Aslında benim için sıradan bir gündü.
Yine çayımı masama koymuş, gazeteleri yaymış, rehavetle haberleri okumaya başlamıştım.
Genelde felaket, ölüm, yoksulluk, cehalet ve kötülük dolu bir dünyadan örneklerle içim karardıkça kararıyordu.
İçim içimi yiyordu.
Yok muydu bu milletin makus talihini çevirecek bir haber?
Yok muydu bu memleketin içini ferahlatacak , “oh, bu ülkede güzel şeyler de oluyor” dedirtecek bir gelişme?
Umutsuzca sayfaları çevirdim. Yüreğim daralıyordu.
Sonra…
Sonra…
Sonra…
İnanmayacaksınız ama tıpkı filmlerdeki gibi bir şey oldu. Güneş iki binanın arasından kendisine yer buldu ve birden gözlerim kamaştı.
Önümdeki gazetenin sayfalarını henüz çevirmiş ama haberi okumaya başlayamamıştım. Gözlerim adeta ışıktan birkaç saniyeliğine kör olmuştu.
Sonra güneş hafifçe ışıklarıyla bir haberi işaret etti. Ya da ben öyle anladım.
Orada tam karşımda, otuz iki güzel dişiyle gülen onun fotoğrafı vardı. Yanında ise haberin başlığı…
Destekliyordu….Bizi destekliyordu. Arkamızdaydı! Destekliyordu.
Başlıktan, spotlara haberi bir çırpıda okudum. İçim açıldı. Zaten o da açılımı destekliyordu.
Kurtlarla dans eden adam. Bu defa Kürtlerle dans etmeye hazırlanıyordu.
Üstelik öyle sıradan bir destekleme de değildi.
Memleketimizi sevki idare eden resmi adı Ak Parti’nin Tanıtım ve Medya Başkanlığı ile temas kurmuştu. Demişti ki;
“Türkiye’nin demokratikleşmesi ve insan haklarına verdiği değerin yeni bir ifadesi olan demokratik açılımı destekliyordu.”
Ağlamaya başladım.
Hüngür hüngür ağlıyordum.
Gözyaşlarım sicim gibi akıp yüreğimdeki yangını söndürüyordu.
Bu ne kutlu gündü!
Kevin Costner hükümetin Kürt açılımını destekliyordu.
Dahası vardı.
Gözlerim öylesine yaşlıydı ki mendiller sırılsıklam oluyor, çare olmuyordu. Katıla katıla ağlıyor ve haberi okumaya çalışıyordum.
Dahası vardı.
Memleketimize bir ziyaret daha yapacaktı. Aslında 3 Ekim'deki Ak Parti büyük kongresine gelecekti, ama Avrupa turnesi olduğu için –ama biz de Avrupalı değil miydik? Neyse, o muhterem ne bilsindi!- ancaaak 16’sında ona kavuşacaktık.
Gelecek ve “açılım” hususunda önemli açıklamalar yapacaktı.
Edibe hanım öyle diyordu.
Pardon! Tanımayabilirsiniz. Edibe Sözen’den söz ediyorum. Ak Parti Tanıtım ve Medya Başkanlığı’nın başındaydı. Kevin Costner’i –herhalde- iyi tanıyordu. Üstelik belki de Ak Partili bile yapabilirdi.
Kevin Costner bizi, Türkleri seviyordu!
Yeniden ağlamaya başladım.
Nedense aklıma Postacı filmindeki –Amerika’nın- dünyayı kurtaran adamı geldi.
Sonra “amaaaan” dedim. Kevin bizden biriydi. Türk Hava Yolları filmindeki o muhteşem rolü geldi.
Tam reklam filmi gösterildiği sırada o talihsiz uçak kazası nedeniyle pek yayımlanamamış ama sonradan devreye girmişti.
Sonra medyamıza verdiği o her biri diğerinden derin açıklamaları geldi.
Hani “kendini star hissedebileceği” ve reklamını oynadığı Türk Hava Yolları’na daha önce binmemişti.
İçimden “ne dürüst adam” dedim.
Hani aslında Türkiye’yi tanımıyordu ama karısı 19 yaşındayken gelmişti. E, yaş da 60’larda olduğuna göre epey olmuştu, ama hiç bilmemekten de iyiydi!
Hani memleketimize şeref verdiği gün Cumhuriyet bayramıydı da “bayrakları mutlulukla gördüm” demişti. Yok canıııım, tabii ki o bayrakların kendi için asıldığını düşünmemişti.
Hani “ülkede terör var” sorusuna “savaşa giden gençler ülkelerini savunmak için oradadır” diye en son yurttaşlık kitabında okuduğum o veciz yanıtı vermişti.
Hıçkırıklarım giderek yavaşladı. Sakinleştim. Göz yaşlarımı sildim. Şükranla o mümtaz insanın resmine baktım. “Atatürk sizin kahramanınız” dediğini hatırladım. Yumruğumu ağzıma dayayıp hıçkırıklarıma engel oldum. “Bir Türkün Atatürk’ü oynaması daha iyi olur” deyişindeki mütevazılığa şaşırdım.
Ne de yakışıklı bir artistti!
Ve kararımı verdim. 16 Ekim'de Atatürk Havaalanı'ndayım. Delgado’yu bile karşılamaya gitmeyen ben, elimde Türk bayrağı ile bizi desteklemeye gelen adamı karşılayacak ve bağıracağım:
Bak postacı geliyor / Selam veriyor / Herkes ona bakıyor / Merak ediyor…