eylemlerin, yasanın tanımladığı biçimde işlendiklerinde daha ağır biçimde cezalandırılmaları gerektiği görüşünü benimsemiştir.

Kısaca bu suç, seçenekli davranışlı bir suçtur. Yasa bu maddi öğeyi açıkça belirlemiştir: Kasten öldürme, kişilerin bedensel ya da ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme, bir insan kümesinin bütünüyle ya da bir kesimiyle yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması, bir insan kümesi içinde doğumlara engel olmaya yönelik önlemlerin alınması (biyolojik soykırım), bir kümeye ait çocukların başka bir kümeye zorla verilmesi (biyolojik soykırım).

Yeter ki bu eylemler, Fransız Ceza Yasası ve Nürnberg Mahkemesi Statüsünün altıncı maddesi doğrultusunda "bir kümeyi bütünüyle ya da bir kesimini yok etmek amacıyla planlı ve sistemli bir biçimde yürütülsün. Bir başka anlatımla suçun tanımında belirtilen eylemler, ulusal, etnik, soy ve dinle ilgili bir grubu yok etmek "amacı"yla işlenmelidir.

Kısaca bu suç, Fransız ve İtalyan öğretisine göre, "özgül yönelim"le (özel kasıt) işlenmesi gereken bir suçtur.

Peki, Ermeni soykırımı iddiası karşısında bu durumdan neler yapılmalıdır?

Bu sorunun yanıtı bellidir.

Türkiye elindeki bütün belgeleri açmaya hazır olduğunu dünyaya duyurmuştur.

Gevezeliğe gerek yok.

Bu konuyla ilgilenen her ülke belgeleri açmalı, tarihçiler yaşanan olayları bilirkişi olarak incelemeli, ulaştıkları sonucu yargıçlardan oluşturulacak bir mahkemeye sunmalı; verilecek karara herkes uymalıdır.

Bu düşüncemi yirmi yıl önce görevim sırasında Fransız Cumhurbaşkanı Chirac'a mektupla aktarmıştım.

Bu mektubumu, aldığım yanıtların Fransızcası ve Türkçesini olduğu gibi aşağıda kamuoyunun bilgisine sunuyorum.

FRANSIZ CUMHURBAŞKANI CHIRAC'A MEKTUP 

Sayın Cumhurbaşkanı, 29 Ocak 2001

Bilindiği üzere, geçmişte yaşanan bir olay, öncelikle iki bilim dalını ilgilendirir: Tarih ve hukuk. Birincisi, kendi yöntemleriyle olayın oluş biçimini saptar; ikincisi ise, eğer tarih bilimince saptanmış bir olay varsa ve bu olay ulusal ya da küresel hukuk normları açısından bir suç ise, pozitif hukuka göre olayın hukuktaki adını, bir başka deyişle hukuksal tanıyı (teşhisi) koyar.

Üzülerek belirteyim ki, Fransız Ulusal Meclisi, bu iki disiplini de dışlayarak ve kendisini tarihin ve tarihçilerin, hukukun ve yargıçların/yargının yerine koyarak, bilimin temel amaçlarıyla ters düşme pahasına, kendinden menkul Ermeni soykırımını (iddialarını) sözel yada yazılı biçimde yadsıma eylemini pozitif bir normla suç olarak benimsemiştir.

Böylelikle de henüz dünya çapındaki tarihçilerin, hatta Fransız tarihçilerinin bile son sözlerini söylemedikleri, bu yüzden de hukukçuların hiçbir zaman enüz el atamadıkları bir konuda Sieyès'lerin, Condorcet'lerin kurduğu özgürlükçü Fransız Ulusal Meclisi, beni düş kırıklığına uğratmıştır.

Gerçekten, Fransız Ulusal Meclisi, bir siyasal organ olduğu halde, bilimin ve yargı erkinin yerine geçmiş; böylece yalnızca yetki yağmasında (usurpation de pouvoir) bulunmakla kalmamış, bütün bunları da aşarak ve tartışmalı bir konuda son sözü söyleyerek, demokrasinin koruma bekçisi olan (chien de garde) düşünceyi açıklama özgürlüğünü de ihlal etmiş; ulusumu en duyarlı yerinden yaralamıştır.

Bu koşullarda lütfettiğiniz madalyayı göğsümde taşımam olanaksızdır.

Çünkü, yıllarca beslendiğim Fransız kültürünce aldatıldığım duygusu içindeyim.

Ve çünkü, halkıma, geçmişime ve yıllarca taşıdığım askeri üniformama ihanet edemem.

Siz de esasen bunları benden bekleyemezsiniz.

Madalyayı zat-ı devletlerine geri gönderirken, beni anlayışla karşılayacağınız umar, saygılar sunarım, Sayın Cumhurbaşkanı.

Sami Selçuk,
Yargıtay Birinci Başkanı

 

FRANSIZ CUMHURBAŞKANI CHIRAC'IN YANITININ FRANSIZCA ASLI

LE PRÉSIDENT DE LA RÉPUBLIQUE

Paris, le 14 FEV. 2001

Monsieur le Premier Président,

J'ai été particulièrement attentif au courrier que vous m'avez adressé le 29 janvier au sujet du vote par ľAssemblée Nationale d'une proposition de loi disposant que "la France reconnaît publiquement le génocide arménien de 1915".

Les autorités françaises ont pris acte du vote définitif de ce texte par ľAssemblée Nationale le 18 janvier. I1 s'agit de l'expression par le Parlement, et par chacune de ses Chambres, de sa souveraineté. Je tiens à souligner qu'en adoptant cette loi, les parlementaires se sont, dans leur ensemble, gardés de porter une appréciation sur la Turquie moderne qui ne saurait être tenue pour responsable ďévénements survenus en 1915 sous l'empire Ottoman.

Vous connaissez aussi la position qu'ont adoptée depuis plus de deux ans les autorités françaises sur cette initiavite ďorigine parlementaire. Elles ont, depuis le vote, réaffrmé leur volonté de poursuivre avec la Turquie une coopération étroite dans tous les domaines. Je vous le redis avec force aujourďhui, la France n'entend, pour sa part, changer ni les objectifs ni le contenu de la politique gu'elle conduit à ľégard du pays ami aux destinées duquel vous présidez, ni mettre en cause les fondements de ľamitié multiséculaire qui unit la France et la Turquie.

Je tiens aussi à vous dire que la France continuera à ceuvrer au rapprochement de la Turquie avec ľUnion eupopéeenne. Vous savez la part qu'elle a prise, depuis 1995 et notamment lors du Conseil européen ďHelsinki en 1999, dans la reconnaissance de la candidature de la Turquie à ľUnion européenne et tout récemment, sous sa présidence, dans ľadoption du Partenariat ďadhésion.

Je mesure ľémotion que le vote de cette loi provoque en Turquie. Je ne doute pas cependant que ľamitié entre nos deux pays permettra de surmonter ces tensions afin que ne soient pas remis en cause les progrès accomplis, ces dernières années, dans tous les domaines.

Je vous prie ďagréer, Monsieur le Primier Président, ľexpression de ma considération distinguée. Bien cordialement. 

Jacques CHIRAC

Monsieur le Dr. Sami SELÇUK
Premier Président de la Cour de Cassation
Bakanliklar
Ankara
Turquie

 

FRANSIZ CUMHURBAŞKANI CHIRAC'IN YANITININ TÜRKÇE ÇEVİRİSİ

Paris, 14 Şubat 2001

Sayın Birinci Başkan, 

"Fransa, 1915 yılındaki Ermeni soykırımını resmen tanır" yolundaki Yasa Tasarısının Fransız Ulusal Meclisince benimsenmesi konusunda bana gönderdiğiniz 29 Ocak tarihli mektubunuz üzerinde özel bir dikkatle durdum.

Fransız Ulusal Meclisinin söz konusu Yasa metnini kesin oylama işlemi, 18 Ocak tarihinde Fransız yetkililerince onaylanmıştır. Burada söz konusu olan, Fransız Parlamentosunun ve onun Meclislerinden her birinin egemenliklerini yansıtmış bulunmalarıdır. Parlamenterlerin tümünün bu Yasayı benimserlerken, 1915 yılı Osmanlı İmparatorluğu döneminde meydana gelmiş olaylardan sorumlu tutulamayacak olan çağcıl Türkiye hakkında, bu çerçevede bir değerlendirme yapmaktan kaçındıklarını özellikle vurgulamak isterim.

Parlamenter kökenli bu girişim konusunda iki yılı aşkın bir süredir Fransız yetkililerinin tutumunu siz de biliyorsunuz. Bu yetkililer, Yasa tasarısının oylanmasından bu yana, Türkiye ile her alandaki sıkı işbirliğinin sürdürülmesini istediklerini bir kez daha belirtmişlerdir. Bugün, altını çizerek vurgulamak isterim ki, (Yargıtay Başkanı olarak) sizin de alınyazısını yönlendirdiğiniz bu dost ülkeye karşı, kendi payına Fransa, yürüttüğü siyasetin ne amaçlarını ne içeriğini değiştirmek; ne de Fransa ve Türkiye'yi birbirlerini bağlayan ve yüzyıllardır süregelen dostluğun temellerini tartışma konusu yapıp sorgulamak niyetindedir.

Fransa'nın Türkiye'yle Avrupa Birliğinin birbirine yaklaşması konusunda desteğini sürdüreceğini ayrıca vurgulamak isterim. 1995'ten beri, özellikle de 1999'da Helsinki'de yapılan Avrupa Konseyi toplantısı sırasında, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik adaylığının tanınmasında ve daha yakın bir geçmişte, kendi dönem başkanlığını yaptığı sırada, Türkiye'nin katılım ortaklığının benimsenmesinde Fransa'nın payını biliyorsunuz.

Bu Yasanın oylanmasının Türkiye'de yol açtığı tepkinin boyutunu anlıyorum. Ancak, son yıllarda her alanda gerçekleşmiş olan ilerlemelere zarar vermemeleri için, iki ülke arasında var olan dostluğun bu gerilimleri aşacağından hiçbir kuşku duymadığımı da belirtmek isterim.

Mahsus saygılarımın kabulünü dilerim, Sayın Birinci Başkan.

İçtenlikle.

Jacques CHIRAC

Sayın Sami SELÇUK
Yargıtay Birinci Başkanı
Bakanlıklar
Ankara
Türkiye

 


Prof. Dr. Sami SELÇUK
Eski Yargıtay Birinci Başkanı
İ. D. Bilkent Ü. Hukuk Fakültesi öğretim üyesi

Yazarın Diğer Yazıları

Depremin düşündürdükleri ve sorumlulara çağrı

Sayın Erdoğan ve arkadaşına çağrımız şudur: Önce düşünme yetisini karartan öfkelerini dizginlesinler. Sonra da kendilerine karşı dava açma hakları doğan insanlarımızdan özür dilesinler ve sövgülerini çöp sepetine atarak bundan böyle kendilerini eleştirenlere ellerini dostça uzatıp, uygarca teşekkür etsinler. Ve en önemlisi de ülkemizde iç barışı sağlasınlar.

Anayasa yargı(lama)sı üzerine*

Her şeyden önce anayasa yargı(lama)sını ulusal iradeye ve demokrasiye aykırı görmek çok yanlıştır. Anayasa Mahkemesinin norm denetimi yerine yerindelik denetimi yapması ise elbette hukuksal bir yanılgıdır. Yasama organının Anayasa Mahkemesi kararına uymaması ya da uyar görünüp gerçekte onu dolanması ise, ağır ve bağışlanamaz bir yanılgıdır; kendini aldatmadır

Düşünce özgürlüğü, dil ve ötesi

Türk insanı “dil bilinci”ni kazanmak, ana diliyle düşünmek, konuşmak ve yazmak zorundadır. Eğer dilimizde yeterince düşündüren ana dili kökenli sözcük, özellikle de bilimsel kavram, terim yoksa bilim ve felsefe yapmak olanaksızıdır