25 Haziran 2013

Öteki, Aynı'nın tahtını sarsandır

Biz iktidarın sınırlar koyduğunu söyleriz, muktedir ise hareket alanımızı belirlediğini. Biz haklılığın hiçbir suçu meşru kılmayacağını söyleriz...

Biz iktidarın sınırlar koyduğunu söyleriz, muktedir ise hareket alanımızı belirlediğini. Biz haklılığın hiçbir suçu meşru kılmayacağını söyleriz. Oysa Aynı ve/ya Benzer acı çekmenin suçu olağanlaştırdığını iddia eder. Öteki’ni  ‘sebep’ olarak görür. Çünkü Öteki aynı kalmamızı engelleyendir. Öteki, Aynı’nın tahtını sarsandır.

Hans Koppel takma adıyla yazan İsveçli yazar Petter Lidbeck ‘ın son romanı “O Asla Geri Gelmeyecek” suç ve ceza kavramlarını yeniden tartışmaya açarak meşruluğu ve intikamı sorguluyor. Gerçeğe sırtını dönmeyen, suçu karanlıkta bırakmayan , cezayı intikamın öznesi değil nesnesi sayan bireyi yeniden konumlandırıyor. Kötülüğün sınırları ile iradîliği arasındaki bağıntıyı irdeliyor.

Mike ve Ylva, küçük kızları Sanna ile birlikte herkesin herşeyden haberdar olduğunu sandığı bir sayfiye kasabasında yaşamaktadır. Bir akşam işten eve dönen Ylva mahalleye yeni taşınan komşuları tarafından kaçırılarak, ses yalıtımı yapılıp müzik stüdyosu haline getirilen bodrum katına hapsedilir. Ylva’nın dış dünyayla tek bağlantısı kendi evini görebilen gizli bir kameranın sunduğu görüntüleri izlediği televizyondur.

Kelimelerle resim yapan Hans Koppel’in sürükleyici ve dinamik kurgusuyla tek solukta okunabilen roman sıradan ve popüler bir psikolojik gerilim değil. Yalın anlatımı dehşet verici hikayeyi her gün rast geldiğimiz üçüncü sayfa haberi olmaktan çıkarıp okuru artık kanıksadığı kötülüklerin amansız gerçekliğiyle başbaşa bırakıyor.

Hans Koppel’in  “Kurban ve Suçlu” kitabının yazarı psikiyatrist Gösta Lindin karakterinin sorduğu soru kitabın anahtar söylemlerinden biri: “ Nasıl oluyor da olabiliyor?”

Hayret verici, kanımızı donduran, gözlerimizi kocaman açarak her gün defalarca sorduğumuz bir soru bu. Hatta kanıksadığımızı sandığımız herşeyle yeniden karşılaşmamızda bize ilk kez karşılaştığımız izlenimi veren o kadim hissiyatın, yani insan olabilmenin safiyane sorusu: “ Nasıl oluyor da olabiliyor?”

Çocukluk yıllarında Ylva’nın da aralarında bulunduğu Dörtlü Çete’nin, romanın sonunda öğrendiğimiz ,hataları yüzünden on altı yaşında intihar eden kızları Annika’nın yıllar sonra intikamını almak için kolları sıvayan, titizlikle yaptıkları planlarını bir bir tatbik eden Lindin çiftinin, psikiyatrist Gösta Lindin ve güzelliği dillere destan karısı Marianne Lindin’in çektikleri acı onları haklı kılmaya yeter mi? Haklı olmak kötülüğü mübah kılan bir tür inanç mı?

Lindin çiftinin varoluşu kızlarının intiharı nedeniyle çektikleri acı üzerine kurulu adeta. Ahlakın Soykütüğü’nde cezanın temelinde intikamın yattığını söyler F. Nietzsche. Lindin çiftinin acısı, intikamı yani kısasa kısas anlayışını meşru kılıyor, hak arama ihtiyacı kayboluyor, kurban suçluya suçlu ise kurbana dönüşüyor.

Mesleği gereği insanı anlamayı görev edinmiş psikiyatrist kimliği bile Gösta Lindin’in intikam almasını engelleyemiyor.  İki gözünü de kör eden acısını bastırmayı başarabilseydi, Dörtlü Çete’nin çocuk yaşta yaptıkları hata yüzünden kaybettikleri kızının yasını nihayete erdirebilseydi, karısıyla birlikte soğukkanlılıkla işlediği suçlardan utanç duyar mıydı? Haklılık duygusu insanın vicdanını nasıl kolayca susturur? Hans Koppel açık uçlu değerlendirmelerde bulunmamış pek. Haklıyı ve haksızı tayin etmeye çalışmamış, ahlaki saptamalarla yargılarda bulunmamış, nesnel bir üslupla anlatmayı tercih etmiş sadece.

Hans Koppel fazlalıklardan arındırdığı oldukça sade anlatımıyla dipdiri karakterler yaratmayı, gerçeklik hissi kuvvetli bir hikaye anlatmayı başarmış. Nuray Önoğlu’nun çevirisi romanın sertliğine gayet uygun, akıcılığı bozmamış.

Her biri on dakikayı aşmayan olayların eklemlendiği kısa bölümlerden oluşan romanın zamansal boyutu Ylva’nın yaklaşık iki sene rehin tutulduğunu hesaba katarsak uzun bir sıçramayla sekteye uğruyor sonlara doğru. Rehin tutulduğu aylar boyunca Ylva’nın kişisel ihtiyaçlarını nasıl giderdiğine, Gösta ve Lindin ile iletişiminin, ilişkisinin ne yönde değişime uğradığına fazla detaya inilmeden üstün körü değinilmiş. Ylva’nın ruhsal çöküşü içinde bulunduğu durumu kanıksamasıyla hızla boyut değiştiriyor. Ylva başına gelenleri hak ettiğini düşünmeye, hatta bu durumdan kendini sorumlu tutmaya mı başladığı yoksa kurban rolünü oynayıp zaman mı kazanmaya çalıştığı muğlak.

Öyle ki, siddete uğramamak ve aç kalmamak için yapması gereken ödevleri eksiksiz ve kusursuz yerine getiriyor. Gösta Lindin’in cinsel istismarına boyun eğiyor. Günışığını bile görmediği bodrum katını evi bellemeye başlıyor. Kurban kimliğini kısa sürede içselleştiren, kaçış planları yapmaktan vazgeçen Ylva’nın havuza merdiveni kullanarak ihtiyatlı giren biri değil de suya pervasızca atlayan bir anne olduğunu hatırlamasıyla birlikte aylar sonra aniden kaçmaya teşebbüs etmesi ve başarıya ulaşması irademizi kullandığımızda istediğimizi elde etmenin sandığımız kadar zor olmadığını imliyor.

Ylva’nın endişeden kedere savrulan eşi Mike , olağandışılıkları kanıksamaya alışmış komşular, gelininin boşluğundan istifade ailesinde tekrar söz hakkı kazanan büyükanne ve işini savsaklayan, delilleri görmezden gelen polis teşkilatı  Ylva’nın dönmeyeceğini kısa sürede kabulleniyorlar. Onlar da Ylva kadar, Ylva gibi köle aslında. Önyargının, alışkanlığın köleleri.

Yazgımızı sevmek( amor fati) ya da yazgıya boyun eğmemek, yani her tür köleliğe başkaldırı… O Asla Geri Gelmeyecek camın ardındakini değil camı işaret ediyor. Bizi birbirimizden, hakikatten yalıtan camı.

O Asla Geri Gelmeyecek

Hans Koppel

İngilizce’den Çeviren: Nuray Önoğlu

Ayrıntı Yayınları, 279 sy.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Doç. Dr. Hakan Yurdanur: Sokak köpeklerini vahşi, saldırgan oldukları için değil, sermayeye kâr sağlamadıkları için istenmiyorlar

Belediyelere tek laf edilmiyor. Kısırlaştırma ve diğer tedbirleri almadıkları için hiçbir cezai müdahalede bulunulmuyor. Çözümü öldürmede bulan vahşi bir tablo var önümüzde

"Biz engelliler devletin üzerine yükmüşüz gibi gösterilmemeliyiz, öyle algılanmamalıyız"

"Siyasetçiler ve toplum biz engellileri azınlık olarak görüyor. Ama azımsanmaması gereken bir çoğunluğun sesi olmak istiyoruz"

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

"
"