07 Nisan 2013

Âkillere somut öneriler

Sayın Hükümetimiz, Sayın Âkil arkadaşlarımız, Sayın Türkiye halkı, umarız hariçten atılan bu gazelden dolayı alınmaz, sadece içten bir katkı olarak telakki ederler bu…yakarışımızı…

1994 Aralık - 2005 Eylül arası, en çekirdek kadrodan bahsediyorum, Sayın Ragıp Zarakolu ve Sayın Jean Claude Kebapçıyan ile yani üç kişiyle başladığımız; sonra bir göle atılan taşın gitgide oluşturduğu daireler gibi, grup-grup çoğalan Ermeni – Türkiye Demokratik Diyalog Hareketi Girişimi tecrübesinin ayrıntılarına değinmeyeceğiz.

Gereksiz tevazu gösteremeyecek ve hasbelkader demeyeceğiz.  Zira hiç tesadüf değildi…

O zamana dek yaşam tarzı haline dönüşmüş alışkanlıklarımızı, ortak bir amaç uğruna, bir projeye dönüştürdükten sonra,  Fransa Dış İşleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı (Jacques Chirac)’nın, bizlerin başvurusuyla, destekleriyle Halk Diplomasisi formatında somutlaştırıp, yürüttüğümüz çalışmanın ışığında, bugün fikirlerimizi paylaşmak istediğimizi söyleyebiliriz.

Başka bir ülkede, başka bir sorun için, yıllar önce, başkaları tarafından, bir tür Âkil İnsan sayıldığımız vesilesiyle, elde ettiğimiz tecrübelerin ışığıyla; şimdilerde, Türkiye’de Kürt Sorunu Çözümü Sürecinde yapılabilecekleri şöyle sıralayabiliriz…

 

ISAMİMİYETİMİZİN SAHİCİ OLDUĞUNU, SAHİDEN GÖSTEREBİLMEK

     Çok önemlidir, zira en büyük silah veya  - barış sürecinde silahtan söz etmeyi metafor

     olarak da olsa kullanmayı doğru bulmazsak – araç, diyelim, samimiyetimiz olmalıdır…

 

II -  EMPATİ KURABİLMEK, KARŞIMIZDAKİNİN YERİNDE OLMAK

      Anlaşılmak istiyorsan eğer, başkalarının dediklerini de anlamaya çalışmalısın(!)

      ifadesini öyle laf olsun diye değil; hangi dinden olursanız olun, O’nun ile samimi bir

      diyaloga girdiğiniz saniyeler vardır hani, gözlerinizin nemlendiği, farkında olmadan;

      yahut ateist bile olsanız, vicdanınızın titrediği saliseler olur bazen, içinizden fırtınaların

      koptuğu ve bir adaletsizlik karşısında mutlaka şu tavrı almalıyım(!) diye kendinize söz

      verdiğiniz o anlardaki duygulara eşdeğer, kendinizi karşınızdakinin yerine

      koyabilmelisiniz. İşte buna empati kurmak deniyor şimdiki zamanlarda…

 

III- BİRBİRLERİMİZİN KUTSAL DEĞERLERİNE, KESİN – KARŞILIKLI SAYGI

       Herkesin oyuncağı kendine ifadesi daha çocukken bile karşı çıkılan bir ifadeyken, her

       çocuğun kendine ait olan oyuncağı mutlaka başka bir çocuk ile paylaşması gerektiği salık

       verilmişken, kalkıp koca-koca insanların herkesin bayramı kendine diye hareket etmesi,

       takdir edersiniz ki, doğru, sağlıklı, hakkaniyetli yani kısaca savunulabilir değildir.

     

IV - HERKESİN KENDİSİNİN DEĞİL, KARŞISINDAKİNİN YARASINI ONARMASI

        Tıpkı bayram - mutlu günlerde, kutsal değerler konusunda olduğu gibi, herkesin kendi

        yarasını, başkalarıyla aynı ortamda yaşarken, sıkıntı çekmeden, tedirgin olmadan

        sarabilmesi tabii ki olmazsa olmaz bir şarttır. Türkiye toplumunda, daha hâlâ insanlar

        kendi yaslarını evet sadece ve sadece yaslarını dâhi tutmaları, kaybettiklerine saygıyı

        dâhi daha yeni yaşamaya başladıklarını unutmayalım. Dolayısıyla, herkesin kendi

        yasını, bir başına tutabilmesi, ağıtını yakabilmesi, kaybettiklerine saygı duyması elzem

        ama artık üçüncü hatta dördüncü aşamaya geçilebilmelidir.

 

V -  SEVMENİN TANIMAKLA BAŞLADIĞINI YAŞAMAK / YAŞATMAK LAZIM!  

       Bir bireyin, bir ailenin, bir zümrenin, bir topluluğun, bir toplumun, bir ülkenin, bir

       kültürün, bir medeniyetin, bir başka bireyi, bir başka aileyi, bir başka zümreyi, bir başka

       topluluğu, bir başka toplumu, bir başka ülkeyi, bir başka kültür - medeniyeti sevebilmesi

       için, o bireyi, o aileyi, o zümreyi, o topluluğu, o toplumu, o ülkeyi, o kültürü- medeniyeti,

       her şeyden önce tanımanın şart olduğunu bilmek yetmiyor…

       Dolayısıyla, her kesimin diyelim kendi özelliklerini, kendi aidiyetini paylaşanlara değil,

       tersine paylaşmayanlara tanıtması başlı başına bir katkıdır diyalog aracılığıyla her barış

       sürecine. Aksi takdirde, üstat Çetin Altan’ın dediği gibi, Türk’e Türklük propagandası

       veya geliştirdiğimiz gibi Demokratlara demokrasi havariliği yapmış oluruz…

 

 

ÖRNEKLEMEK İSTERSEK

 

I – Samimi görünmek için neler yapmalı, nasıl bir vücut dili geliştirmeli konusunda asla

      tavsiyelerde bulunmak istemiyoruz; zira satmak istediğiniz bir malı nasıl satabilirsiniz

      amaçlı başarılı bir tezgâhtar olma sunumu değildir yapmak istediğimiz.

      Salt sahiden samimi olmak gerektiğini söylemekle yetinelim, hakikaten samimi olmak

      yeter… Hemen anlaşılır, oynamaya gerek yok! Zaten samimi olunmayacaksa derhal ama

      derhal bu görevden feragat edilmelidir.

 

II – Mesleği oyunculuk olan âkil arkadaşlarımızın bazıları, umarız bizi anlayacaklardır;

       Stanislavski’nin iki ciltlik Bir Aktör Hazırlanıyor adlı (bu satırların yazarının başucu

       kitabıdır) muhteşem eserinde anlattığı gibi, nokta-nokta kısımları empati kurmak ya da

       oynamak istediğiniz rolün öznesine göre siz dolduracaksınız ‘Acaba ben..……olsaydım,

       ne yapar, nasıl olurdum (?) sorusunu sormalıyız. Daha açık söylersek, şu coğrafyada

       yaşamış ve hâlâ da yaşıyor olan, şu eğitim düzeyi ve kültürüne sahip bir aileden,

       şöyle bir kadın (veya erkek) ve bir şehit ailesi olsaydım, acaba nasıl olurdum (?) diye

       kendimizi, şöyle böyle değil, karşımızdakinin tam tamına yerine koymalıyız, onun gibi

       düşünmeye, tepkiler vermeye, düşünmeye çalışmalıyız…

 

III - Hıristiyan’ın, örnek veriyoruz Paskalya / Noel Bayramı’nı bir başına ama bir Müslüman

        ile aynı ortamda, onun tıpkı Ramazan veya Kurban Bayramını bir Hıristiyan ile aynı

        ortamda (aynı ülke, aynı şehir, aynı kasaba-ilçe, aynı mahalle), bir başına kutlaması

        gibi, keza bir Musevi’nin Pesah veya Rom Kipur’u, kutlayabilmelidir. Kutlayabilmesi

        önemlidir tabii, ilk adımdır ama artık üçüncü hatta dördüncü aşamaya geçilebilmelidir,

        zamanla olacak tabii..

        Bir Yahudi’nin, bir Müslüman’ın ve/ veya bir Hıristiyan’ın bayramına kendi ibadetini

        yaparak iştirak edebilmesi; bir Hıristiyan’ın bir Müslüman’ın ve / veya bir Yahudi’nin

        bayramına; keza bir Müslüman’ın, bir Yahudi’nin ve / veya bir Hıristiyan’ın bayramına

        aynı kendi ibadetini yaparak içinden, iştirak edebilmesi gibi…

        Bu diyalog sürecinde ise tabii reel örneklerden gidelim; kendimizi Sünni-Hanefi-Türk-

        Müslüman’ın, Sünni-Hanefi-Müslüman doğmuş ama laik-Kemalist Türk’ün, Sünni-

        Hanefi-Müslüman Kürt’ün, Alevi Türk ve Alevi Kürt ve daha nice insanımızın bayram

        günlerini, değer yargılarına, özel günlerini içselleştirmeye çalışmalıyız.

 

IV – Senaryosu’nu Mesut Tufan-Jack Debs, yönetmenliğini Jack Debs ve senaryo ve çekim

         danışmanlığını ise bu satırların yazarının yaptığı, 2005 Moskova İnsan Hakları Film

         Festivali’nde Büyük Ödül’ü kazanmış, 2 saat, 24 dakikalık ve Almanya-Fransa ortak TV

         kanalı ARTE için yaptığımız Road Moovie formatındaki Doğu’nun Hıristiyanları

         Batı’nın Müslümanları adlı filmimizde çok örnek vardı… Bunardan birini söyleyelim.

         Bir projede, İsrailli ve Filistinli uzmanlar, birlikte çalışarak, ayak-bacaklarını kaybeden

         Filistinli ve Yahudi çocuklara protez yapıyorlardı.

         Projeyi yürüten Yahudi asıllı arkadaşın, Filistinli bir çocuk için bilhassa çalışıp, ona

         protezini hazırlaması ve Filistinli asıllı arkadaşın, özellikle Yahudi bir çocuğa protez  

         hazırlamasına dikkat ediliyordu.

         Görüldüğü gibi prensip aynısı Herkes kendi soydaşının yarasını onarıyor değil yani!

         Tam tersine… Temel ilke bu…

         Bu satırların yazarı, 1990’ların başında Azeri-Ermenistan Barışı’nın konsolide edilmesi

         için, Karabağ Savaşı’nda Ermeni Silahlı Güçler tarafından harap olmuş-yıkılmış

         Azeri camilerin, önemli yerleşim yerlerinin Ermeni gençler tarafından; Azeri Silahlı

         Güçler tarafından harap edilmiş-yıkılmış Ermeni Kiliseleri- önemli Ermeni yerleşim

         yerlerini de Azeri gençler tarafından tamir edilmesini öngören bir proje geliştirmişti;

         ancak bilinen nedenlerden dolayı maalesef bu ertelenmişti.

         Bu örnekten yola çıkılarak, birçok şey yapılabilir…

 

 V -   Basın’a da yansımış olduğu gibi ve bunu önerenleri tahmin ediyor ve tebrik etmek

          istiyorum; Hakkari’ye Volkan Konak, İzmir’e Şivan Perwer konserleri, işte tam da

          bahsini etmeye çalıştığımız metodun yansımasıdır. Daha iyi anlayabilmek için şu

          soruyu soralım, bu hareketin yanlışı demeyelim, bir önceki aşaması hangisi olurdu?

          Hakkâri’ye Şivan Perwer, İzmir veya Karadeniz’e Volkan Konak konseri olurdu!

          Tamam, Kürtçe şarkı söylemeyi bırakın, Kürtçe (de) klip yapmak istiyorum dediği

          için gül yaprakları, çiçek veya alkışlara değil, çatal, kaşık, bıçak, bozuk para ve daha

          nice linç nümayişlerine mazhar olan Ahmet Kaya’ların döneminden yeni çıkıldığında

          tabii ki Diyarbakır veya Hakkari’de Şivan Perwer veya benzerlerinin konser vermesi

          önemliydi ama işte dediğimiz gibi bu ilk adım olabilirdi, birinci etap…

          Sıra ikinci etaba geçme zamanıdır ve önerilen de buna uygundur…

Daha çok geliştirilebilir, derinleştirilebilir ama biraz da âkil arkadaşlarımızın yaratıcılıklarına güveniyor ve kendilerine de dimağlarının ürünlerini belki de defateyn tekrarlanacak beyin fırtınaları seansları sonucu sergilemelerine fırsat vermeliyiz…

Sayın Hükümetimiz, Sayın Âkil arkadaşlarımız, Sayın Türkiye halkı, umarız hariçten atılan bu gazelden dolayı alınmaz, sadece içten bir katkı olarak telakki ederler bu…yakarışımızı…

Zira bu ateş, sadece Kürt halkını, sadece Türk halkını değil, tüm Türkiye insanını hele bendeniz gibi……ait olmakla ne mutlu ki (!) diye bağırmaya hasret, zira bunu isteyen, ama heyhat henüz tam olarak yapamayan, bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını da yakıyor…

Anlayanlar, takdir edenler sağ olsun! Anlamayanlar - takdir edemeyenler ise Allah’a emanet!

Yazarın Diğer Yazıları

16'ncı Altın Kayısı Festivali'nde Türk asıllı yönetmen ve Türkçe filmler de ödül aldı

Ermenistan Başbakanlığın ödülü, bizim ‘GAIFF Sinema’yı Kalkındırma Platformu’, Ermenistan’dan Datev Hagopyan’ın ‘Tagart (Tuzak)’ filmine takdim edildi…

Ve "iyi ki var" dediğimiz 16'ncı Yerevan Altın Kayısı Film Festivali'nin sonuna geldik...

Güzel, eğlenceli, değişik yani yeknesaklıktan kurtaran ama belirli bir düzene ve disipline alışkın özellikle yabancı konuklar için biraz yorucu ve yıpratıcı ama ‘araziye uymaya çalışıyor’ insanlar, ne de olsa kayısı ülkesi… 

‘Azerbaycan Filmi’ derken

İnsanlığın unuttuğu ulvi değerleri, günümüzde inatla yaşatan Malakanlar!

"
"