Bir önceki yazı tam beş aydır bu sitede asılı kaldı.
Yazı Öcalan’ın çözüm odaklı bir barış sürecinin asli unsuru/aktörü olarak yeniden sivrilişine dikkati çekiyordu. Zira PKK yanlısı mahkumların açlık grevini bir mesajla bitirmiş, örgüt üzerindeki otoritesini bir kez daha göstermişti.
Sonrası adeta hızlı bir film gibi önümüzden akıp gitti.
2013 Nevroz’unda ise Öcalan’ın çağrısı ile PKK’ya yapılan “silah bırakma” çağrısı okundu.
Tarihi bir çağrıydı. Öcalan büyük bir dikkatle hazırlandığı görülen, dini, “milli” mesajlar da içeren çağrı metninde Türk ve Kürt halkının ortak değerleri, tarihi, geleneği ve bir arada yaşama azmine dikkati çekti.
Bugün dünden daha umutluyuz.
Tarafını silahların susması, ölümlerin durması ve siyaset içinde sorunların çözümünden yana seçenler için tarihi bir gün.
Türkiye’de neredeyse beş aydır terör nedeniyle şehit cenazeleri kalkmıyor. Dağdan ölüm haberleri gelmiyor. Anneler-babalar huzurlu. Siyaset bu ılımlı havada daha sakin ve daha bir çözümden yana dil kullanıyor. Başbakan Erdoğan’ın “bütün milliyetçilikleri ayaklar altına almasının” nedeni de bu.
Eğer ki şehit cenazeleri ülkenin şehirlerine, ilçelerine ve köylerine dağılıyor olsaydı o milliyetçilik yeniden toplumsal gerilimin baca borusuna dönüşürdü. İyi ki de dönüşmedi.
Tayyip Erdoğan siyasal icraatlarının en önemlisine, Cumhuriyet tarihinin en önemli hamlesine imza atmaya hazırlanıyor. Hiçbir siyasetçinin kolay kolay alamayacağı bir siyasi riski bütün alternatif maliyetlerine karşın üstlenmiş görünüyor. Reel siyasetle, misyon siyaseti arasındaki bu önemli farkta asli rol Erdoğan’a aittir. Zira PKK-Öcalan çizgisi yapılan açıklamada da vurgulandığı gibi “inkar siyasetinin” bitişini bir zafer olarak tabanına anlatabilir. Ancak aynı retoriğin Erdoğan tarafından ülkenin dört bir yanında yinelenmesi söz konusu ol(a)mayacaktır.
Şimdi giderek zaman bam teline doğru evriliyor.
Barış güzel bir kavram. Silahların susması da öyle…Peki bu umut veren, herkese iyimser bir gelecek tahayyülü veren bu süreçte Kürt kimliği ve Kürtlerin beklentisine ilişkin ne söz verildi?
İşte en kritik aşama burası. Yani Kürt Sorunu’nun aynı zamanda bir Türk Sorunu olduğu gerçeğinden hareketle, adeta bir paranoyaya dönüşen bölünme/parçalanma sendromunu tetikleyebilecek bir sürece giriliyor.
Öcalan-PKKDiyarbakır’da özgürce PKK bayrağı açılması karşılığında böylesi bir barış sürecini başlatmadığına göre Kürtlerin yeni yaşamları, kimlikleri, bölgesel kalkınma, özerklik/statü/yerel yönetim şartı vb. konularda hangi düzenlemeler yapılacak? Bütün bu yeni gelişmelerin Türk halkına da doğru biçimde anlatılması ve yansıtılması asıl zahmetli boyutu içeriyor.
Reel siyasetin işi asıl burada başlıyor. Zira bu ülkede sadece Türklerin yaşamadığını Türklere anlatmak gerekiyor. Hakikat Komisyonları ile Kürtlere karşı işlenen suçların tartışılması, Kürt kimliğinin anayasal bir güvence altına alınması vb. söylemler ile Kürtlere vaat edilmiş hakların kamuoyu ile paylaşılması sürecin siyaseten en zor bölümlerinden biri olacak.
İşte böylesi bir aşamada Kürt siyasetinin reel siyaseti zor durumda bırakacak tutum ve söylemlerden kaçınmasının yanı sıra, muhataplarında soru işareti uyandırabilecek bir resmi söylemden de kaçınılması önemli.
Bu ülkenin sağ duyulu insanlarına düşen ise bütün bu zorluklarda çözümden yana, bu ortak iradeyi desteklemekten yana olmalı.
Barış kırılgan bir güvercinse, onu ürkütmeden beslemeli ve ihtimam göstermeliyiz.
Göstereceğiz.