Önceden, baştan yazalım…
Ne yandaş’ız, ne de körü körüne muhalif…
Kafkasya’sı, Doğu’su, Orta doğu’su, Akdeniz’i, Türkiye’siyle bu coğrafyada pek kolay anlaşılacağımızı zannetmiyoruz ama eğriye EĞRİ, doğruya DOĞRU demeye çalışan bir zihniyet, bir anlayışa sahibiz…
Hangi siyasi parti, alkışlanmasına inandığımız bir şeyi başarırsa alkışlamaya; eleştirileceğine inandığımız bir şeyi yaparsa eleştirmeye çalışırız…
Kim olursa olsun, hiç tereddüt etmeden…
Demokratikleşme Paketi’nden bahsedeceğiz…
Daha Paket açıklanmadan, hem eleştiriler hem övgüler başladı…
Kimse doğru dürüst içeriğini görmeden…
Paket açıklandıktan sonra ise, bir yandan Bu hepten içi boş bir paket ve diğer yandan Muhteşem (hatta), devrim niteliğinde bir paket diye tepkiler verilmeye başlandı…
Gözardı ettiğimiz nokta: Bu devletin refleksleri nasıl?
Demokratikleşme Paketi, bugün veya dün kurulmuş bir ülke-devletin ürünü değil; 1923’te kurulmuş, bugüne değin iyi/ kötü refleksleri yerleşmiş bu devletin bir Hükümet’inin ürünü…
2013 Cumhuriyet Türkiye’sinde, eğer pratikan Müslümanlara, Alevilere, Gayri Müslimlere, Laiklere, Demokratlara, Öğrencilere, Gençlere, sermayedar-işçi-emekçilere, aydın-sanatçılara diyelim, bir parmak bal çalınmış, seçim için gıdım-gıdım bir şeyler ‘verilmiş’ olsun…
Objektif olarak, bütün bunları hatta çok daha fazlasını söyleyebiliriz…
İyi güzel de bir de sübjektif olarak bakarsak meseleye…
İdam Cezasının iptali gibi, bir ülke-devletin demokrasi tarihinde bir dönemeç sayılabilecek bir kararın, nasıl, kaç aşama sonrasında, ne zaman alındığını hatırlasak ya önce?
Türkiye’de 1920'de Meclisin kuruluşundan, 1984'te idam cezalarının fiilen kaldırılmasına kadar geçen 64 yıllık dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanan ve infazı gerçekleştirilen idam cezası kararı sayısı 712'diydi. Bunlardan 15'i kadın hükümlüydü.
Buna İstiklal Mahkemeleri'nin, Meclis’i devre dışı bırakarak aldığı idam kararları dâhil değildi. Meclise gelmeyen1500 - 2000 idam kararı bulunduğu tahmin edilir hep...
Türkiye'de idam cezası ilk önce 2002'de savaş halleri, sonra çok yakın savaş tehdidi halleri daha sonra terör suçları halleri dışındaki suçlar, 2006'da ise hepten karar alındı ve 5218 sayılı kanunla tamamen kaldırıldı.
Ekim 1984'ten itibaren idam cezaları Meclis’te zaten onaylanmıyor,, infaz olmuyordu, 1991 yılında çıkarılan afla 500 civarında idam cezası dosyası, 10 yıl ağır hapse dönüştürüldü.
2002'deki yasayla fiilen uygulanmamış tüm idam kararları, müebbede dönüştürüldü.
1990'lı yıllarda birçok idam kararı verildi ancak infaz edilemedi.
Abdullah Öcalan'ın 29 Haziran 1999'da idam cezasına çarptırıldı. 25 Kasım 1999'da Yargıtay tarafından onandıysa da idam cezasının AB uyum yasaları ile kaldırılmasından dolayı cezası ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi. Kısacası idam cezasının kaldırılması telaffuz edildikten sonra aşağı yukarı 22 yıl geçti, kesin ve resmen kaldırılışına kadar…
AKP’den daha fazlasını beklemek mi, ne hakla?
Hâl böyleyken, üstelik tamam, artık yapacağımızı yaptık, mevcut şartlarda, yakın gelecekte daha fazlasını yapamayız denmeyip, tersine bu bir başlangıçtır, reformlar devam edecektir deniyorsa; (…) Yetmez ama evet, dönemi bitmiştir ve artık yeter, dönemi başlamıştır! nasıl denebiliyor, merak ediyor ve el insaf yahu diyor insan…
Tabii ki, gönül daha, daha fazlasını (bunca gecikmeden sonra), nihayet isterdi ama sanki iktidarda bir Komünist Parti, bir Sosyalist Parti hatta Sosyal Demokrat Parti var ve dahası çok daha fazlasını isteme hakkını kendimizde görüyoruz…
Göz ardı ettiğimiz şey, Hükümet’i oluşturan, İslami referanslara çok hassas, muhafazakâr olduğunu saklamayan ve kendisine ancak demokrat deme lütfünde bulunan bir siyasi parti…
İkinci Dünya Savaşı’nın en acımasız izlerinden birisi olan demokrasi dışı vesayeti, el âlemin ülkesindeki Gladio musibetini kaldırdıktan yirmi yıl sonra, işte bu Hükümet sayesinde yok etmiş olacağız; sonra da yaptığı demokrasi paketine burun kıvıracağız…
Paket’i pek âlâ beğenmeyebiliriz ama kimden, daha fazlasını niye bekliyoruz ve ne hakla?
Okullarımızda And’ın kaldırılmasına gelince…
Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler vd gibi Türkiye’nin bulunduğu coğrafyanın kadim halkları değil, 60’lı yıllardan itibaren sonradan Almanyalı, Almanya vatandaşı olmuş Türk(iyeli)lerin, çocukları, gençleri ve yetişkinleri, sabahtan akşama, ilkokul, ortaokul, lise ve hayatın her ama her anında Ich bin Deutsche ( r )! Ich bin aufrichtig! Ich bin fleißig! Möge meine Existenz ein Geschenk für die Existenz der Deutschen sein’.Yani Alman’ım, doğruyum, çalışkanım; varlığım Alman varlığına armağan olsun!’ diye Almanya’da bangır-bangır söylemeye, hatta içselleştirmeye mecbur edilseydi nasıl hissederdik kendimizi?
Keza, Bulgaristan’da yaşayan Türk(iyeli)ler için de geçerli… Oysa Jivkov yönetiminin, sevgili soydaşlarımıza Türkçe isimleri yasaklayıp, onları Müslüman Bulgarlar addederek, Bulgar adları kullanmaya zorlamalarına nasıl isyan etmiştik ve yine ederiz öyle değil mi?
Oysa kendi asıl kimliklerinin göstergesi olan ibareleri, soyadlarından çıkarmak zorunda kalmış milyonlarca TC vatandaşımız (!) hala ve yine Türkiye’de yaşıyor, başka ülkelerde değil…
Sadece bunları hatırlatmak istedik, bizce fazla söze gerek yok…