10 Nisan 2013

Sizin sessizliğiniz ne anlatıyor

Sessizlik anlamın sürgün edildiği yer...

Sessizlik anlamın sürgün edildiği yer. Yoksa Heidegger’in dediği gibi sessizlik anlamı açığa çıkaran mıdır? Söz ile varlık kazanıyorsak sessizlik ile yok mu oluyoruz? Yani söz sebeb-i varlığımız ise sessizlik ne anlama geliyor? Söz, sessizlik olmadan bitebilir mi? Sessizlik sözü yarıda mı keser, yoksa ona eklemlenerek yeni bir mevcudiyet mi kazanır? Sessizlik sözün eklentisi( supplement) midir ya da söz sessizliğin yankısı mıdır?

“Tuhaf Alan: Sessizlikten İletişime Bir Sahneleme Denemesi “ sessizliği hem yazma hem sahneleme deneyimini sunuyor okura. Burcu Canar’ın Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan çalışması Blanchot’tan Derrida’ya, Artaud’tan Beckett’e sessizliği sahneye çıkarıyor, sessizliği yazmayı amaçlıyor.  Burcu Canar İletişim Felsefesi, Karşılaştırmalı Edebiyat ve Metin Çözümlemeleri üzerine çalışan bir öğretim görevlisi. Bu çalışma aslında onun doktora tezi. İletişim çağında iletişimsizliğin hüküm sürdüğü bir coğrafyada sözümüzün ve sessizliğimizin daha çok anlama kavuşabilmesi ve konuşan insan ile sessizleşen insanın konumunu daha yakından değerlendirebilmemiz için bize eşsiz bir fırsat sunuyor.

\Tuhaf Alan üç perdelik bir oyunla başlıyor. Kimler yok ki oyunda? Öncelikle okur, sonra Nietzsche, Deleuze, Foucault, Derrida, Blanchot, Beckett,Artaud vs.  Sahne ise boş bir kâğıt. Dört bir köşesi Beckett’in, Deleuze’un “sözcüksüz kare” diye betimlediği Quad adlı oyununu anımsatıyor.  İlgi çekici bir okuma deneyimi sunan bu bölümden sonra, Canar sessizliği yazı ve sahne alanında deneyimleyeceğimiz uzun bir yolculuğa çıkartıyor bizi.

Aristotle sessizliğin mide gazına sebep olduğunu öne sürerken Sokrates ise sessizliği bir saçmalık alanı olarak itham etmişti.  Hegel ise sessizliğin üstesinden gelinmesi gereken bir kusur olduğunu iddia ederken konuşulmayan bir şeyin yanlış olduğunu vurguluyordu.  Derrida ise sessizliğin, düşünmenin nihilist bir düşmanı olduğunu ileri sürmüştü.

Tuhaf Alan, Maurice Blanchot’un Karanlık Thomas’ından Felâket Yazısı’na; Heidegger’in Varlık ve Zaman’ından E.E. Cummings’in “Sessizlik” şiirine; Escher çizimlerinden Peter Brook’un Boş Alan’ına; Deleuze’un Beckett için yazdığı Bitik’ten, Beckett’in Quad, Hayalet Üçlüsü, Sadece Bulutlar ve Nacht und Trume adlı televizyon oyunlarına kadar sessizliği bir çok alanda yazma girişimi. Burcu Canar bu çok sesli yolculukta gürültüsüz ilerlerken, iletişim çağında kıymet-i harbiyesini unuttuğumuz bir söz hâlinin,başka bir deyişle sözsüzlük olmayan bir söz hâlinin,yani sessizliğin hakkını fazlasıyla vermiş.

Sözleşen sessizlik ile sessizleşen söz arasındaki farkı tarihten, fenomonolojiye, dilbilimden tiyatroya, resimden şiire pek çok alanda irdeleyen yazar, sessizliğe hem görülebilen hem duyubilen bir anlama edimi olarak sahnede etkin bir rol vermiş.

Sessizlik hakkında daha çok şey bilmek aslında kendimiz hakkında daha çok şey bilmektir  diyen Adam Jaworski; insanın sessiz bir mekanda bulunamayacağını, çıt çıkmayan bir yerde bile insanın “iç sesi”nin sessizliğe engel olduğunu söyleyen Syczupiorski; dilin öncelikle sessizlikten oluştuğunu anlamadıkça büyüleyici bir olgu olan dilin kendisini de anlayamayacağımızı iddia eden Ortega Y Gasset; tüm felsefenin aslında dil eleştirisi olduğunu belirten Heidegger, söz için yanıt yokluğundan daha korkunç hiçbirşey yoktur diyen Bahktin; sessizliklerin en kesini susmak değil, konuşmaktır diyen Kierkegaard. Burcu Canar “ sessizlik”i Batı felsefesinin önemli düşünürlerinden ve yazarlarından  yola çıkarak son sözü söyleme kaygısı duymadan, ihdas etme amacıyla bulandırmadan anlatmış.

Sessizliğin iletişimdeki payını ve rolüne de değinmiş yazar. İletişim iletilerin aktarılması mı yoksa yeniden anlamlandırılması süreci mi ve sessizliğin bu süreçte durduğu ve/ya duramadığı yer neresi? Sessizlik bir tür sözsüz iletişim mi yoksa gizil bir dili mi var? Sessizliği yazarken okuma deneyimi aslında Tuhaf Alan, aynı zamanda sessizlikle birlikte sessiz sessiz oynadığınız bir oyun alanına dönüşen devasa bir sahne.

Sessizlik konuşmaktan daha fazla şey söylemez mi aslında?  Tuhaf Alan sessizliği sınırlandırma amacı taşımayan, sessizliği anlatabilmenin tüm imkânlarını zorlayan, anlatılamaz sessizliğin bile algılanabilir, hiç olmazsa sezilebilir olduğunu vurgulayan bir okuma deneyimi sunuyor. Sükutun kıymetini, sözün anlamını eksiltmeden hatırlatıyor. İletişim önüne geçilemez birhızla anlamını tüketirken, aslında kendimizle başbaşa kalabileceğimiz bir uğrak yeri sessizlik. Kitap okumak da sessizleşebildiğimiz, sessizliğe tutunabildiğimiz, sözü inkâr etmeden sessizliği temellük edebildiğimiz bir süreç değil mi? Tuhaf Alan bu minvalde farklı bir okuma deneyimi kazandıran bir metin, üstelik sessizliğin diliyle çok şey anlatıyor.

Yeni bir söz söylemenin mümkün olmadığı iddia edilse de aslında sessizlik sözün ikamesi değil mi? Sessizlik sözün ya inkârı ya da kanıtı. Anlam bolluğunda boğulan sözün nefes alabilmesini sağlayan sessizlik değil midir? Sözü bittiği yerden yeşerten, hem dert hem  deva olan sessizlik değil midir? Bazen onulmaz bir bekleyişi bazen amansız bir ertelemeyi imleyen sessizlik değil midir? Bazen en çok gereksindiğimiz bazen de bizi huzursuzluğun tekinsiz kıyılarına atan yine sessizlik değil midir? Heidegger’e göre yeryüzünde ne kadar çok sessizlik varsa o kadar çok anlayış vardır.

Şimdi bu yazıyı okumayı bitirdiniz. Artık Tuhaf Alan’dasınız.

Sizin sessizliğiniz ne anlatıyor peki?

 

TUHAF ALAN: Sessizlikten İletişime Bir Sahneleme Denemesi

BURCU CANAR

AYRINTI YAYINLARI

272 s.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"