04 Haziran 2021

Easttownlu Mare ve tavan araları

Evlat kaybı söz konusu olunca, ölümü kabullenmek yas sürecini sonlandırmayabiliyor. Mare'ininki gibi suçluluk duygusuyla boğuşan bir anne için, tıpkı Bay Carroll'ın mutfaktaki sorusuna hayır dediği gibi, hafiflemeyen sadece alışılan bir acı. Yası bitirmeyi sevdiğine sırt çevirmek, hatırasına ihanet etmekle eş tutar insan. Bir türlü çıkamadığımız tavan arasıdır yas

Mare of Easttown, Amerika'nın kirli yüzünde gezinen bir bıçak gibi. Yedi bölümlük bir dizi olmanın ötesinde bağımsız bir sinema filmi tadında adeta. Amerikan rüyası yerine ABD gerçeğini küçük bir ilçede yaşayanların günlük hayatı üzerinden gösteriyor. Tıpkı iyi bir metindeki gibi sadece gösteriyor, bir başka deyişle göze sokmuyor. Hikâyenin bir kar tanesine benzeyen ilişki şeması ustalıkla çizilmiş. Mare of Easttown parmak bastığı meselelerin altını kalın çizmeden, hiçbir sahneyi sündürmeden usul usul ilerliyor. Gösterişsiz bir şölenden farksız.

Senarist Brad Ingelsby seyirciyi kolayca avucunun içine alabileceği ucuz hilelere başvurmamış, klişelerden mümkün mertebe uzak durmuş. Kötülüğü ıslıklamadan, iyiliği göze sokmadan Easttown'un soğuk ve puslu havasını solutuyor bize. Zengin bir duygu yelpazesi açarak…

Yedi bölüm boyunca aralanan sadece iki kriminal vak'anın sis perdesi değil, aynı zamanda Amerika'nın gerçek manzarasına açılan kör pencere.

Uyuşturucu bataklığına saplanan gençlerin hırsızlığa ve fuhuşa sürüklenmesi, rastgele ilişkilerde hamile kalan ergenlik çağındaki kızların baba evinde hayata tutunma çabası, faturayı ödeyemediği için evinin doğalgazı kesilen siyah gencin günü kurtarmak için suça bulaşması, kaçırılıp bodrumda hapsedilen kızların kurtarıldıktan sonra kendilerini bulma çabaları vs.

Öte yandan günlük hayatın fotoğrafını çekiyor, hem de filtresiz. Çöplerin alınmadığı sokaklar, dondurulmuş gıdalarla geçiştirilen öğünler, dışarıdan sipariş edilen pizzalar, dağınık odalar vs. Yönetmen Craig Zobel bir gözlemci gibi kullanıyor kamerayı. Sahiciliğin büyüsünden yararlanmayı bilerek…

Kurmaca evrende sahicilik hiç şüphesiz alımlayıcının kalbini on ikiden vuran en önemli unsurlardan biri. Ekranın/perdenin büyüsüne, tıpkı edebiyatta olduğu gibi, alımlayıcıyla yapıt arasındaki gizli sözleşme sayesinde kapılmaya hazırızdır. Buna ilaveten, Mare of Easttown'un başarısı bir suç/ polisiyle dizisi olarak vaatlerini fazlasıyla yerine getirmesinin ötesinde, her sahneyi daha gerçekçi kılmak adına ayrıntılara epey önem verilmesinden, çok yönlü yazılmış karakterlerden ve oyuncuların onları iyice sahiplenmesinden de kaynaklanıyor. Amerika'yı maskesiz haliyle görüyoruz.

Hiçbir ilmeğin kaçmadığı olay örgüsüyle kendinden emin adımlarla ilerleyen hikâyenin tek amacı "suçlu kim?" bilmecesiyle seyircinin merakını diri tutmaktan ibaret değil. Ana karakterlerin iyileşme sürecini anlatıyor özünde. Mutlak iyi/ kötü ayrımı yapılmadan, zaafları ve çelişkileriyle bir bütün olarak ete kemiğe büründürülmüş her biri.

Hikâyenin odağında ilçedekilerin güvenini kazanmış, "Lady Hawk" lakaplı, gerçekten de şahin gibi keskin bakışlı, tuttuğunu koparan dedektif Mare var. Kate Winslet doğaçlamalarıyla da taçlandırdığı rolüyle oyunculuk dersi veriyor adeta. Kitabında pes etmek yazmayan, soğukkanlı, iş bitirici Mare'i seyirciye sevdirmeye çalışmıyor, itici biri olarak da göstermiyor. İngiliz bir oyuncu olarak bölgenin aksanıyla konuşması da takdire şayan. Kaldı ki, Amerikalı oyuncular için de sıkı bir temrin gerektirmiştir muhtemelen. Kate Winslet hiç konuşmadığı sahnelerde, tıpkı bir pandomim sanatçısı gibi, yüzüyle ve vücuduyla karakterin tüm duygusunu yansıtıyor. Saçlarını taramadan toplamasıyla, defalarca giyildiği belli olan kıyafetleriyle tepeden tırnağa o kadar sahici ki, elektronik sigarası da buna dahil.

Kendini işe güce vererek oğlunun yasını erteleyen, dile dökmediği acısıyla etrafına duvar ördüğünden kızına bile mesafeli duran bir anne o. Gözü gibi sakındığı torununa sığınarak günün yorgunluğunu atan bir babaanne. Duygusuz görünmesine rağmen son derece merhametli, yardımsever. Sevgisini belli etmese de ilçe sakinlerinin hayatını gizlice düzene koyuyor. Fakat kendi hayatı darmadağınık.

Evlat kaybı söz konusu olunca, ölümü kabullenmek yas sürecini sonlandırmayabiliyor. Mare'ininki gibi suçluluk duygusuyla boğuşan bir anne için, tıpkı Bay Carroll'ın mutfaktaki sorusuna hayır dediği gibi, hafiflemeyen sadece alışılan bir acı. Yası bitirmeyi sevdiğine sırt çevirmek, hatırasına ihanet etmekle eş tutar insan. Bir türlü çıkamadığımız tavan arasıdır yas.

Yasını erteleyip duran Mare'in terapi sürecinin, travmayla yüzleşmeye dair iri laflar etmeden, hayatın içinden diyaloglar halinde ilerlemesi de anlatımın doğallığıyla örtüşüyor. Lori ve Dawn da evlatlarıyla sınanan anneler. İnsan ilişkilerinde sahici bir temas için birbirini anlamanın önemi büyük. Kendine ve birbirine açık olmak ezcümle.

Çıkmaya cesaret edemediğimiz tavan araları havalandırılmayı bekliyorsa üstelik...

Yazarın Diğer Yazıları

Soykırım demeniz için daha ne olması gerekiyor?

Soykırımın korkunçluğu sadece özneleri değil onların kimliklerini de yok etmesidir, gelecekleri kadar geçmişlerini de ellerinden almasıdır, yaslarını tutacak kimse bırakmamasıdır

Kamu spotu: LGBTİ+ hakları insan haklarıdır!

"Büyük Aileye" zarar verenler LGBTİ+'lar mı? Ailelere zarar verenler 'küçük çocuğun rızası vardı, bir kereden bir şey olmaz, üvey evlatla nikah olur, çocukken alıp kendilerine uygun eş yapılır vs.' diyenlerdir"

Barış siyaseti, kadınların huzuru ve üvey olmak

Muhalifleri tek tek cezalandırmak, her seçim sonrası şiddette el arttırmak, hak ihlallerini norm haline getirmek suretiyle düşman hukuku uygulayan iktidarın gelecek planlarında telafisi gittikçe zorlaşan bir yıkım stratejisi, tektipleşerek birbirine yabancılaşmış itaatkâr bir halk tahayyülü, bir dahaki seçimde yenilme ihtimaline karşı giderayak cebini iyice doldurma gayreti var