Feminist ütopyasını hayata geçirmek isteyen kadınlar bugün yine meydanlarda… Kendilerini yeniden doğurdukları gibi, başka bir dünyayı doğurmak için… Verili düzeni yıkıp geçerek yeni bir hayatı kurmanın mümkünatına inandıkları için… Mikro düzeydeki söylemlerini makro düzeye çıkararak ben olmanın koşulunun biz olmaktan, biz olabilmenin koşulunun da ben olabilmekten geçtiği çift taraflı inşanın duvarına tuğla taşımak için…
Ayrımcılığa kapı aralayan her söylemden vazgeçilmesi şart, ötekileştirici argümanları dilinden eksik etmeyen patriyarkal gücün ezeli tesirinden kurtulmak için.
Örgütlü mücadele, dostluğu tehlikeli bir yakınlıktan ziyade, bir arada olabilmenin etik ilişkisi olarak görmek adına 8 Mart'ta meşru bir söylem zemininde buluşuyor elbet. Kimilerince radikal bir başkaldırı gibi görünen, fakat aslında kağıt üzerinde kalan hak, özgürlük ve eşitlik taleplerini hep bir ağızdan yeniden dile getirmek adına.
Öldürülmek istemiyoruz evvela. İstanbul Sözleşmesi'ne harfiyen uyulmasını şart koşuyoruz. Şiddetin her türlüsünün kökünü kazımak için sırf cezai yaptırımların artması yeterli değil, bireyi şiddete meyilli hale getiren tüm kurumların yapısöküme uğratılması lazım.
Henüz konuşulması gerekenin bile konuşulamadığı hesaba katılırsa köklü bir değişimin ilk adımlarının atıldığını söylemek yersiz olur. Bu nedenledir ki, hak arayışı her gün sürdürülürse elle tutulur kazanımlar kadının varlık alanını genişletebilir ancak. Bu yüzden bize her gün 8 Mart.
Ama kadınları potansiyel tüketici olarak gören kozmetik ve tekstil firmalarının kârını arttırmak amacıyla "Kadınlar Gününü" fırsat bilip pazarlama stratejileri geliştirmeleri için değil.
Öğretilmiş tereddüt ve endişeleri bir yana bırakarak nasıl daha iyi feminist olabileceğimizin sorusunu kendimize her gün sorduğumuz için.
Kızkardeşlik yurdunun coğrafyasını genişletmek, dayatılan rollerden sıyrılmak, kalp gözümüzün çapaklarını temizlemek, kadın dayanışmasının yoluna konulan taşları toplamak, eril zihniyetin bencil tahakkümüne rağmen karar mekanizmalarında kendi öz sesimizi duyurmak için…
Çünkü ancak korku ve yalıtılmışlığın kederinden çıkıp neşeli militanlıkla arzularını ve ihtiyaçlarını şimdide politikleştiren bedenler, kendilerini, başkalarını ve dünyayı dönüştürebilirler dediği gibi Silvia Federici'nin.
O nedenle yılgınlığa dönüşen öfkeden ziyade haklılığın ümitvar direnişiyle hep birlikte dans edebilir, kahkaha atabilir, gönlümüzce giyinebilir, sözlerimizin yüzyıllardır tıkalı kalan kulaklarda yankılandığını duyabiliriz.
Ne de olsa söylem alanındaki varoluşunu kendi çabasıyla elde eden kadınların kazandığı haklar, kurumların lütfu olmadı hiçbir zaman. Kazanımların yasallaşması, günlük hayatın pratiğinde karşılığı olmadığı sürece işlevsel değildir, sözde eşitlik kağıt üstünde kaldığı içindir ki, şiddetin bin bir çeşidine tanık oluyoruz.
Tanıklık ve mağdurluk arasındaki fark en aza indiğinde, diğerkâmlığın sahiciliğinden söz edebiliriz ancak. Kendi başımıza gelmesini beklemeden her hak arayışını ortak bir dava telakki ettiğimizde, birbirimizin acısına uzaktan bakmak yerine el uzattığımızda, bireyin cinsiyet beyanını kabul ettiğimizde, transların dışlanmasına müsaade etmediğimizde, sözde değil özde feminist olduğumuzda…
Bugün yine Biz'iz… Ama ya yarın, sonraki gün?
Kendimize özgü direniş alanları kurmak, eril dilden arınmış söz dağarcığını genişletmek, ittifak zincirini koparmadan birlikte yol almak mümkün…
Kadın olmanın sınavını her gün veriyoruz. Bize her gün 8 Mart. Söyleyeceklerimiz de yapacaklarımız da bir güne sığmaz.