02 Mayıs 2019

Linç girişiminin düşündürdükleri

Kılıçdaroğlu’na yönelik linç eylemlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 'Yaşam Hakkı' maddesi kapsamında ele alınması gerekiyor

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, linç “birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak taş, sopa vb. araçlarla döverek öldürmesi.”

Çubuk’ta şehit cenazesine katılan Kılıçdaroğlu’na karşı yapılan eylemler bu tanıma uyan linç eylemleriydi. Ölümle sonuçlanmamış olması eylemlerin niteliğini değiştirmez. Eylemlerin hedefi, Kılıçdaroğlu’nun yaşamına son vermekti. Kalabalığın saldırması, atılan yumruklar, tekmeler, taşlar, “yakın bu evi” diye bağırmalar, saldıranların iradesini, suç işleme kastını kuşkuya yer bırakmayan açıklıkla ortaya koymakta. Herhalde bu eylemler için söylenecek en son söz, bunların halkın bir protestosu olduğu. Protesto, hukuk tarafından korunan barışçı bir eylem türü. İfade ve toplantı, hak ve özgürlüklerinin kullanılması. Oysa, linç hukuk dışı bir eylem. Linç eylemlerini devlet yetkililerinin “protesto” olarak niteleyerek meşru göstermeye çalışmaları, linç eyleminde bulunanların yani adam öldürmeye teşebbüs suçunu işleyenlerin serbest bırakılması, üstelik de bunların iktidardaki siyasal parti üyeleri tarafından övülmesi, ellerinden öpülmesi Türkiye’nin hukuk devletinden ne denli uzaklaştığının somut göstergeleri.

Yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı gibi, linçin öznesi kalabalık. Linç, kalabalığa sığınarak, savunmasız birine saldırmak. Kalabalığın anonim bir üyesi olmanın verdiği cesaretle yumruk, tekme, taş atmanın ya da silah çekmenin kabul edilebilir ya da alkışlanacak bir davranış olduğunu düşünmek. Linç insan topluluğunun insanlıktan çıkması, ilkelleşmesi. Ama bunun daha da kötüsü, linçin siyasal iktidar tarafından onaylanması, “şiddete karşıyız ama o da oraya gitmeseydi” gibi söylemlerle meşrulaştırılması.

Toplumumuz linç kültürü bakımından oldukça zengin. Geçmişteki linç olaylarına baktığımızda bunların hemen hepsinin iktidar tarafından desteklendiğini ya da en azından iktidarın hoşgörüsü ile gerçekleştiğini görüyoruz. Tan Matbaası’na yapılan saldırı, 6-7 Eylül olayları, İsmet İnönü’nün Uşak ziyareti sırasında çıkan olaylar, Madımak’ta insanların diri diri yakılması ve nihayet Çubuk’ta Kılıçdaroğlu’na linç girişimi. Bunların hepsi dönemin siyasal iktidarı tarafından “ halkımızın haklı tepkisi” olarak meşrulaştırılmaya çalışıldı.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) açısında linç, devletin insan yaşamını koruma yükümlülüğü ile ilgili bir konu. AİHM’e göre, devletin yükümlülüğü sadece öldürmemek değil, aynı zamanda insan yaşamını koruyacak önlemleri almak. Yaşam Hakkı Sözleşme’nin 2. maddesinde düzenleniyor. Ancak 2. maddenin uygulanması için mutlaka yaşama son verilmesi gerekmez. Yaşama son verme sonucunu doğurabilecek eylemlerin yapılması da 2.maddeye girer. Bu bakımdan Kılıçdaroğlu’nun yaşamına yönelik linç eylemlerinin 2. madde kapsamında ele alınması gerekir.

AİHM, devletin yaşam hakkını korumak için gereken önlemleri alma yükümlülüğünü ilk Osman/İngiltere (1998) kararında kararında belirtti. Buna göre, devlet bireyin yaşamına yönelik bir tehdidin varlığını biliyorsa ya da bilmesi gerekiyorsa, bunu önleyecek önlemleri almakla yükümlü. Bu yükümlülüğünü yerine getirmemesi, yaşam hakkının ihlaline yol açar. Başka bir deyişle, AİHM bakımından, devletin adam öldürmesiyle, bireyin yaşamını koruyacak önlemleri almamasının sonuçları aynı.

Ana muhalefet partisi başkanının katılacağı bir cenaze töreninde önlem alınması doğal. Bunu ilgili makamlar da kabul ediyor. Ancak, Sn. Kılıçdaroğlu’nun katılacağı bilgisinin kendilerine ulaşmadığını ileri sürüyorlar. Oysa, CHP Başkan Yardımcısı Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bilgi verildiğini saatlerini belirterek ortaya koyuyor. Bu bilginin kaymakamlığa ulaşıp ulaşmadığı devletin sorunu. Dolayısıyla, AİHM’in aradığı “bilmesi gerektiği” koşulu gerçekleşmiş oluyor.

Bu durumda, devletin Kılıçdaroğlu’na yönelik linç eylemini önleyecek önlemleri almamış olması, yaşam hakkına ilişkin AİHS’in 2. maddesinin ve Anayasa’nın 17. maddesinin ihlalini oluşturmakta.

Ancak bunun ötesinde, Kılıçdaroğlu’na yapılan linç girişimi, Türkye’yi yöneten rejimin ürünü olması bakımından ürkütücü. Meşruiyetini sanal iç ve dış tehditlere dayandıran kendisi ile aynı görüşleri paylaşmayan herkesi düşman olarak gören bir rejimin ayakta kalabilmesi toplumda sürekli bir “beka” algısı yaratılmasına bağlı. Çubuk’taki linç girişimi yaratılan bu toplumsal algının bir sonucu. Kaldı ki, muhaliflerine karşı şiddet kullanmaktan çekinmeyen bir iktidarın, linç gibi hukuk dışı bir şiddet eylemini meşrulaştırıcı söylemlere başvurmasında şaşılacak bir şey yok.

Linç girişiminin bir özelliği de, AKP’nin Türkiye’deki büyük kent belediye başkanlıklarını yitirmesine rastlaması. Hukuk devletinin, temel hak ve özgürlüklerin, demokrasinin temel ilkelerinin askıya alındığı, tüm iktidarın tek bir elde toplandığı bu rejimin gücü azaldıkça şiddet sarmalının artmasını beklemek yanlış olmaz.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

Dışarıdan içeriye mektup

Bir suç olabilmesi için suçluya, suçu işleyen kişilere gereksinim vardı. Siz seçildiniz. Siz cezaevinde bizim adımıza, vekaleten yatıyorsunuz...

"
"