Savunmasız, sadece sevgilisiyle sokakta nasıl davranacağına, evlendiğinde kaç çocuk sahibi olacağına, doğum yaptırıp yaptırmayacağına, yaptırsa nasıl doğuracağına, hangi renk rujla boyanacağına, giyimine, saat kaçta ne içeceğine, nasıl yaşayacağına, ülke yöneticilerin artık karışmamalarını, kararlı bir dille isteyen gençlere saldıran zihniyeti düşündüm de...
Gezi Parkı Baharı’nın kuşkusuz ve tartışılmaz yıldızı, soyadına layık bir halk Önder’i olan Sırrı Süreyya dostumu; iki yıl önce, Adalar Belediyesi ve Dafni – Defne (Yunan - Türkiye) Dernekleri ile ortaklaşa, bir Yunan – Türk Dostluk Festivali düzenlediğimizde, moderatör olarak davet etmiştik, o da bir açık oturumda anlatmıştı… Bilenler bağışlasın…
Papazı dövdürtmeyecektik!
Bir Kürt-Alevi dedesi, bir Sünni-Türk imam ve bir Ermeni-Hıristiyan papazı (Tanzimat’ta, yanlarına Yahudi haham katıp, faytonla sokakları dolaştırıp bundan kelli gâvura gâvur demek yasak diye bağırarak dolaştırdıklarında olmalı), kol kola, sıcak bir havada dolaşıyorlarmış.
Birden karşılarına bir bağ çıkmış; girer-girmeyiz derken, girmişler bir güzel üzüm yemişler…
Bağın sahibi Sünni-Türk, bunları yakalamış…
Papaza: Hadi bunlar din kardeşlerim, sana ne oluyor, bağıma girip üzümlerimi yiyorsun deyip pataklamış. Alevi-Kürt dedeyle Sünni-Türk imam kıllarını bile kıpırdatmamışlar hatta Yahu ucuz kurtulduk, ne de olsa din kardeşi sayılırız diye içten sevinmemişler değil..
Bağ sahibi, Hadi hoca ile mezhep ve millet olarak ailedeniz; sana ne oluyor, papazla bir olup üzümlerimi yiyorsun deyip pataklamış Kürt-Alevi dedeyi; Sünni-Türk hocanın keyfi yerinde Gözünü seveyim şu benim dinimi deyip için-için seviniyormuş…
Ve nihayet, bağcı dönmüş soydaşı-dindaşı hocaya: Yahu hoca, biri Kürt, diğeri Ermeni, biri Alevi dedesi, diğeri papaz; engel olacağına nasıl olur da onlarla üzümlerimi yersin ha deyip onu da bir güzel pataklamış ve gitmiş oradan…
Üçü yara-bere içinde yarı baygın kıvranıyorken, hoca inleyen Alevi dedesine fısıldamış, Hışt Dede! Biz nerede hata yaptık biliyor musun? İnleyen dede sormuş Üzümleri yemekle mi? Hoca cevaplamış Yok yahu, başta en başta, papazı dövdürmeyecektik..
Sakın tayzemin bıyığı olsaydı, dayım olurdu demeyin!
Hayır! Bu çok kolay, yüzeysel ve ilkel bir açıklama olur çünkü… İnsanlık tarihi, hatalardan ders alın(a)mayıp, aynıları tekerrür etmelerle dolu. Süper devletlerden ta çekirdek ailelere, o engel olunamamış papaz dövülmelerini bıktırıncaya kadar anlatmak, hatırlamak gerekiyor…
Bir daha asla demeyelim, zira şablon olacak, mümkünse tekerrür etmemesi için diyelim…
Araştırma imkânı olsa da, Yavuz Sultan Selim’in Alevilere yaptığı korkunç katliamlarında, Osmanlı’da örneğin Ermenilerin, Rumların vd tepkisi ne ve nasıl olmuştur diye…
Osmanlı’da, bir ara Yahudi Cemaati’ne, onları ikinci plana atma karşılığında Hıristiyan Ermenilere, başta Fransa olmak üzere Batı’nın dayatmasıyla, daha bir öncelik tanındığında, Ermenilerin Yahudilere karşı tavrı nasıl ve ne olmuştur diye…
Sonra 1915’te Alevilerin, azınlığı diğerlerle işbirliği edip suç işlerken, çoğunluğun nasıl Ermenileri kolladıkları, Ermenilerin bir kısmının Alevileştiklerini filan biliyoruz gerçi…
Ama mesela, Osmanlı Yahudilerinin 1915’teki tavırlarını da öğrenmek, ilginç olmalı bence…
Tâlât Paşa bulvarları, caddeleri vs adları konulduğunda, Alevi’si, Sünni’si, Laik’i, Türk’ü, Kürt’ü, Rum’u, Kemalist’i, Pratikan Müslüman’ı, bu zengin coğrafyanın çocukları nasıl, ne tepki verdiler, araştırmaya gerek yok sanırım… Çünkü hiç! Tam bir sessizlik duvarı!
Keza, 6-7 Eylül 1955 Olayları’nda, yağmalar, ırza geçmeler vs yetmiyormuş gibi Rum ve Ermeni vatandaşlarımızın yaşadığı mahallelere Ergenekon, Türkbeyi, Şarapnel, Kurtuluş, Bozkurt gibi adlar konulduğunda kimse ama kimsenin umurunda olmamış olduğu gibi…
Hâlbuki bugün, çoğu insan gibi, Ermeniler de Boğaz Köprüsü’ne Yavuz Sultan Selim adının konmasına… karşı çıkıyor, protesto ediyor, kabullenmiyor hatta isyan bile ediyorlar…
Ülke yöneticilerinin, özel yaşamlarına burunlarını sokmaları gibi, alay edercesine yanlış adlar filan koymalarına karşı çıktıkları için de Gezi Parkı’nda bahar havası süreci yaşatıyorlar…
Tarih/ Kaderin cilvesiyle: Gezi Parkı'nda, birer (Ceviz) ağacız
1872’de, (Belediye) Şehremaneti, Ermeni Cemaati’ne ait, Surp Hagop Mezarlığı’nı gasp etmek için ne hokkabazlıklar yapmaya kalkışmış ama Sultan Abdülaziz müsaade etmemiş…
Zira burasının, Kanuni Sultan Süleyman’ın kendi hayatını kurtarmış Ermeni aşçısına şükran sunmak için resmen bahşettiği şimdiki Gezi Parkı’ndan Divan-Hyatt Otelleri, Harbiye’deki Radyo Evi, Hilton Oteli ve Ordu Evi’nin bulunduğu alanın Ermenilere ait olduğunu söyler.
Sayın Başbakan’ın, sıkça yâd ettiği ecdadımız Sultanlar, Ermenilere binlerce dönüm arazi bahşetmiş, korumuş; ama torunları bunları gasp etmek için olmadık dümenler çevirmişler…
1912’de bu kez, istimlâk bahanesiyle, bedelini değil, mezar taşlarını taşımaları için gülünç bir miktar (15 bin altın) ödemişler. Daha çok arazi kalır, o doymaz gözlerinin iştahını kabartan…
1931’de Ermenilere ait 800 bin m2’lik araziyi gasp etmekle kalmayıp; ölüleri de rahat bırakmayıp, mezar taşlarıyla Gezi Parkı merdivenleri ve Eminönü Meydanı’nı inşa ederler...
Tarihin veya kaderin cilvesi, sökülmek istenen Gezi Parkı ağaçları, aslında birer ceviz (veya değil) ağacı kılığında mezarlık ruhları; ama bundan ne polis ne de Hükümet farkında...
Surp Hagop Mezarlığı’nın ruhları, insanları, geçmişten bugüne yapılan tüm hataları ve suçları, top yekûn hatırlamaya ve kim bilir belki de onarmaya, düzeltmeye çağırıyorlar…
Bazı Türk okullarının adlarını Krikor Zohrab veya Boğaz Köprüsü’nün adını Pir Sultan Abdal diye koyulsa mesela, bir bulvarın adı Marko Paşa veya melek çocukların canavara dönüşmemesi için kurulacak bir Çocuk Eğitim Merkezi’nin adını Hrant Dink koyulmaya başlansa, işte ancak o zaman samimiyiz, konuşmaya başlayabiliriz demektir, ondan önce asla!