13 Haziran 2016

Din, demokrasi, insan ve Fazıl Say’a bir açıklama

Kendini solcu diye tanımlayıp düpedüz ırkçı tutum takınanlara az tesadüf etmiyoruz.

“Bu nasıl dindarlık” diye şaşırıyoruz ya…

Bir solcuya şunu, bir muhafazakâra bunu yakıştıramıyoruz ya…

Kişiliklerini göz ardı edip, insanlara sadece aidiyetleriyle, etiketleriyle baktığımızdan olmasın?

Halbuki bütün aidiyetlerimizi kendi karakterimize göre yaşıyoruz.

Mesela, karşı takımı tutanları rakip değil düşman gören fanatik bir taraftarın ruh hali gibi kimilerinin inançlarının, dünya görüşlerinin, siyasi fikirlerinin yansıması. Ve hangi inancı, hangi felsefeyi, hangi ideolojiyi benimsedikleri fark etmiyor, şayet davranışlarını, yaklaşımlarını, söylemlerini karşılaştırırsanız.

Tesettürlü birini gördüğünde yok etmek isteyen mantaliteyle, modern bir yaşam tarzı olanlara baktığında onları ortadan kaldırmak isteyen zihniyet arasında bir ayrım yok esasta.

“Tuttukları taraf” değişik yalnızca.

“Fıtrattan” dürüst değilse bir insan, görüyoruz, dindar olabiliyor ama “Allah korkusu” bile yetmiyor onu yalancılıktan, sahtekârlıktan vazgeçirmeye. Herhalde ya kendi kendini haklı çıkaracak bir mazeret buluyor ya ibadet edip “Allah’ın affına” sığınıyor.

Aynı peygambere, aynı kutsal kitaba inananlardan Mevlana ve onun yolunu benimseyenler de çıkıyor IŞİD militanları ile sempatizanları da.

Kullanıldıklarını, kabahatin onları kullananlarda olduğunu söylemesin kimse;  insanların hipnoz altındayken dahi inanmadığı yahut kişiliğine uymayan işleri yapmadığı bilimsel bir kabul çünkü.

Kendini solcu diye tanımlayıp düpedüz ırkçı tutum takınanlara az tesadüf etmiyoruz.

Hasbelkader solcu, sağcı, dinci olmuşlara; hangisini olmuşsa onun softası olmuşlara özellikle bu coğrafyada bu derece sık rastlanması demokrasinin bu topraklarda niçin tam manasıyla bir türlü yerleşemediğinin cevabı bana kalırsa.

Yasaklardan, ayrımcılıktan, baskıdan yana çoğumuz kendi mensubiyetimizce nasibimizi alıyoruz.

Fazla uzatmaya gerek yok, demokratlığın da bir kişilik özelliği olduğuna, gerektirdiğine bu yüzden inanıyorum.

Birer birer bütün insanların kişilik yapısını değiştirme imkânı bulunmayacağına göre ise reçete, sistemi demokratik kılacak düzenlemeleri yapmak.

“Batı demokrasisi” genel başlığı altında topladığımız ülkeleri örnek alıp,  yasalarla, eğitimle, öğretimle sistemi oturtmak.

Bunun için siyasi yelpazenin her kanadından, her inançtan, her gruptan demokratların birlik olması, dayanışması, haksızlığa, hukuksuzluğa karşı direnmesi tek umut kapısı demokrasi yolunda.

Biliyorum, askerî vesayeti zayıflatmaları sebebiyle şimdi demokrat gazetecilere, akademisyenlere, aydınlara açılan davalara memnun olan, “oh olsun” diyen epey insan var.

İşte bu tam da bu yazıda anlatmaya çalıştığım anlayışın göstergesi.

Boşuna sevinmesin, boşuna kendilerini haklı görmesinler; bu memleket darbe gördü, vesayet gördü, dinci iktidar gördü ama demokratların iktidarını hiç görmedi.

Belki o vesayet dönemleri, darbeler yaşanmasa AKP gibi bir parti asla var olmayacaktı, yahut iktidara gelemeyecekti.

Biri diğerini besleyen iki kutba mahkûm olmamanın tek garantisi o demokratların varlığı; bu gerçeği kavramadıkça bir çıkış şansımız da yok bu tehlikeli gidişattan.

Şimdilik bütün ayrılıkları bir yana bırakıp tek bu ideal için seferber olması lazım daha özgür, daha adil, daha refah içinde ve barış ortamında yaşamayı isteyen herkesin.

Bir kere de demokrasi kazansın, demokrasi kazanırsa Türkiye kazanacak kuşkusuz.

Fazıl Say’a bir açıklama

Fazıl Say Cumhuriyet’teki köşesinde Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın yargılanmaları hakkında “hiçbir şey hissetmediğini” yazmış; olabilir.  Taraf’la ilgili görüşleri de kendini bağlar ama ve ancak o yazısında “…insanlığı, sanatı savunan aydınlara  ‘Hitler’ dediler, ‘müzik faşisti’ dediler” sözleriyle Altan’ı ve Çongar’ı hedef alması düpedüz haksızlık çünkü kastettiği yazıyı ben yazdım. Elbette kendisini ne Hitlerlikle itham ettim ne de müzik faşistliğiyle. Klasik müzik dinlemenin ve sevmenin demokratik ve çağdaş bir toplum olmak için yeterli ve gerekli bir şart olmadığını savunan bir yazıydı. Sanatçı hassasiyetiyle yanlış algıladı sanırım. Aksi bahis konusu olsa zaten ceza alırdım zira Say o yazımdan ötürü beni mahkemeye verdi. Davayı kaybetti.  Üstelik Ahmet Altan’ın ve Yasemin Çongar’ın o yazımdan pek de memnun olmadıklarını gayet iyi tahmin edebiliyorum. Her ikisi de sanata ve sanatçıya bilhassa değer vermeleriyle, ayrıcalık tanımalarıyla bilinen insanlar. Yazarlarını özgür bıraktıklarından, yazdıklarına karışmadıklarından dolayı yazımın basılmasına engel olmadılar, o kadar. Bu arada belirtmeliyim ki, daha sonra Fazıl Say paylaştığı bir tweet yüzünden yargılandığında bu durumu çok antidemokratik bulmuş, o sıralarda yazı yazmadığımdan söz konusu meseleye değinemediğime hayıflanmıştım.  Bu vesileyle onu da açıklamış olayım.

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Altan’ın dünya turu ve Nobel

Ahmet Altan cezaevindeki hücresinde anılarını yazarken “Ben sizi unutacağım ama siz beni hatırlayacaksınız” demiş...

Yazar, hayal gücü ve dünyayı dolaşmak

Ben bu defa müjdeler getiren bir eylül bekliyorum

Ahmet Altan’dan bir armağan

Washington Post’un 2017nin En Önemli 50 Kurgusu listesinde Ahmet Altan’ın ABD’de Endgame adıyla yayımlanan romanı da var