Bu kez Moda’dayız. İstanbul’un bu güzide semtinin adı gibi tiyatroyu özellikle gençler arasında moda hale getiren bir tiyatrodayız.
Açıldığından bu yana tiyatro severleri günümüz dünya tiyatrosundan yeni örnekler ve farklı sahneleme teknikleriyle zengin yorumlara açık klasik oyunlarla buluşturan Oyun Atölyesi’nin yeni oyunu “7” Şekspir müzikali.
Yönetmen Kemal Aydoğan, erkeğin yedi çağını ünlü İngiliz oyun yazarı Shakespeare’nin şiir ve oyunlarından alıntılarla örtüştürmüş ve ortaya özüyle, sözüyle erkeği birebir yansıtan bir kolaj çıkmış.
“Bütün dünya bir sahnedir.
Ve kadın erkek ancak birer oyuncu:
Sırası gelen girer,
Sırası gelen çıkar.
Nice roller oynar ömür boyu
Yedi perdelik bir ömürdür
Yedisinden yetmişine
Bir erkeğin oyunu.”
Müzikalin başrol oyuncusu Haluk Bilginer, yedi çağı dört soytarıyla birlikte anlatıyor. Yaşarken uzun, dinlerken kısacık yedi çağ. Bebeklikten ergenliğe, hükümranlıktan maskaralığa... İki saate sığan koca bir ömür ve iyisiyle kötüsüyle, aşkıyla ıstırabıyla, iktidarıyla sefaletiyle bir bozuk düzen hepimizin içinde olduğu.
“Doğduğumuz anda, şarlatanlarla dolu bir koca sahneye geldik...” demiş ya Shakespeare Kral Lear oyununda... Eğer bu şarlatanlıkları ortaya dökmekse amacımız kimi kez soytarı oluyoruz kimi kezse dokuz köyün delisi. Avazımız çıktığı kadar bağırdığımız da oluyor, sesimizi kesip başımızı öne eğdiğimiz de. Yaşanmaya çalışılan yalan hayatlar kameralara yansırken, çatlayan, sıvası dökülen, kanayan gerçeklerimiz kuytu bir yerlerde görmezden geliniyor.
Bilginer’in oyunculuğuyla en az eş düzeyde gördüğüm müzikal yorumculuğu etkileyici. Dört soytarıda Evrim Alasya, Selen Öztürk, Zeynep Alkaya ve Tuğçe Karaoğlan’ı müzikalin ruhuna uygun dinamizmde, bestelerin değerini verecek ve orkestranın performansını olumlu yönde etkileyecek nitelikte oyunculuklarıyla izliyoruz.
Tolga Çebi’nin tek bir türe takılıp kalmayan, Türk sanat müziği formlarından klasik melodilere kadar uzanan müzikleri sözün rengini ve ışıltısını güçlendiriyor. Sekiz kişiden oluşan orkestranın uyumu, disiplini ve performansı övgüyü hak ediyor.
Oyun başlar başlamaz yüzümüze yayılan gülümseme ikinci perdenin sonunda yerini bu gülümsemeye eşlik eden “Ah keşke ben de soytarı olsaydım” itirafına bırakıyor. Üzerinde yüzyıllar geçtiğinde bile değişmeyen doğruları kaleme alan usta yazarın önünde saygıyla eğilmek, bu doğruları sanat yoluyla aktaran elçileri de alkışlarımızla sarmalamak gerek.
Ve esmek rüzgâr gibi özgür... Ve alacalı kostümler giyerek içimizi dökmek... ecele yenik düşmeden. Tek isteğimiz bu.