Şimdilerde “Hanımın Çiftliği” romanından uyarlanan diziyle ekranlarımıza konuk olan usta yazar Orhan Kemal’in aynı adlı hikayesinden oyunlaştırılan “72.Koğuş”, Sadri Alışık Tiyatrosu’nda sahneleniyor.
Çolpan İlhan ve Kerem Alışık’ın gayretleriyle perdesini sürekli açık tutan tiyatro, son yıllarda Türk filmlerine konu olmuş eserleri, ünlenmiş oyuncularla sahnelemeye ağırlık verdi. Oysa rahmetli Sadri Alışık’ın çizgisini devam ettirerek, bulvar tiyatrosunun nitelikli örneklerini seyirciyle buluşturmak daha etkin bir misyon olamaz mı? Tiyatroya ev sahipliği yapan Beyoğlu Küçük Sahne’nin duvarında asılı levhada orada sahneye çıkmış oyuncular, aynı zamanda ülkemizde bulvar komedisinin de temsilcileridir.
Gelelim 72.Koğuş’a. Öncelikle Orhan Kemal’in hikayesindeki tadı yakalamak mümkün değil. Hikaye, savaş yıllarında ister kader kurbanı ister serseri bir yaşamın asalakları deyin; bir grup mahkumun sefalet içindeki günlerinden bir kesit sunar. 72.Koğuş, sefaletin en dibinde yaşayan mahkumların toplandığı bir koğuştur. Hikayenin baş karakteri Ahmet Kaptan da kan davasından dolayı mahkumdur ve bu koğuşta cezasını çekmektedir.
Orhan Kemal’in hikayesi, bu koğuşta gün sayanların karakter özelliklerinden kısaca bahsedip, aralarındaki ilişkiye, acizleşen insanın gelebileceği noktaya yoğunlaşır. Bir izmarit ya da bir bardak çay için kavga eden insanlıktan çıkmışların dünyasıdır bu.
Yönetmen Kemal Başar’ın rejisi, hikayeye uymayan, seyirciyi güldürmeye yönelik tonlanan replikler, süregiden dramın üstünü örten hareketlilik, hikayeyi zenginleştirmeyen aksine sıradanlaştıran mizansenlerle dolu. Hal böyle olunca insanın gelebileceği en alçak durumda, haysiyetin kalmadığı, kendine saygısının yittiği noktada seyirci ne acıma hissediyor ne de öfke...
Yönetmen, Yavuz Bingöl ve Azra Akın’ın seviştiği bir rüya sahnesiyle belli ki magazin basınına sansasyonel kareler vermek istemiş.
Dekorun işlevsel olarak tasarlanmaması, gardiyanın ve yardakçının geliş gidişlerinde, diğer koğuşlara geçişlerde istenen etkiyi yaratmıyor. Işık tasarımı da koğuşun pis, loş, kasvetli havasını vermiyor.
Anlaşılamayan Karadeniz şivesiyle Yavuz Bingöl, ifadesiz bakışları ve o üstüne yapışan bitirim delikanlı havasıyla Kerem Alışık, ana karakterlerin üstlenmesi gereken baskınlığı sağlamakta yetersiz kalıyor. Başrol olarak yansıtılan Azra Akın’ın oyunda bir fonksiyonu olduğunu söylemek zor. Yardımcı rollerdeki oyuncuların ise rollerine iyi çalıştıkları belli oluyor.
Bu oyunun, bırakın İstanbul’da oynaması Londra ve Berlin’e de götürülmesi, Türk tiyatrosunun imajına ne şekilde bir katkı sağlayacak, doğrusu şüpheliyim.